Kadri Gürsel ve Çengelköy muhtarının OHAL hikayesi NYT'de
ABD'de yayımlanan Newyork Times gazetesi Türkiye'de OHAL'de yaşama ilişkin yazı dizisine devam ediyor GÜNCEL- ABD'de yayımlanan Newyork Times Gazetesi, Türkiye'de...
ABD'de yayımlanan Newyork Times gazetesi Türkiye'de OHAL'de yaşama ilişkin yazı dizisine devam ediyor
GÜNCEL- ABD'de yayımlanan Newyork Times Gazetesi, Türkiye'de olağanüstü hal altında yaşama ilişkin yazı dizisine devam ediyor. Gazetenin İstanbul muhabiri Patrick Kingsley, bu sefer de hikayesinin bir bölümünde, tutuklu Cumhuriyet Gazetesi yazarı Kadri Gürsel'in eşi Nazire Kalkan Gürsel'in in Silivri Cezaevi'ne yolculuğuna eşlik ederek devam etti. Yazının ikinci bölümünde de 15 Temmuz darbe girişimi gecesi yaralanan Çengelköy muhtarı Can Cumurlu ile semtte görüştü.
Kingsley, yazısına Kadri Gürsel ve eşi Nazire Gürsel'i tanıtarak başladı:
"Kocası Kadri Gürsel, seçkin bir köşe yazarı, Gazetecileri Koruma Komitesi’ne göre Türkiye’de tutuklu bulunan en az 81 gazeteciden biri. Birçoğu geçen Temmuz’daki başarısız darbe girişiminin ardından ya İslamcı Gülen hareketi ya da ayrılıkçı Kürt militan grupla ilişkilendirilerek tutuklandı. Eşine göre Gürsel paradoksal biçimde saçma bir iddiayla ikisinden de suçlanıyor. Gürsel, Gülencileri uzun dönem eleştirmişti. Ancak yine de polis ailesinin evine baskın düzenledi, bilgisayarına el koydu ve Ekim ayında cezaevine gönderdi. Şimdi eşi, oğulları Erdem için hayatı mümkün mertebe normal tutmaya çalışırken, kocasına yardımcı olabilmek için de ne yapabiliyorsa yapıyor ve onu düzenli olarak görüyor. Bir keresinde eşinin Şubat ayının ortasındaki Erdem’in doğum gününden önce özgür olacağını umdu ancak oğulları 11 yaşına babasız girdi."
Kingsley, Nazire Gürsel’in ‘tuhaf palto hikayesi'ni şu sözlerle aktardı: " Eşini rahat ettirmek için, ona bir palto aldı. Rengi bazı güvenlik güçlerinin giydikleri maviye fazla benzer olduğu için Gürsel’in paltoyu alması kabul edilmedi. Bir diğeri de, kapüşonluydu, reddedildi. Yeniden alışverişe çıktı, bu kez İstanbul’da pahalı bir alışveriş merkezine gitti. Oradaki tezgahtar tam olarak ne vermesi gerektiğini biliyordu, çünkü böyle bir paltoyu soran son kişi, uzun dönemli tutuklu yakınıydı. Nazire Gürsel, yol kenarındaki bir lokantada öğlen yemeği için durmadan önce ‘Hangi normal ülkede bu olur? İstanbul’un göbeğinde, cezaevinden çok uzakta, bir alışveriş merkezindeki tezgahtar nasıl olur da cezaevi paltosunun özelliklerini bilir?' diye sordu."
NYT muhabiri, Nazire Gürsel’in Silivri Cezaevi’ne vardıklarındaysa "Gergin hissediyorum, Silivri’ye yaklaştıkça, bu adaletsizlik daha belirgin hale geliyor" dediğini aktararak, şöyle devam etti: "Bir kontrol noktasından geçiyoruz ve hemen ardından park ediyoruz. Sadece Nazire Gürsel daha ileri gidebilir. ‘Kendimi 2’nci Dünya Savaşı’nda gibi hisediyorum’ diyor içeri girmeden önce. ‘Oğlum Nazilerle ilgili birkaç film izlemişti, buraya geldiğinde ‘Burası Nazi kampı gibi bir yer mi?’ diye sordu’. Nazire Gürsel eşiyle konuşmak için içeri girerken, ben park yerinde tutuklu yakınlarıyla dolanıyorum. Burası Türk toplumunun bir çapraz kesiti gibi. Pahalı cipler ve ucuz orta sınıf araçlar var. Çarşaflılar, sahte sarışınların yanından geçiyor. Ama kim olduklarının önemi yok, çoğu siyah poşetler taşıyor, mahkumların kirli çamaşırları için. Nazire Gürsel, saat 4’ten sonra kendininkilerini çıkartıyor."
Olağanüstü hali her yönüyle insan hikayeleri üzerinden ele alan Kingsley, yazısının ikinci kısmını darbe girişimi gecesi mahalleyi örgütleyen ve bu sırada yaralanan Çengelköy muhtarı Can Cumurcu’ya ayırdı.
Önce ‘muhtar’ın ne anlama geldiğini okurlarına anlatan Kingsley, şöyle devam etti: "Can Cumurcu çok ayakta duruyor. Bir nevi işi dolayısıyla: O bir muhtar, İstanbul’un Asya yakasında küçük bir mahallenin seçilmiş baş adamı ve orada oturanların yönetimsel sorunlarıyla ilgilenmek onun görevi. Bir saat önce ofisini ziyaret ettiğimde her birkaç dakikada izin kağıdı ya da bir imza için gelenleri karşılamak için kalkıyor. Ancak Cumurcu’nun ayakta durmasının başka bir sebebi var. Darbe girişiminde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a sadık bir muhtar olarak, asi askerlere mahallesindeki direnişe liderlik etti. Birlikler bölgeye saldırırken, bir mermi sağ üst uyluğuna girmiş. Yarası doğru dürüst iyileşmemiş. ‘Acıdan kurtulmak için ayakta durmak zorundayım’ diyor."
Cumurcu’nun mahalle sakinlerinin isteklerinden arta kalan zamanda kendisini dolaştırıp o gecenin izlerini gösterdiğini anlatan Kingsley, şunları anlattı: "15 Temmuz’da saat 10’u biraz geçmişken, nefes nefese bir grup mahallelinin kendisine askerlerin dolaştığını söylediği noktayı geçtik. Bundan bir saat sonra darbeci bir albay uzun namlulu silahıyla ona yaklaşıp içeri girmesini söylemiş. ‘Kafan mı güzel’ diye yanıt vermiş, ‘Ne içtin sen?’ Albayı kovmuş, onun yokluğunda yerel polis karakolunun dışına bir dizi barikat yapılmasını organize etmiş. Ona o anlarda siyasi sadıklığının ötesinde kendi kişisel güvenliğine öncelik verip vermeyi düşünüp düşünmediğini sordum. Ama anlattığına göre, ikici kez düşünmemiş. Dua etmiş. Tekrar dua etmiş. Onları son kez görürse diye ailesiyle konuşmuş. Erdoğan’ın sağ olup olmadığını öğrenmek için Cumhurbaşkanlığını aradıktan sonra uzun bir geceye hazırlanmış. Gece yarısından sonra askerler geri dönmüş. ‘Türkiye’nin askerleri!’ Cumurcu ateş edildiğini hatırlıyor. ‘Kendi halkınıza ateş etmeyin!’ Dakikalar sonra kendi de vurulmuş."
Cumurcu’nun yeğeni de dahil olmak üzere 17 mahallelinin o gece öldüğünü öğrenen Kingsley, şöyle devam ediyor: "Ama Cumurcu bir kahraman olarak hayatta kaldı, demokrasinin bir savunucusu olarak."
Kingsley, o geceki kahramanlığının ardından, Kadri Gürsel’in de içinde olduğu onlarca gazetecinin tutuklandığı darbe girişimi sonrası döneme dair vicdan azabı duyup duymadığını Cumurcu’ya sorduğunu belirterek, aralarında geçen diyalogu şöyle anlattı: "Ama bunun konusunu açtığımda, onların hiçbirinin gerçekten gazeteci olmadığını iddia etti. Hepsi de ona göre devletin altını oymaya çalıştı ki basının görevi bu değildi."
NYT muhabiri yazısını şöyle noktaladı: "Cumurcu’ya göre Erdoğan 2002’de partisi göreve geldiğinden beri sadece altyapı ve hizmetleri iyileştirmedi. Aynı zamanda daha önceki iktidarlarca kamu kurumlarında başörtüsüne yasak getirmek gibi yaptırımlarla, dışlanmış hissettirilen dindar Türklere itibar kazandırdı. Muhtara göre, Erdoğan, ‘baskılanmış bir grup insanın yükselmesine yardım etti’.