Mersin’de göçerlerin taş ocağı sitemi: İnsanlığın sonu hazırlanıyor

Mersin’de göçerlerin taş ocağı sitemi: İnsanlığın sonu hazırlanıyor
Aydıncık’ta yangından kurtulan ama kalker ocağından kurtulamayan 98 hektarlık bölgede ağaçlar kesildi. Bölge aynı zamanda göçerlerin de yaşam alanı. Göçerler, taş ocağını kültürlerine bir saldırı olarak algılıyor, dava açmaya hazırlanıyorlar.

Osman ÇAKLI


Artı Gerçek- Mersin’in Aydıncık ilçesinde 2016 yılında ruhsatı iptal edilip kapanan kalker ocağı, geçtiğimiz ay başka bir şirket adıyla yeniden faaliyete başladı. 98 hektarlık alanda faaliyet göstermeye başlayan ocak, AKP’li Belediye Başkanı Ferat Aktan’ın oğlunun Akfa isimli firmasına ait. 2021 yılında Ege ve Akdeniz’de yaygın olarak yaşanan orman yangınlarında yanmayan alanda faaliyete geçen kalker ocağı ilçede rahatsızlık uyandırdı. Şirkete karşı şu ana kadar açılan iki dava bulunuyor. Üçüncü davayı ise bölgedeki yörük kültürünü sürdürmeye çalışan Sarıkeçililer açmaya hazırlanıyor. Yörükler, madencilik projelerini kendi kültürlerine bir saldırı olarak görüyor.

‘ÇATIŞMA DEĞİL SALDIRI’

Aydıncık’ta yangından kurtulmuş ormanlık alanda, geçtiğimiz hafta kalker ocağının ruhsat sahasında dinamitli patlatmalar yapılmaya başlandı. Yerleşim yerine yaklaşık olarak 400 metre mesafede yapılan patlamalardan ilçede yaşayanlar rahatsız. Bunun yanında ocağın ruhsat sahasıyla, göçerlerin çatışması da ortaya çıkmış. Sarıkeçililerin yılın 6 ayını geçirdikleri yer ile kalker ocağının faaliyete geçtiği yer aynı. Konuyla ilgili görüştüğümüz Sarıkeçililer Yaşatma ve Dayanışma Derneği Başkanı Pervin Çoban Savran, “çatışma” kelimesine sitem ederek yaşadıkları olayın bir saldırı olduğunu söyledi. Savran, göçer kültürünün yaşatılması için mücadelede öne çıkmış isimlerden yalnızca biri. Savran’a göre ocağın faaliyete başlaması yok oluş anlamına geliyor.

‘DİNAMİTLERİ BİZİM KALBİMİZE KOYUYORLAR’

Doğaya yapılan her müdahale; yol genişletme, madencilik ve enerji projeleri Savran’a göre insanlığın sonunu hazırlıyor. Savran, göçer kültürünün yok olma riskinden duyduğu endişeyi biraz sitem ederek şöyle anlatıyor:

“İnsanların kültüre önem verdiği, sahiplendiği yok. Zannediyorum bu gidişle ete ve süte de ihtiyaçları olmayacak! Artık bu derece korkar oldum. Yangınlar çıktığında yaz yurdundaydık. Haberi alır almaz, ‘ne yapabiliriz’ diyerek hemen buraya geldik. Yıllardır çok acı şeyler yaşadık. Yanmış alanları zaten kullanmıyoruz. Çok geniş alanlar vardı, giderek daraldı. Bize gösterdikleri yerlerde hayvanlar sadece yürüyebiliyor, yiyecek hiçbir şey yok. O dinamitleri bizim kalbimize koyuyorlar. Konar-göçer Sarıkeçililerin kültürünü yok etmek istiyorlar. Kültürümüzü yaşatmakta zorlanıyoruz. Bir tarafta barajlar, bir tarafta orman kesiliyor bir tarafta madenler açılıyor.”

‘YANGIN BAHANELERİ, TAŞ OCAKLARI ŞAHANELERİ OLDU’

Bütün süreci “Yangın bahaneleri taş ocakları şahaneleri oldu” sözleriyle özetleyen Savran, kendilerine sürekli derelere hayvanlarla inmemeleri gerektiği yönünde telkinlerde bulunulduğunu anlatıyor: “İnanılmaz zorluklar yaşıyoruz bu dille falan anlatılmaz.”

Topluluklarının kendi kendine yetebilen bir niteliğe sahip olduğunu es geçmiyor Savran ve bunun istenmediğini, kendilerinin de sisteme dahil edilmeye çalışıldığını belirtiyor. Göçerlerin ağacı kutsal saydığını ve doğanın kendi kurallarına göre oyuncu olduklarını “söylemeden edemem” diyen Savran, yaşadıkları ‘saldırının’ sistematik olduğunu düşünüyor:

“Sistematik şekilde yok ediliyoruz. Yangınlar kullanabileceğimiz alanları daraltınca, başka yerlerdeki göçerlerle küçük alanlara sıkışıyoruz. Ben şunu iddia ediyorum, bizim olduğumuz yerde orman yangını olmaz. Çünkü bir tane ateş yakmayız, ağaç kesmeyiz.”

‘30 AİLE VE 800 KEÇİ İLE HAREKET HALİNDEYİZ’

Sarıkeçililerden Muhammet Yagal, yılın altı ayını Aydıncık’ta diğer altı ayını Konya Seydişehir’de geçirdiklerini anlatırken taş ocağından duyulan rahatsızlığı şöyle ifade ediyor: “Yaklaşık 25 yıldır aynı yerdeyiz göçerlik yapıyoruz. Yörüklerin yüzde 40’ı hayvancılığı bırakmak zorunda kaldı. Hayvanların otladığı yerde şimdi dinamitler patlıyor. Yaşam alanlarımız daralıyor. Biz aynı anda 800 hayvan ve 30 aile ile hareket halinde oluyoruz. Yanan alanları kullanamadığımız için küçük bir alana sıkıştık. Herkes aynı yeri kullanıyor. Bir de üstüne taş ocağı açıldı.”

Yagal’a göre çiftçilik yavaş yavaş son buluyor, insanlar hayvanlarını mecbur satmak zorunda bırakılıyor. Ancak kendisi her şeye rağmen kültürünü de yaşatmak için vazgeçmeyeceğini belirtiyor.

Öne Çıkanlar