Midas Operasyonu
Der Spiegel'in Türkiye'de soru önergesi de olan o makalesinin tamamı.
![Midas Operasyonu](https://i.artigercek.com/2/1280/720/storage/old/news/19328.jpg)
HABER MERKEZİ- Der Spiegel Dergisi'nde Ağustos ayında yer alan bir makalede Zarrab davasından endişelenmesi gereken isimler arasında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da yer aldığı belirtilmişti. CHP Milletvekili Fikri Sağlar da bu makaleden yola çıkarak Başbakan Binali Yıldırım'ın yanıtlaması isteğiyle bir soru önergesi vermişti.
Sağlar, söz konusu makalede bir çok ayrıntıya yer verildiğini belirtmiş ve "İddianamede Türk bürokrasisinde dağıtılan rüşvetlerin excel tablolar halinde yer aldığını açıklayan Der Spiegel, en çok rüşveti (eski sanayi bakanı) Zafer Çağlayan’ın 32 milyon avroyla aldığını, (eski içişleri bakanı) Muammer Güler’e ise hizmetleri karşılığında 6 milyon dolar ‘ödendiğini’ öne sürmektedir.
İktidar sahiplerinin kamuoyu vicdanını yaralayan bu iddialar hakkında ivedilikle açıklama yapması gerekmektedir.
Altın kaçakçılığı, kara para aklama gibi yüz kızartıcı bir davada Türkiye'nin adı neden geçmektedir?
Türkiey'de örtbas edilen 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonunun, Amerika'da dillendirilmesi sizi korkutuyor mu?" demişti.
İşte Türkiye'de de yankı bulan Der Spiegel'de Hauke Goos ve Ralf Hoppe imzasıyla yayınlanan beş sayfalık o makalenin tamamı:
"MİDAS OPERASYONU
19.3.2016 tarihinde saat 20’ye doğru THY’nin 077 sefer no’lu uçağı Miami havaalanına inişe geçiyordu. 13 saat süren yolculuk İstanbul’dan başlamıştı. Ekonomi sınıfındaki yolcular bir an önce dışarı çıkmayı bekliyordu. Koltuklar dik duruma getirildi, kemer ikaz lambaları yandı. Miami’de hava sıcaklığının 26 derece, gökyüzünün kapalı olduğu anonsu yapıldı ve kabin personelinin yerlerine geçmesi istendi.
Business sınıfında hava daha serindi. Önlerde baba, anne ve çocuktan oluşan bir aile oturmaktaydı. Anne çıkık elmacık kemikli ve çekik gözleri olan güzel bir kadındı - Türkiye’nin en tanınmış pop yıldızlarından olan Ebru Gündeş.
Yanındaki erkek otuzlu yaşların başında, orta boylu, yumuşak yüz hatlı çok güçlü ve çok zengin olan kocasıydı. Bakanlıkların makam katlarında ilişkileri hala çok sağlam ve yaşadığı İstanbul’da 72 milyon Dolar değerinde Boğaz’a nazır yalının hala sahibi Rıza Zarrab.
İran’da Tebriz’de doğan Zarrab nesillerdir Tahran ve Tebriz’de para ve altın ticareti yaparak zengin olan bir aileye mensup. Bu çift altı yıldır evli: Güzel kadın ve milyarder işadamı. Evlilikleri bitmek üzere, ancak onlar bunu henüz bilmiyorlar.
Uçak güney terminali J kapısına 20.53’te yanaşıyor. Yolcular kabin bagajlarını alıp ABD toprağına ayak basıyor. Aslında, uçak ABD hava sahasına girdiğinden bu yana geçen 3 saat boyunca Amerikan yasalarına tabi oldular.Zarrab ailesi kızlarını Orlando’da Disney World’e götürmek için geldiklerini ifadelerinde söylüyorlar.
Zarrab pasaport kuyruğundayken onu bekleyen iki gümrük muhafızı yanına geliyor. İşler karışıyor, memurlar Zarrab’ı kuyruktan çıkartıp bir sorgulama odasına götürüyor. Memurlar koyu renk takım elbise içerisinde cenaze levazımatçılarını andırıyor. FBI ajanı olduklarını söyleyen adamlar Zarrab’ı sorguluyor ve fotografını çekiyor.
Ne kadar parası olduğunu soruyorlar – çoğunluğu 100’lük banknotlardan oluşan 103.000 Dolar.
Türkiye vatandaşlığı yanısıra Makedonya ve İran vatandaşı olduğunu FBI ajanlarına açıklamıyor. Kendisine varlığı soruluyor. Zarrab, takriben 703.000 Dolar dese de memurlar bundan çok daha fazlasına sahip olduğunu tahmin ediyor. Zarrab’ın yarış atları yanısıra yarım düzine yatı - aralarında 100 m uzunlukta içerisinde üç dalış teknesi bulunan- var. Silah kolleksiyonu, özel jeti, aralarında Maserati ve Rolls Royce marka araçların da bulunduğu 17 araçlık otomobil parkını çok kısa bir zamanda edinmiş.
Sorgulama saatlerce sürüyor. Rıza Zarrab öğreniyor ki ABD hukümeti onu bir düşman olarak kabul ediyor.
HOŞ OLMAYAN KONULAR ORTAYA ÇIKACAK
O günden beri Zarrab tutuklu, önce Florida’da sonra da New York’ta. Ekim ayında Manhattan’da mahkemeye çıkacak. Daniel Patrick Moynihan mahkemesinin 17b numaralı salonunda yargıç Richard Bernan tarafından şu suçlardan yargılanacak: Para aklama, İran’a nükleer programı nedeniyle uygulanan yaptırımları delme, maliye bakanlığının çalışmalarını engelleme, banka dolandırıcılığı.
Hoş olmayan konular ortaya çıkacak – hukümetler ve politikacılar açısından; İran atom programına ilişkin; Türk bakanların rüşvet almalarına dair ve uluslararası ambargoların delinebilirliği hakkında.
Mahmut Ahmedinejad (eski İran Cumhurbaşkanı) rahatsız olacaktır. Ve de büyük bir Türk devlet bankasının eski genel müdürü Süleyman Aslan. Belki de TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan.
BU İKİ KAFADARIN HİKAYESİDİR
Bu nasıl olabildi? Neler olup bitti?
Bu iki kafadar, Rıza Zarrab ve Babek Zencani’nin hikayesidir. Bu iki kafadar dehalarını, yeteneklerini ve dizginleyemedikleri hırs ve arsızlıklarını birleştirip örneği olmayan bir yükseliş başardı. Güç, ün ve masallardaki gibi zenginlik elde ettiler. Sonunda hiçten geldikleri gibi, yine hiçlikte kayboldular – hapishane hatta ölüm hücresinde, arkalarında bir sürü soru bırakarak.
Zarrab’ı Ben Brafman savunacak; beyaz uzun saçlı ve enerjik bir yıldız avukat. Önceki müşterileri Michael Jackson, eski IMF Başkanı Dominique-Strauß Kahn ve mafya lideri Salvatore Gravano. Brafman beş avukatlık bürosuna mensup 15 avukat yanısıra, sayısız yardımcı ve raportör istihdam ediyor. Bu ekibe en son katılan, New York eski belediye başkanı, avukat Rudy Guiliani; kendisi Donald Trump’un da yakın arkadaşı olur. Şubat ayında Guiliani Ankara’ya giderek Recep Tayyip Erdoğan ile Zarrab dosyasını görüştü. Eğer tüm bağlantıları, zekası ve katılığına rağmen Guiliani de Zarrab’ı kurtaramazsa, bu adama artık kimse yardım edemez.
SPIEGEL, Brafman’a müvekkiline yöneltilen suçlamaları sordu ve aldığı cevap "Üzgünüm, size yardımcı olamam" oldu.
BU DAVA BAZILARININ KARİYERİNİ BİTİREBİLİR
Bu davaya benzer başka bir dava hiç olmadı. Bu dava bazılarının kariyerini bitirebilir, ABD-İran ilişkilerini daha da zedeleyebilir, Zarrab’ın Türk hukümeti bakanlarına rüşvet dağıttığını ortaya çıkartabilir.
Her şeyden önce bu dava uluslararası politikanın nasıl işlediğini açığa çıkartacak ve nasıl para aklandığını gösterecektir. Sadece İstanbul, Tahran ve Ankara’da olup bitenleri değil, Zarrab’ın dünya çapındaki organizasyonunda yer alan Çin, Dubai, Rusya ve Malezya gibi ülkelere de bulaşacaktır. Amerikalılar ve Avruplalılar da paylarına düşeni bu hikayede oynadı, çıkış noktası ise korku idi.
Bir İslam ülkesinin sahip olduğu atom bombasından korku. Her şey İstanbul’da inatçı bir savcının araştırmaları sonucu ortaya saçıldı. Bir ekiple çalışan, ufak tefek, bıyıklı bu adam şimdi tutuklu ve ne eşi ne de avukatı nerede olduğunu bilmiyor. Ailesini korumak için ona burada "Ö" diyeceğiz.
Burada belirtmek gerekir ki, "Ö" bu hikayede tarafsız bir oyuncu değildir. SPIEGEL ile görüşmelerinde, Pensilvanya’da sürgünde yaşayan din adamı Fethullah Gülen’e yakın olduğunu ifade etmiştir. Erdoğan ve Gülen yıllarca birlikte hareket ederek, liberal muhalefeti sindirdiler. 2013 yılında ikilinin arası bozuldu. Yargı, polis ve ordu kademelerinde önemli mevkilere gelen Gülenciler Erdoğan’dan kurtulmak istediler ve Erdoğan da bunu biliyordu.
Savcı "Ö"nun Erdoğan’la ilgili araştırmaları her ne kadar politik motivasyon taşısa da bunların doğru olmadığı anlamı çıkartılmamalıdır. Şu gerçek ki, Erdoğan başarısız darbe girişimini bahane ederek, Gülencileri makamlarından uzaklaştırarak intikamını aldı.
"Ö" görüştüğümüz 3 gün boyunca, Zarrab hakkındaki araştırmalarını nasıl yaptığını, Erdoğan’ın kabinesindeki bakanlara rüşvet ve hediyeler verildiğini, bunları nasıl belgelendirdiğini anlattı. Takriben iki düzine polis ve savcı İstanbul ve Ankara’da bu çalışmalara katılmış, aşağı yukarı 50 kişi teknik takip edilmiş; ancak Zarrab örgütü korunmaktaymış. "Ö" bizzat Recep Tayyip Erdoğan'ın bunu gerçekleştirdiğini belirtti. Erdoğan olayı örtbas etmek için aceleyle bunun üstü kapalı bir darbe girişimi olduğunu açıklamış. Dolayısıyla, kanıtlar değersiz bulunmuş.
Yine de 504 sayfalık araştırma raporu ve ekindeki telefon konuşma tutanakları, fotograflar, tablolar, fotokopiler ve orijinal belgeler mevcut. Bu rapor sekiz aylık bir takip sonucu yazılmış ve İran kaynakları ile örtüşüyor. Aynı zamanda, Zarrab’ın ABD mahkemesinde suçlandığı olaylarla da örtüşmekte, ancak bu Türkiye raporu ABD’ndeki bu davaya belge olarak kabul edilmedi.
HER ŞEY İRAN'IN NÜKLEER PROGRAMIYLA BAŞLADI
Her şey İran’ın nükleer programıyla başladı, diye anlattı "Ö". Batı ve İsrail, İran’ın atom bombası yapmasından korkmaktaydılar. Bu nedenle mollaları engellemeye karar verdiler.
Ağustos 2005’te Ahmedinejad iktidara gelince İsfahan’daki atom reaktöründe uranyum zenginleştirme çalışmalarına tekrar başladı. Şubat 2010’da ise Ahmedinejad, artık İran’ın da bir atom gücü olduğunu açıkladı.
Batı buna tepkisiz kalamazdı.
Atom bombasına sahip ülkeler: ABD, Rusya, Çin, Hindistan, Pakistan, Fransa, İsrail, Birleşik Krallık ve Kuzey Kore. Atom silahları karşılıklı korkuya dayalı bir denge düzeni tesis ediyor: Herhangi bir savaşın maliyeti, ondan umulan faydadan çok daha fazla olmalı. Bütün taraflar bu kurala uyduğu sürece karşılıklı denge sağlanacaktır. Sadece bir taraf, bir deli, bu kurala uymaz ise, tüm dünya büyük bir tehikeye maruz kalacaktır. İşte İran böyle bir tehlike oluşturuyordu.
23 Ocak 2012’de AB dışişleri bakanları önce petrol ambargo kararı alıyor ve akabinde İran merkez bankasına ticarî kısıtlama getiriyor. Avrupa bankalarındaki mevduatları donduruluyor. Bir süre sonra da ABD Avruplalıları izliyor.
BABEK ZENCANİ SAHNEYE ÇIKIYOR
Üçüncü adımda, Amerikalılarla Avrupalılar İran’ı uluslararası bankacılık sistemi dışına itiyorlar. Tüm uluslararası işlemler aynı finans ağı üzerinden yapıldığı için bu kolayca gerçekleşti. SWIFT denen bu sistem 200’den fazla ülkede 11.000 banka ve finans kurumunun birbiriyle para hareketlerini mümkün kılıyor. 17.3.2012 tarihinde İran, SWIFT sisteminden çıkartıldı. Muhtemelen Batı’nın İran’a verebileceği en ağır ceza buydu. İran’ın en önemli 2 doğal zenginliği, petrol ve gaz, SWIFT olmadan da dünya pazarlarına ulaşmalıydı. İşte bu noktada Babek Zencani sahneye çıktı ve Ahmedinejad’ın ihtiyaç duyduğu çözümü önerdi.
Zencani, 1974 Tahran doğumlu, çelimsiz ve düşük omuzlu, kızıl saçlı ve tiz sesli bir adam: Soğuk kanlı ve kendini beğenmiş birisi. Meslek itibarıyle müzik öğretmeni olan Zencani zengin olmak için önce koyun postu ticareti yapmış, sonra para ticaretine girişmiş, ancak bu da kolay olmamış.
İran kaynaklarından öğrendiğimize göre, Zencani’ye yardım eden, Şii yöneticiler arasında önemli bir mevkiye sahip, devrim muhafızları komutanı Rüstem Ghasemi imiş. Bu kişi, Zencani’yi finans akrobatı diye Ahmedinejad’a takdim ediyor. Ambargoyu belli etmeden delmeliyiz. Ambargo delinmeli, ancak yapı aynen duruyormuş izlenimi uyandırılmalı. İran’ın dünyada hiç dostu kalmamış gibi bir görüntü verilmeliydi.
ZENCANİ'NİN ŞEYTANİ PLANI
Oysa, İran’ın dostları vardı ve Zencani bu dostlardan yararlanmayı düşünüyordu. Herkesten önce Türkiye vardı. Komşu Türkiye, 2011 yılında gaz ihtiyacının % 20’sini ve petrol ihtiyacının % 50’sini İran’dan karşılamaktaydı. Türkiye, AB’ne üye olmadığından ambargo gibi uygulamalara daha serbestçe yaklaşıyordu.
Zencani’nin yargılanması sırasında ortaya çıkan Zencani planı şöyle işleyecekti: İran, Türkiye’ye petrol ve gaz satmaya devam edecek, Türkiye de bunun karşılığını TL olarak Türkiye’de bir banka hesabına yatıracak; ancak İran bu hesaptan nakit para çekemeyecek ve bu suretle ambargo şeklen duracaktı.
Zencani’nin bundan sonraki şeytanî planı, bu parayı sürekli hesaptan hesaba kaydırarak izini kaybettirdikten sonra bununla altın satınalarak İran’a getirmekti. Bu planı uygulayabilmek için de Türkiye’de bir ortağa ihtiyacı vardı.
Bu tarihlerde Zarrab ailesi İran merkez bankasına baş vurarak, islami cihad savaşçısı olmak istediklerini ve bu uğurda hizmet sunduklarını yazıyordu, zira onlar henüz cumhurbaşkanı ve çevresindekilerce tanınmıyordu. Zencani’nin ifadesinde, Zarrab bu şekilde Zencani’nin dikkatini çekiyor ve karanlıktan çıkartılıyordu, zira Zarrab çok iyi Türkçe konuşuyor ve Türkiye’yi iyi tanıyordu.
Zencani her finansçının iyi bildiği bir kuralı uygulamaya sokuyor; duran para tabiata aykırıdır, mutlaka dolaşıma sokulmalıdır. Ancak bunu yaparken hareketleri izlenememeli ve dikkat çekmemeliydi. Bu amaçla Zencani, paranın hangi şapkanın altında olduğunu saklayan üçkağıtçılar gibi, hesapları, bankaları, para birimlerini ve yerleri sürekli değiştirdi.
BEŞ ADIMLIK PLANI
Amerikan ve Türk savcılarının saptamalarına göre, Zencani’nin planı beş adımdan oluşmaktaydı:
1) İran, Türkiye’ye gaz ve petrol teslim ediyor ve Türkiye bunun bedelini ödüyordu. İran devletinin Halk Bankası nezdinde açtırdığı bir hesaba yatırılıan para rutin bir işlem olarak değerlendiriliyordu. Buraya kadar, yaptırım kararlarına aykırı bir durum sözkonusu değildi, zira İranlılar petrol ve gaz karşılığı para alıyor ama bununla uranyum satın alamıyordu. Sadece tıbbî malzeme, makine yedek parçası ve insanî amaçlı mallar için kullanabiliyordu. Amerikalılar ve Avrupalılar Türkiye’nin bu ticaretine yeşil ışık yakmıştı çünkü petrol ve gazdan yoksun Türkiye’nin İran’dan yapacağı ithalata ihtiyacı vardı. Sadece zamanla ithalatını azaltmasını talepetmişlerdi.
2) Türk Lirası olarak Halk Bankası hesabına yatırılan petrol ve gaz parasını İran Riyaline çevirmek için özel bir İran bankası devreye giriyor ki bu da son derece rutin bir işlem. Bu talebi ileten özel İran bankasının bu talebini döviz işlemlerinde uzmanlaşmış bir İran devlet bankasına iletmiş olması kimsenin dikkatini çekmiyor. Bu şekilde Zanjani, donuk parayı harekete geçirmiş oluyordu. Türkiye’de TL edinen İran özel bankası artık bu parayla istediğini yapabilecekti.
3) Bu aşamada Zarrab devreye giriyor ve özel İran bankasından kredi talep ediyor. Bu talep derhal kabul ediliyor ve firma görünürde mobilya ya da gemi imal etmek için kredi alıyor.
4) Bu para ile firma sahibi Zarrab mobilya imaletmek için ahşap satın almayıp külçe altın satınalıyor. Sonuçta firma onun ve ne isterse alıp satabilir. Artık para altına dönüşmüştü ve hiç iz bırakmadan İran’a götürülebilirdi.
5) Bu aşamada altın külçeleri kuryeler marifetiyle Tahran’a taşınıyor ve orada Ahmedinejad yönetimine teslim ediliyordu.
"Ö"nün açıklamalarına göre, Zarrab’ın bir kurye ordusu vardı. Herbirine içerisinde 50 kg altın bulunan çantalar veriliyor, 2 milyon€ değerindeki bu kargo Tahran’da bir yetkiliye teslim ediliyor ve kurye geri dönüyordu. 2012’den itibaren bu seferler Dubai’ye de yapılmaya başlandı. 2011 yılında Türkiye’nin İran’a altın ihracatı 54 milyon Dolar iken, 2012 yılının ilk dokuz ayında bu rakkam 6,4 milyar Dolar (119 misli) oldu.
ZENCANİ'NİN İLLÜZYON GÖSTERİSİ
Hiçbir şey yokolmaz, sadece şekil değiştirir. Eğer öyle ise, Zencani mükemmel bir sistem icad etmişti beş perdeden oluşan bir illüzyon gösterisi!
Kurye taşımacılığının büyük bir avantajı vardı; her şey alenen yapılıyordu. Kanunsuz bir şey yapılmıyordu ve Türkiye de bundan kârlı çıkıyordu zira altın ihracatı Türkiye’nin dışticaret istatistiklerine dahil edilince Türkiye Gana ve Güney Afrika gibi altın imalatçısı bir ülke oluyordu. İhracat performansı iyileşince kredi derecelendirme kuruluşlarının rating’leri de artıyordu
ZARRAB ABARTTI VE SINIRI AŞTI
Bu noktada Zarrab’ın görevi, gerektiğinde makineyi yağlamaktı, diyen "Ö", Zarrab bu konuda olağanüstü bir yetenekti, ama abarttı ve sınırı aştı
"Ö"nün açıkamalarına görer, Zarrab politikacılardan dost edinmeliydi. Araştırmalar ve meraklı sorular baştan engellenmeliydi. Gümrük memurları, polisler ve gazeteciler doğal düşmanlardı ve bir illüzyonist gibi duman ve ışık oyunlarıyla dikkatleri dağıtılmalıydı.
Bu duman harekatında mümkün olduğunca çok firma ile çalışılmalıydı. Zarrab’ın 43, Zanjani’nin ise 60 (aralarında banka, tersane mobilya fabrikası ve havayolu) şirketi vardı. Bunlarla rahatça operasyon yapabilmek için Zarrab’ın siyasî desteğe ihtiyacı vardı. Dolayısıyle Zarrab hukümet üyeleriyle dostluklar kurdu. "Ö" bu hususun New York’taki davada da ortaya konacağını iddia ediyor. Türkiye’de siyasî dostluklar çoğunlukla bir bedel karşılığı elde edilir; ancak Zarrab ve ekibinin bu yöndeki çalışmaları, savcının iddianamesinde belirtildiği üzere, çok farklı boyutlara ulaştı.
İddianamede diğer belgeler arasında bir de Zarrab imparatorluğunun ödemelerini gösteren bir excel tablosu yer almaktadır. Ekonomi bakanı Zafer Çağlayan en çok rüşveti almıştır: toplam 32 milyon €, 10 milyon Dolar, 300.000 İsviçre Frangı, üstüne üstlük kuyruklu bir piyano. Saatlerden söz ediliyor: biri 464.000 €, diğeri 729.850 Dolar ve bir de milyon Dolar’lık mücevher!
İçişleri bakanı Muammer Güler de 6 milyon Dolar rüşvet almış. Savcının belirttiğine göre, Zarrab 50 milyon Dolar dağıtmış.
İyi günlerde Zarrab, bakanlıklara istediği gibi girip çıkıyor dalış botları ve yarış atları satınalıyordu. Güzel eşi, Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte ‘birlikte ıslandık yağan yağmurda’ şarkısını söylüyordu. Bazı küçük olaylar Zarrab’ı rahatsız ediyordu: Mart 2014’te trafikte boşuna zaman kaybettiğine hükmetti. Trafik ışıklarında beklemek gerekiyordu, trafik sıkışıklığı her yerde vardı. Bazı yollarda güvenlik şeridini kullanmak için Zarrab içişleri bakanının oğlu Barış’a 1,5 milyon Dolar ödedi. O günlerde kullandığı imzası bir bulutu andırıyoru – kibir, para hırsı ve kabul görme ihtirasının bir ifadesi.
SAÇTIĞI PARALAR ABSÜRD BULUNMAYA BAŞLADI
İnsan aptal olmamalı!
Bir noktadan sonra Zarrab tökezledi ve aptalca davranmaya başladı. Saçtığı paralar, rüşvet almaya alışkın çevrelerce bile absürd bulunmaya başladı. Artık Zarrab göze batıyordu ve adamları peşpeşe hatalar yapıyordu. Hayali bir işlem olarak, Dubai’den buğday ithaledildi – oysa çölde buğday yetşmediğini bilmeleri gerekirdi. Bunlar yine de ufak hatalardı.
Zarrab ve Zencani’nin en ağır hataları planı sonun kadar düşünmemiş olmalarıydı. Bu tür işlerde bir ya da iki acil kaçış yolu öngörülmesi gerekir. Zencani ve Zarrab, hazine dairesine dalarak ceplerini doldurduktan sonra şampanya patlatan, ama dışarıda kaçış arabası bulundurmayı unutan banka soyguncuları gibiydi.
Daha basit olamaz mıydı? Belki. Daha tehlikesiz geçiştirilemez miydi? Mutlaka. Ama Türkiye üzerinden altını ve bir sürü şirketi işin içerisine sokarak dolaşmak Zarrab’la Zencani’yi vaz geçilmez ve de zengin yapıyordu. Sonunda iki rastlantı, hemen hemen aynı zamanda, her şeyi tarumar etti.
TAHKİKATIN ADI MİDAS OPERASYONU
1 Ocak 2013 tarihinde saat 06.40’ta İstanbul havaalanına bir Türk kargo uçağı indi. Aslında bu uçak başka bir havaalanına inecekti, ama sis nedeniyle buraya yönlendirilmişti. Uçakta Ghana’dan yüklenen 65 milyon Dolar değerinde 1,5 ton altın bulunmaktaydı. Alıcı, Babek Zencani’ye ait Sorinet şirketi idi; ancak belgeler düzgün olmadığından uçağa el kondu. Bunu takibeden günler ve haftalar boyunca Zarrab çokca ve öfkeyle sağa sola telefon etti ta ki uçağı serbest bıraktırıncaya kadar.
Ancak artık dikkatler üzerine çevrilmişti. "Ö"nün başında bulunduğu ekip 47909374-59351 sayılı dosya kapsamında resmi bir tahkikat başlattı. Bu tahkikata Midas Operasyonu adı verildi. Savcılar zaman zaman 24 saat çalıştı ve Aralık 2013’te Türkiye’yi sarsan rüşvet skandalı patlak verdi. Aralarında üç bakanın oğlu ve Zarrab’ın bulunduğu 50 kişi tutuklandı, ancak o tarihte başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan suçlamaları güçsüzleştirdi ve aynı zamanda kendisine uzanmasını engelledi.
Çağlayan, Güler ve Bağıs gibi değişik bakanlar Aralık 2013 sonunda makamlarından ayrıldılar, ya da değiştirildiler. Parlamentoda bir araştırma komisyonu kuruldu, bu komisyon Ocak 2015’te delillerin dava açmak için yetersiz olduğuna karar verdi. Parlamento da Ocak 2015’te oy çokluğuyla bu bakanların Yüce Divan'da yargılanmalarına gerek olmadığına hükmetti. 74 gün sonra da Zarrab serbest kaldı.
"Ö"nün anlattıklarına göre, bu savcı ve ekibindekiler birer birer tutuklanırken Zarrab güvende idi- şimdilik. O günlerde Tahran’dan ikinci darbe geldi.
İRAN HAZİNESİNDE BİR KAÇ MİLYAR YOK OLMUŞTU
Hasan Ruhani, İran’da iktidara gelmişti. Onun ekibi selefi Ahmedinejad döneminde yapılan işlemleri ve Zanjani’yi dikkatlice incelemeye başladı ve gördü ki İran hazinesinde birkaç milyar yok olmuştu.
Bunun üzerine Babek Zencani 30 Aralık 2013’te tutuklandı. Zencani Tahran’da yargılanmaya başladıktan 2 yıl ve 2 ay sonra 6.3.2016’da dünyada fesat yaratmaktan suçlu bulunarak ölüme mahkum edildi.
Zencani hakkında ölüm kararı verilmesinden 2 hafta sonra Zarrab karısı ve kızıyla THY uçağına atlayıp, geçmiş yıllarda kanunlarına karşı geldiği ABD’nin Miami şehrine uçtu – belki kendine aşırı güvenden ya da aptallığından.
Rıza Zarrab New Yok Metropolitan Ceza Infaz kurumunda davasını bekliyor. Ön duruşmalar Daniel Moynihan mahkemesinin 17b numaralı lambri kaplı salonunda yapılırken Zarrb hapishanenin mavi kıyafetleri içerisinde bitkin ve durgun izliyor ve arasıra notlar alıyordu. Zayıflamıştı. Gözlemciler şaşkın olduğunu bildiriyor, sanki olup biteni anlamaya çalışır gibi."