'OHAL milli güvenlik için değil, AKP'ye muhalefeti yok etmek için kullanıldı"
Af Örgütü'nden Andrew Gardner, HDP'ye yönelen baskıdan Kürt meselesine, mültecileri kapana kıstıran AB anlaşması ve işkence iddialarına dair pek çok konuyu Artıgerçek'e değerlendirdi

Gülten Sarı
15 Temmuz başarısız darbe girişiminin ardından tutuklanan 100 binden fazla kişiyle ilgili hazırladığı raporla gündeme gelen Uluslararası Af Örgütü'nden Türkiye araştırmacısı Andrew Gardner, Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu temel insan hakları sorununu Artıgerçek için yorumladı.
Gardner, OHAL'in milli güvenlik amaçlı olmaktan çıktığını ve AKP'ye yönelik muhalefeti susturmaya yönelik suistimal edildiği görüşünde. İşkence iddialarının arttığına dikkat çeken Gardner, Kürt siyasetine yönelik de sistemli bir baskı yürütüldüğünü ifade etti.
Türkiye'ye geliş sürecini anlatır mısın?
Türkiye'ye ilk kez 1999'da geldim. İngiltere'de Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdim. Sonra Essex Üniversitesi'nde insan hakları üzerine yüksek lisans yaptım. Lisanstan sonra birçok ülkeye gittim. Türkiye'yi sevdim ama çok kalmadım, tekrar 2001'de geldim. O zaman İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde 1 yıl hazırlık okudum. O sırada sivil toplumda zaten bazı çalışmalar yapmıştım İngiltere'deyken. Türkiye'de mülteci meselesi üzerine çalıştım biraz. 2002'de gönüllü olarak Türkiye'de birşeyler yapmaya başladım. 2003'te Helsinki Yurttaşlar Derneği'nde gönüllü olarak çalışmaya başladım. Dernek bünyesinde mültecilere destek için proje başlatıldı ve ben de o projeye dahil oldum. Hukuki yardım merkezli bir konuydu. 3 yıl çalıştım bu projede.
Mültecilerle hukuki yardım konuları üzerinde çalıştım. Bilgilendirme, statü, başvuru gibi konular. Türkiye'de o zaman, şu anki sayıya kıyasla çok daha az sayıda mülteci vardı; daha çok Irak, Afganistan ve Somali'den gelen mülteciler vardı. O dönem çok fazla yasa yoktu Türkiye'de mültecilerle ilgili.
İnsan hakları üzerine çalışma fikri nereden doğdu?
İngiltere'de öğrenciyken de mültecilerle ilgili projelere katıldım gönüllü olarak. Çok önemli bir konuydu bu. Mültecilerin durumu o zaman da şimdi de --sonuçta İngiltere'de mülteciler meselesi ciddi insan hakları ihlalleri içeren konularından biri--çok önemli bir sorun. İngiltere devletinin çözmediği bir sorun mülteci sorunu. İngiltere'deyken mülteci sorunu üzerine birşeyler yapmak istedim. Türkiye'de de aynı şekilde. 2003'ten önce Mısır'a gittim. Yine mültecilere destek konusunda burada çalışmalarımı sürdürdüm. Mübarek dönemi Mısır'ında İnsan Hakları Derneği'nde çalıştım. Burada daha büyük sorunlar vardı. Mültecilerin maddi durumu çok daha kötüydü birçok durumda. Sonra Türkiye'ye döndüm ve Helsinki Yurttaşlar Derneği bünyesinde çalışmalarımı sürdürdüm. 2006'da ayrıldım Türkiye'den.
Nereye?
Farklı yerlere gittim. Venezuella'da kaldım bir süre sonra İngiltere'ye dönerek İnsan Hakları Hukuku konusu üzerine yüksek lisansımı yaptım. 2007'de Af Örgütü'tün Londra'daki genel merkezinde Türkiye araştırmacısı olarak çalışmaya başladım ve 10 yıldır bu göreve devam ediyorum. 5-6 yıl Londra'dan yürüttüm bu görevi. 2013'ten beri de İstanbul'dayım.
Çalıştığın bölgeler arasında insan hakları bakımından bir kıyas yapar mısın?
Türkiye'de en çok mülteci meselesi üzerinde çalıştım. Son 5 yılda Suriye iç savaşının çıkmasıyla birlikte mesele tamamen değişti burada. Türkiye, dünyada en çok mülteci barındıran ülke oldu. Ben kendi ülkeme baktığımda, İngiltere'nin çok az sayıda mülteci kabul ettiğini görüyorum. Ve gerçekten mültecileri kabul etme konusunda İngiltere'nin sicili kötü. Kaç tane Suriyeli mülteci kabul etti İngiltere bilmiyorum ama sayı çok düşük. Bu açıdan bakarsak, Türkiye bayağı ileride. Ancak mültecileri sadece sınırları içinde kabul etmek değil temel konu. Sağlık, eğitim ve konut gibi temel ihtiyaçlar konusunda çok ciddi sorunlar var Türkiye'de.
En fazla mülteci sayısı nerede Türkiye'de?
Sınır illerde de var çok fazla sayıda mülteci ancak şimdi 81 ile yayılmış vaziyetteler. İstanbul'da 300-350 bin civarında Suriyeli bulunuyor. Urfa ve Antep'te de sayı yüksek. Türkiye mültecilere kapısını açarak önemli bir şey yaptı ancak devlet, sivil topluma bir yer açmıyor. Mülteci konusunda bu çok açık ve net. Son zamanlarda Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile uluslararası sivil toplum kuruluşları kapatıldı. Bunlardan biri de Ortadoğu Barış Araştırmaları Merkezi Derneği (IMPR Humanitarian). Mültecilerin durumu son zamanlarda zorlaştırıldı. Eğitim, sağlık, konut gibi temel haklara erişim durumları daha da kötüleşti.
Peki neden?
Türkiye'de zaten hiçbir zaman sivil toplum kuruluşu olarak çalışmak kolay değildi. Yerli ya da yabancı hepsi aynı. OHAL döneminde koşullar daha da zorlaştı. OHAL ilan edilmeden önce, Suriyeli mültecilerle çalışan STK'lar için daha avantajlı bir durumdan söz edilebilir, ancak şimdi diğer STK'ların yaşadığı sorunları onlar da yaşıyor.
"TÜRKİYE'DE ÜÇÜNCÜ GÖZ İSTENMEDİ"
STK'ların güçlü olmasına izin verilmedi mi Türkiye'de?
Evet, Türkiye'de devlet hiçbir zaman sivil toplumun güçlü olmasını istemedi. Türkiye makamları, sivil toplum için önemli bir rol görmediği için onu tehdit olarak algılıyor. 3. göz istemiyorlar sınıra yakın illerde. Bunlar hassas konular Türkiye devleti için. Yerli ya da yabancı, sahada sivil toplumu görmek istemiyorlar
AB-Türkiye arasında yapılan mülteci anlaşması şu an ne durumda?
Uluslararası Af Örgütü başından beri net bir şekilde anlaşmaya karşı çıktı. Çünkü mültecilerin temel insan hakkı olarak sığınmaya başvurabilmesini reddeden bir mantıkla yapıldı bu anlaşma. Tehlike altında olan insanların Avrupa Birliği ülkelerine sığınmak için başvurabilmesi temel bir haktır ve bu hak yok sayılıyor. Otomatikman bu insanlar Türkiye'ye iade oluyor bu anlaşmaya göre. Sadece bu yıl bin kadar mülteci Türkiye'ye bu yolla iade edildi. Bu nedenle karşı çıktık.
Şu anda geldiğimiz durumda, Yunan adalarında mültecilerin çok zor şartlar altında hayatta kalmaya çalıştıklarını görüyoruz. Kar altında çadırlarda kalıyorlar. Af Örgütü bunu zaten öngörmüştü. Mültecilerin Türkiye'den gitmek isteme sebepleri de çok aşikar. Temel haklara erişim konusunda çok zorluk çekiyorlar. Daha güvenli bir hayat için gidiyorlar. Ama şu an Yunan adalarında daha kötü koşullar yaratılmış durumda.
Bu anlaşma Türkiye'den gitmek isteyen mülteci sayısını etkiledi mi?
Gitmek isteyenlerin sayısında bir değişime neden olmadı anlaşma. Avrupa'ya geçiş yolları mülteciler için çok riskli ve tehlikeli. Eskiden kara yoluyla orman üzerinden sınırı geçmeye çalışıyordu mülteciler. Ya da nehir yoluyla gittiler. Bunlar daha güvenli yollar. Sonra bu geçişleri zorlaştırdılar. Yunanistan ve Bulgaristan sınırından geçmek neredeyse imkansız oldu. Türkiye'nin getirdiği engeller de buna eklenince deniz yoluyla Yunan adalarına geçmeye çalıştı daha büyük bir nüfus. Bu çok daha tehlikeli bir yol. Ege'den geçerken, 2015-2016 arasında çok sayıda insan öldü. Mültecilerin neden gitmek istediği çok açık. Bu konuda İstanbul, Urfa ve Antep'te görüşmeler yaptım. Kalıcı bir hayat imkanı bulabilselerdi gitmezlerdi.
Türkiye mülteciler için nasıl tanımlanabilir?
Mülteciler temel haklara sahip değil. Çalışma izni alamıyorlar. BM gibi uluslarararası kurumlardan yeterli destek de göremiyorlar. Geçimlerini sağlayamıyorlar.
Çocuk işçi ve Suriyeli kadın ticareti konusunda neler söyleyebilirsin?
Bunlar ciddi sorunlar. İnsanlar Türkiye'ye gelmeden önce aylarca, yıllarca yerinden edilmiş bir şekilde yaşamışlar. Tüm mal varlıkları ve paralarını kaybetmişler. Bir de Türkiye'ye geldikten sonra, ne para kazanabiliyorlar ne de destek alabiliyorlar. Böyle bir durumda bu tür ağır sorunlar yaşanıyor. Temel haklara erişim sorunu bir bütün olarak çözülmedikten sonra çocuk işçi ve insan ticareti gibi sorunlar var olmaya devam edecek.
"AB-TÜRKİYE ANLAŞMASI MÜLTECİLERİ DEĞİL AB SINIRINI KORUMAK İÇİN YAPILDI"
Son dönemlerde yerel halk-mülteci gerilimi yaşanıyor kimi yerlerde. Kaynayan kazan durumu var mı bu konuda?
Bu tür ufak çaplı gerilimler medyada dengesiz bir şekilde yer alıyor. Türkiye en çok mülteci barındıran ülke olarak, insanlar mültecilere karşı genel olarak iyi bir yaklaşım sergiliyor. Geldiğim ülkede çok daha az bir mülteci sayısı olmasına rağmen maalesef ırkçı tepkiler daha fazla. Türkiye'de öyle bir durum yok. Suriyeli mültecilerin büyük bir bölümü düzenli bir iş olmadan, ulusal ya da uluslararası kuruluşlardan çok yardım almadan Türkiyeli komşularının destekleri ile yaşıyorlar. Buna çok şahit oldum araştırma yaparken. Mültecilere karşı ciddi bir ırkçılık, öfke Türkiye toplumunda görmüyorum. Senin bahsettiğin kötü örnekler olduğu gibi çok iyi örnekler de var. Bu tür gerginlikler sırasında siyasetçilerin ve emniyetin tutumu çok önemli.
Ancak bazen muhalif partilerinden mültecileri hedef alan milliyetçi söylemler duyuluyor. Bunların gerilimde etkisi oldu. Yine de çok fazla olay yaşanmadı ve umarım da yaşanmaz.
Sonuç olarak bakıldığında, AB-Türkiye mülteci anlaşması mültecileri değil, AB sınırını korumak için tasarlanmış bir anlaşma. O zaman da şimdi de mültecilerin temel hakları unutulmuş durumda. Mülteciler pazarlık konusu yapıldı.
KÜRT MESELESİ
OHAL öncesi, sokağa çıkma yasakları ve darbe sonrası durumu kıyaslar mısın?
Son yıllarda Af Örgütü, mülteci sorunu, ifade özgürlüğü ile birlikte en çok Kürt meselesi üzerinde çalıştı denebilir. Güneydoğu'da yaşanan insan hakları ihlalleriyle ilgili, özellikle çatışma süreci başladıktan sonra üç konu üzerinde çalıştık. Birincisi, sokağa çıkma yasakları. Bunun yasal zemini olmadığını, orantısız ve keyfi bir uygulama olduğunu zaten ilk Cizre'de 7 gün sokağa çıkma yasağı ilan edildiğinde söyledik. İkincisi, sokağa çıkma yasakları sırasında sivil yaralanmalarına ve kayıplarına neden olan orantısız güç üzerinde çalıştık. Yasaklar sırasında Cizre ve Silopi gibi yerlere ulaşamamak bizim için büyük bir sorun yarattı araştırma yaparken. O konuda tüm taraflarla görüştük: Devlet yetkilileri, sivil halk ve sivil toplumla. Raporlar hazırladık. Üçüncü olarak da zorunlu göç üzerine çalıştık. Aralık ayında da kapsamlı bir rapor hazırladık. Sokağa çıkma yasakları sonucunda silahsız sivil kayıpları yaşanırken bir yandan da ciddi oranda bir zorunlu göç dalgası gerçekleşti.
"500 BİN KİŞİ YERLERİNDEN EDİLDİ"
En çok hangi bölgede yaşandı bu zorunlu göç?
Biz özellikle Sur'a odaklandık. Burada on binlerce insan evlerini terk etmek zorunda kaldı. Bölgede genel olarak 500 bin kişi yerlerinden edildi. Çok önemli bir insan hakları sorunu bu. Sağlık ve eğitim hizmetlerine erişimde büyük sorun yaşadı yerel halk ve bu devam ediyor. Görüyoruz ki Sur'da yıkım sürüyor. Daha fazla göç demek bu. İnsanlara geri dönüş hakkı tanınmayacak gibi görünüyor. Devlet geri dönüş hakkı sağlama yükümlülüğünü ne yazık ki yerine getirmiyor.
Yerel halkta duygusal bir kopuş, affetmeme hali gözlemledin mi?
En çok Sur'da ailelerle görüştüm. Sur'un nüfusunun büyük bir bölümü zaten göç mağduru insanlardan oluşuyordu. 2015'te başlayan göç dalgası bazı ailelerin ikinci göçü. 1980-1990'lı yıllarda özelllikle Diyarbakır'ın köylerinden kaçıp Sur'a yerleşmiş aileler çoğunluğu. O travmayı atlatmadan ikinci göçle karşılaştılar. Şimdi daha büyük bir travma yaşıyorlar. Evet, insanlar öfkeli, mutsuz. Sur'da yaşayanların büyük bölümü zaten yoksul aileler. Onların tek sahip oldukları şeyleri evleriydi şimdi onu da kaybettiler.
"HDP'YE KARŞI YÜRÜTÜLEN SİSTEMLİ BİR BASKI VAR"
HDP'li siyasetçilere yönelik tutuklamaları nasıl yorumluyorsun?
Keyfi bir uygulama olarak sokağa çıkma yasakları, orantısız güç kullanımı ve göçe zorlanmışlık bir toplu cezalandırmadır. OHAL altında muhalif Kürt siyasetine karşı çok sistemli bir baskı uygulanıyor. Yerel yönetimde çok sayıda belediyeye kayyum atandı. Çok sayıda Kürt muhalif cezaevine konuldu. Belediye başkanları ve milletvekilleri için de durum aynı. Kürt basınının büyük bir bölümü kapatıldı. Çok sayıda Kürt gazeteci ve aktivist hapse atıldı. OHAL, milli güvenliği korumak için değil AK Partiye eleştirileri kesmek için kullanıldı. Bu çok aşikar.
Af Örgütü olarak bu durumun düzeltilmesi için bir çağrınız oldu mu?
Af Örgütü olarak bizim bu konuda çağrımız net. Biz siyasi bir tutumla hareket etmiyoruz. İnsan hakları kuruluşu olarak, ifade özgürlüğü ve temelde insan hakları açısından hiç kimse, siyasetçi, aktivist ya da gazeteci barış için eleştiri ya da fikirlerini, sosyal medya ya da siyasi mitinglerde, gazetede paylaştıkları için kovuşturmaya uğramamalı.
Ancak sistemli olarak Türkiye'de tam tersini gördük. Bugün devlet ya da hükümet yetkililerine yönelik herhangi bir eleştiri, cezai kovuşturma, tutuklama ya da ceza ile sonuçlanabilir. Bunları öngörebilmek imkansız hale geldi.
Mesela bugün iki kişi açlık grevine devam ederken hiçbir meşru gerekçe olmadan, barışçıl bir protesto yaptıkları için gözaltına alındı ve adliyedeler. [Nuriye Gülmen ve Semih Özakça dün tutuklanarak cezaevine gönderildi]. Af Örgütü olarak yıllardır ifade özgürlüğü üzerine çalışıyoruz. 2013 yılında ifade özgürlüğü raporu yayınladık. 10 tane ayrı yasal düzenleme üzerinde rapor yazdık. Şimdi öyle birşey yapmak imkansız. Çünkü herhangi bir madde gerekçe gösterilerek insanlar hapse atılabiliyor. O zaman da ifade özgürlüğü önündeki engelleri raporlaştırıyorduk ancak durum bugün malum. Türkiye en çok gazeteci hapseden ülke konumunda. Ağır insan hakları ihlalleri yaşandığını herkes biliyor. Türkiye'nin kötü bir sicili var. Gazeteciler için ne kadar tehlikeli bir ülke olduğu açık.
Af Örgütü olarak yürüttüğümüz kampanyaya büyük bir destek verildi. 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü kampanyasında imza sayısı 250 bini aştı. Çok büyük bir dayanışma sergilendi. Sivil toplum gerçekten bu sorunun farkında. Ancak maalesef hükümetler yeterince eleştiride bulunmuyor.
Neden?
Özellikle Avrupa Birliği ülkeleri. Daha çok kendi çıkarları üzerine odaklanıyorlar. Özellikle AB-Türkiye anlaşmasının devam etmesi öncelikleri. Ya da Suriye politikası, ekonomik ilişkiler. Mesela, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Trump arasındaki görüşmede insan hakları ihlalleri konusu hiç gündeme gelmedi. Uluslararası toplum ihlallerin farkında olmasına rağmen maalesef Türkiye'nin sivil toplumunu yalnız bıraktı.
Peki bu tutum Türkiye'nin tümüyle kaybedilmesine sebebiyet verebilir mi?
AB ülkeleri Türkiye ile iyi ilişkiler sürdürmek için eleştiri yapmıyor ancak Türkiye ile iyi ilişkileri sürdürmek, baskıcı bir hükümet yönetimi altında daha da zorlaşacaktır. Gelinen nokta, özellikle Brüksel'in, AB Konseyi'nin Türkiye politikalarının ne kadar başarız olduğunun göstergesi.
"TÜRKİYE'DE KORKU İKLİMİ VAR"
Gazetecilere yönelik baskı ile ilgili neler söylersin?
Özellikle darbe girişiminden sonra, OHAL döneminde işkence iddiaları üzerinde araştırma yaptık. Maalesef darbe girişiminden sonra işkence iddialarında çok büyük bir artış oldu. Tabii ki bu sıfırdan başlayan birşey değil. Özellikle Güneydoğu'da sokağa çıkma yasakları sırasında işkence iddialarının sayısı çok artmıştı. Ancak, özellikle İstanbul, Ankara gibi şehirlerde polis nezarethanelerinde vaka sayılarında büyük artış olduğunu gördük. Bunlarla birlikte hapishanelerde çok daha fazla keyfi uygulama başladı. Tecrit sorunu ağırlaştı. Var olan tüm sorunlar OHAL'le birlikte daha da kötü oldu. Ancak sayı yok elimizde. Avukatlarla görüşerek hapishanelerdeki sorunları tespit ettik. İnsanlar somut delil gösterilmeden tutuklanmış vaziyette. Aylardır orantısız bir şekilde iddianameler hazırlanmadan cezaevinde tutuluyor. Tutukluluğa etkin bir şekilde itiraz etme imkanlarına sahip değil.
Peki yargı tarafsızlığı?
Yargı tarafsızlığı Türkiye'de çok eski bir sorun. 2013'te başlamadı bu sorun. Daha önce çok büyük bir sorundu ama özellikle son dönemlerde çok sayıda hakim savcı görevinden edildi, tutuklandı. Türkiye genelinde büyük bir korku iklimi var. Yargıda da durum böyle.
Türkiye'nin geleceğine dair umudun var mı?
Hep umutluydum Türkiye'nin geleceğine dair. Türkiye başka ülkelere kıyasla aktif ve mücadele veren bir sivil topluma sahipti. Hala da öyle. Kısa vadede bir iyileşme beklemek çok gerçekçi değil. OHAL, AK Parti'ye yönelik eleştirileri kesmek için kullanıldı. Haftasonu da OHAL'in uzatılacağı yönünde mesajlar verildi. Bu tabii ki olumsuz birşey. OHAL sürerken insan haklarında gelişme beklemek mümkün değil. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, Türkiye'nin aktif, mücadeleci bir sivil topluma sahip olduğunu unutmamak lazım.