'İstanbul'u hizmet ve turizm kenti yapmaya çalışıyorlar'
Prof. Dr. Zerrin Bayrakdar, İstanbul'un kent hafızasıyla uyumlu olmayan politikalarla yönetildiğini söylüyor.

Aynur TEKİN
ARTI GERÇEK - İstanbul Kent Savunması’ndan Prof. Dr. Zerrin Bayrakdar’la, "Artık gelmeye dayanamıyorum" dediği İstiklal Caddesi’nde buluştuk. Hem İstiklal’in hem de İstanbul’un önceki halini bilen Bayrakdar, nüfus sorununu çözmeden İstanbul için bir kurtuluş olamayacağını söyledi. Özellikle 2004 sonrası, inşaat sektörünü merkeze alan neoliberal politikalarla birçok insanın yerinden edildiğini belirten Bayrakdar, kentsel dönüşümü planlarken insan faktörünün hesaba katılmadığını vurguladı. Artı Gerçek’in sorularını yanıtlayan Bayrakdar, "Bir tarih kenti olan İstanbul’u hizmet ve turizm kenti yapmaya çalışıyorlar" diye konuştu.
İstanbul’da Şehir ve STK Zirvesi’nde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Biz bu şehre ihanet ettik, hala da ihanet ediyoruz, ben de bundan sorumluyum." demişti. Bu sözü nasıl değerlendiriyorsunuz?
İstanbul’a ihanet ettim sözünü kullanan insan, bir yerde haindir bence. Bu lafı ettikten sonra hala Kanal İstanbul’dan ve diğer çılgın projelerden bahsediliyorsa, bunu kabullenmek mümkün değildir. Mesela şöyle dese "Üçüncü köprüye cinayet demiştim ama yaptım, onda hata ettim. Kanal İstanbul lafını ağzıma almıyorum" demiyor.
TARİH KENTİNDEN HİZMET KENTİNE
Özellikle 2004 yılında başlayan konut projeleri, İstanbul’u büyük ölçüde değiştirdi. Kentsel dönüşüm ya da kent savunucularının deyimiyle soylulaştırma İstanbul’un kent hafızasına nasıl zarar verdi?
İstanbul’daki değişikliği anlamak için Mehmet Tezkan’ın çok basit bir formülü var: Diyor ki Yeşilköy’den başlayarak İstanbul’u fotoğraflayın ve çektiğiniz fotoğrafları 2004 yılı ile karşılaştırın. Farkı anlarsınız. Aynen öyle, çok belirgin bir fark var.
Biliyorsunuz, İstanbul bir tarih kenti. Kendine ait bir tarihi ve kültürü olan bir kent. Şimdi o kenti sadece hizmet ve turizm kenti yapmaya çalışıyorlar. Bunu yaparken de tarihini, kültürünü kısacası her şeyini göz ardı ediyorlar. Şehir karakteristik özelliğini gün be gün kaybediyor. Anca gece ışıklar kapandığında bakıp hayal edebiliyorum gerçek İstanbul’u, çirkinlikler silüette yokmuş gibi düşünüyorum.
Tarihi Yarımada’ya baktığımız zaman "Allahtan buraya dokunmuyorlar" diyorduk. Ama 16/9 kulelerini yapıldıktan sonra oranın silüeti tamamen bozuldu. Biliyorsunuz tıraşlanacaktı, ama öyle bir şey yapılmadı. Hala duruyor ve silüeti bozmaya devam ediyor. Bu bile tek başına içler acısı bir durumdur.
Kamu yararına kentsel dönüşüm sizin altını çizdiğiniz bir mesele. Bunu nasıl tanımlayabiliriz?
Kamu yararına kentsel dönüşüm, hakikaten sağlıksız olan yapıların yıkılarak ve içinde yaşayanları oradan göndermeden yapılır. Bir de en önemlisi 5 katlı binanın yerine yine 5 katlı yapılmalıdır. 3 katlı ise 3 katlı olarak kalmalıdır. Yani 3 katlının yerine 10 katlı yaptığınız zaman nüfusu çoğaltmış olursunuz. Mesela Tarlabaşı diyorlar ama yalnızca belirli bir alanı yeniliyorlar. Diğer kısımlar, yine bir çöküntü alanı içinde. Bir de mahallenin yapısına uygun değil. Bir alana bu kadar lüks konutlar yapınca, diğer alanlar ne olacak, nasıl görünecek? Bu iki alan birbiriyle nasıl uyumlaşacak?
3 katlıyı yıkıp 6 katlıyı dikerseniz bu kentsel dönüşüm değil kenti kalabalıklaştırmak olur. Zaten benim için İstanbul’un en büyük sorunu nüfus. Nüfus artmaya devam ederse hiçbir şey yapamayız. İstanbul’un kurtuluşu ülkenin planlamasıyla mümkündür. Ülkeyi planlamadığınız sürece nüfusu bu şekilde artarsa İstanbul yaşanmaz hale gelir. Ki bunu şimdiden hissediyoruz.
Öte yandan şeffaf olmayan bir süreç var. Bu iktidarın yaptığı şey hiçbir bilgi vermeden yapmak, biz bu bilgileri bilmeliyiz. Mesela Tarlabaşı 360 yapılıyor ama ne kadar büyüklükte, kime hitap edecek, fiyatlar nedir, bunların hepsini bilmeliyiz. Sorduğumuz zaman bu ticari bir sırdır diye kapatılıyor.
"BETON MERAKLARI VAR"
Şehrin sembollerinden İstiklal Caddesi de sürekli bir değişim halinde. Hatta pek çok kişi "Artık İstiklal’i görmek istemiyorum" diyor. Caddenin öncesi nasıldı?
Ben liseyi ve üniversiteyi İstanbul’da okuduğum için biliyorum. Önceleri, insanlar İstiklal Caddesi’ne çıktığı zaman süslenir ve temiz pak kıyafetler giyerdi. En güzel sinemalar, en güzel tiyatrolar ve en güzel mağazalar oradaydı. Alışveriş merkezi değil tek tek mağazalar vardı. Ben üniversitede okurken caddenin ortasından taşıt geçerdi. Son yıllarda betona buladılar. Beton merakları var biliyorsunuz. İstiklal Caddesi’ni kaç kere değiştirdiler, inanın hatırlamıyorum. Topbaş zamanında en az 4 kez değişti. Çünkü bu değişimler bir gelir kaynağı. Şu parti bu parti fark etmiyor.
İstanbul, neoliberal politikalarla konut alanında öne çıkan bir cazibe merkezi haline getirilmek isteniyor. Bunun en çok öne çıktığı alan ise kentsel dönüşüm mecraları. Bunu nasıl değerlendirmek lazım?
İki arabanın zor girdiği yerlere 25 katlı gökdelen yapılıyor. Olacak iş değil. Benim yaşadığım sokakta da aynı şey oldu. Oğlum o sokakta çocukluğunu geçirdi orada top oynarlardı, trafik geçmezdi. Şimdi o sokağı şehir trafiğine açtılar, gecekonduları yıkıp yerine 5-6 katlı evler yaptılar. Kestane, akasya, ıhlamur ağaçları vardı. Dört mevsimi yaşıyorduk sokakta. Artık hiçbiri kalmadı.
Sulukule için çok çırpındık mesela; ama engel olamadık. O insanların hepsini gönderdiler Kayabaşı denen o yere. Kayabaşı bu insanlara uygun değildi, bu insanların geçim kaynağı belli sonuçta. Orayı terk ettiler. Verdikleri evde, o insanların yaşamasını beklemek zaten çok gereksizdi. Onların yaşam şekline o evler uygun değil. Geldiler ve Sulukule civarındaki evlere sığındılar.
Aynı şeyi Anadolu Yakası’nda Başıbüyük’te de yaşadık. Orada gecekondulara el koymuşlar ve gecekondusu olanlara TOKİ apartmanlarından daire vermişler. O insanlarla konuşmaya gittik. İnanın verilen evlerle o insanların hiçbir şeyleri uymuyor. Gecekondusu büyük olana üç daire vermiş, küçük olana bir daire vermiş; ama insanların yaşantıları uymuyor. Diyor ki mesela "Benim bahçem vardı, tavuklarım vardı, ağacım vardı. Ben burada sudan çıkmış balıktan beterim." Çok büyük bir eskiye özlem vardı. İnsan faktörünü göz önünde bulundurmadan plan yapıyorlar. Bu da bu şekilde sonuçlar doğuruyor. Bütün Anadolu’nun her yerinde tepelerin başında TOKİ apartmanları var. Yazık değil mi kimi, neden yerleştireceksin oraya?
Fikirtepe’de alladılar pulladılar ama Fikirtepe bir çöküntü alanı oldu. Yükselen binalar var; ama hakikaten yaşanmaz orada. Yıkılmış evler ve hemen yanında lüks bir rezidans. Yine duyduğuma göre oradan Araplar çok ev alıyor, ama yaşanmaz diye oturmuyorlar. Bin liralık bir aidat var, en basitinden. Evini veren emekli insanlar, bu ücreti nasıl karşılayacak?
Biliyorsunuz geçen hafta Küçük Armutlu için de bir kentsel dönüşüm kararı gündeme geldi. Boğazın sırtlarındaki semtte kurulan evlerin, "kaçak" olduğu vurgulanıyor. Bu nasıl bir bakış açısıdır? Yıllardır insanların ikamet ettiği evler nasıl kaçak diye adlandırılabilir? Son olarak bunu sormak isterim.
Biliyorsunuz orada sol tandanslı insanlar var ve mahalle sakinleri şöyle diyor: "Bunlar olmasa biz çoktan buradan sürülmüştük. Onların sayesinde burada oturuyoruz." O alana yerleşen insanlar gelmişken vaktiyle orada evlerini yapmışlar. Belediye olarak, devlet olarak sen de müsaade etmişsin. Adam vergisini ödüyor, suyunu, elektriğini vermişsin, ulaşımını sağlıyorsun, oraya giden bir sürü otobüs var. Sen nasıl kaçak dersin, diyemezsin, öyle bir hakkın yok. Barınma hakkı diye bir şey var. O insan, orada yaşıyorsa kaçak diyemezsin.
Bu saatten sonra bir dönüşü var mı sizce? Ne yapılabilir?
Bir kere ülkenin planlanması lazım, çünkü ülke bu kafayla planlanamaz. Anadolu’da cazibe merkezlerinin açılması lazım... İnsanlar işsiz, Anadolu’da iş bulabilmeli. İş bulursa neden İstanbul’da yaşasın? İşleri olmadığı için İstanbul’a geliyorlar. İlk yapılacak iş İstanbul’un nüfusunu artmayacak hatta azaltacak önlemlerin alınması. Bu yapılmadan hiçbir şey olmaz.