Pes etmediler, kendi akademilerini kurdular
Barış Bildirisi’ne imza attıkları için ihraç edilen akademisyenler, Dayanışma Akademileri’nde eğitim veriyor.
BAHAR KILIÇGEDİK
Üniversitelerdeki baskılara karşı alternatif olarak ortaya çıkan akademilere ilgi her geçen gün artıyor.
Çatışmalı sürecin başlaması ile birlikte yayımladıkları "Barış Bildirisi" ile dikkatleri üzerlerine çeken akademisyenler, ülke gündemindeki yerini koruyor. Akademisyenler gözaltı, soruşturma ve yargılamalarla karşı karşıya kaldı. En son, OHAL kapsamında yayımlanan KHK’larla mesleklerinden ihraç edildiler. Ancak pes etmediler.
Akademinin YÖK’e bağlı olan üniversitelerden ibaret olmadığını düşünen akademisyenler, alternatif eğitim kurumları oluşturdu. Türkiye genelinde açılan alternatif akademilerden biri de Dersim’de bulunuyor. Munzur Üniversitesinden ihraç edilen Tarih Bölüm Başkanı Doç. Dr. Candan Badem ve Barış Bildirisi’nin ilk imzacılarından Yrd. Doç. Dr. Ahmet Kerim Gültekin, Dersim Dayanışma Akademisi’nde ders veriyor.
Barış Bildirisi’ne imza attığı için 679 sayılı KHK ile Munzur Üniversitesinde ihraç edilen akademisyen Etnolog Ahmet Kerim Gültekin ile Dersim’de bir araya geliyoruz. Barış Bildirisi’ne imza atma sürecini, üniversiteden ihraç edilmesini ve eğitim verdiği alternatif akademiyi konuşuyoruz.
‘Barış İçin Akademisyenler Bildirisi’nin ilk imzacılarından olduğunu belirten Gültekin, kendilerine yönelik baskıların KHK’ların yayınlanması ve ihraçlardan önce başladığını söyledi. Baskıları, "Devlet, imzacı akademisyenlere, bilim insanlarına yönelik bir saldırı kampanyası başlattı" sözleriyle tanımlayan Gültekin, "Bildirinin ardından bir cadı avı başlatıldı. İhraç edilenler oldu. Odalar işaretlendi, soruşturmalar açıldı. İnsanlar tehdit edildi, mafya tehdit etti. Baskılar, imzacı tüm akademisyenlere uygulandı" diye konuştu.
Munzur Üniversitesi’nde ki ihraç sürecinin ilk Doç. Dr. Candan Badem ile başladığını ifade eden Gültekin, ihraç sürecini anlattı: "Munzur Üniversitesi’ndeki imzacılardan Candan Badem, rektörün özel gayreti sonucunda ilk KHK ile uzaklaştırıldı. Üniversitede seçilmiş tek senato üyesi olan Badem, açtığı davalarla, senatodaki tavırlarıyla akademik, demokratik, bilimsel, laik eğitimin yanında duruşu ile üniversite yönetiminin tepkisini üzerine toplamıştı. Yayımlanan KHK’ları fırsata çevren yönetim, ilk Candan Badem’i ihraç etti. Biz de ondan 6 ay sonra, 6 Ocak’ta yayınlanan KHK ile ilk imzacılar olarak ihraç edildik. Beklemediğimiz bir şey değildi."
ÜNİVERSİTE AKADEMİK ÇALIŞMALARI ENGELLİYORDU
Gültekin’e göre, üniversite yönetimi ile yaşanan gerilim Barış Bildirisi’nin yayınlanması ile başlamadı. Daha eskiye dayanıyor. Üniversite’nin siyasi iktidarın tüm tahakküm araçlarını akademisyenler üzerinde kullanmaya çalıştığını öne süren Gültekin, "Üniversite dinci gericiliği sonuna kadar dayatan, hiçbir bilimsel demokratik faaliyete izin vermeyen, hatta bazı öğrencileri örgütleyerek derste ses kayıtları alıp, BİMER’e bir takım şikayetlerle terör soruşturmalarının açıldığı abuk bir yere dönüşmüş durumdaydı. Okulda hiçbir öğrenci faaliyetine izin verilmiyordu. Biz Sosyoloji Topluluğu kurmuştuk. Onun danışmanlığını yürütüyordum. Okulun tek öğrenci yayını olan ‘Palavra Meydanı’ adlı dergimizin basımını, topluluğun panel ve konferans gibi etkinliklerini engellediler. Yani aklınıza gelebilecek üniversiteyi üniversite yapabilecek, bilim insanı yapabilecek ya da sürdürebilecek her ortamı ortadan kaldırmışlardı" diyerek hiçbir akademik çalışmaya izin verilmediğini söyledi.
BİLDİRİYE İMZA ATTI, BASKILAR ARTTI
Barış Bildirisi’ne imza attıktan sonra üniversite tarafından engelleme ve baskıların fazlalaştığını belirten Gültekin, yaşadığı sıkıntıları şöyle anlattı: "TÜBİTAK’tan kazandığım ‘Post-doktora’ bursum iptal edildi. Ondan birkaç ay sonra Cambridge Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nden aldığım davet, rektör tarafından fiilen engellendi. Kazandığım Erasmus Üğretim Üyesi Hareketliliği Programını ve doçentliğimi de engellediler. Doçentlik sürecini KHK ile ihraç edildiğim için iptal ettiler. Munzur Üniversitesi çok vasat bir üniversite… Rektör ve onun çevresindekiler, siyasi iktidara yaranabilmek adına, belki olası gelecekteki bürokratik hevesleri uğruna her türlü hukuksuzluğu pervasızca sergiliyorlar."
AKADEMİSYENLER, SAVAŞA KARŞI DUYARSIZ KALAMAZDI
Gültekin, Barış Bildirisi’ne imza atma sürecine de değindi. Bildiriye hangi gerekçeler ile imza attığını anlattı.
"Barış İçin Akademisyenler bir örgüt değil. Bu bir grup bilim insanın hazırladığı kamuoyuna sunduğu bir bildiriydi. Akademi bunu güçlü bir biçimde sahiplendi. Çünkü bir iç savaş durumu söz konusuydu. Bu savaşı Dersim’de iliklerimize kadar yaşıyorduk. Bir bilim insanı olarak hele de sosyal bilimci olarak bunlara kayıtsız kalmak, bunun dışında bilgi üretmek mümkün değil. Bildiriden iki hafta önce, bizim okulumuzun öğrencisi Şerdıl Cengiz, Amed’de kafasından vurularak öldürüldü. Birçok öğrenci gözaltına alınmış, onlarcası tutuklanmış, birçoğu o süreçte kaybolmuş. Bu koşullar altında bir bilim insanı olmanın sorumluluğu gereği, bildirinin içeriği ile pek fazla uğraşmadan güçlü bir biçimde ses çıkarmaktı."
Barış Bildirisi’ne imza atan akademisyen olarak devam eden baskılara ve yaşanan gözaltılara şaşırmadığını ifade eden Gültekin, bu baskıların kendilerine mücadeleyi yükseltmek dışında bir seçenek bırakmadığını söyledi. Mücadeleyi yine akademi çerçevesinde sürdürdüklerini belirten Gültekin, ihraçlardan sonra ortaya çıkan Dayanışma Akademileri’ni örnek gösterdi.
İHRAÇLAR, DAYANIŞMA AKADEMİLERİNİN DOĞUŞUNA VESİLE OLDU
"Olağanüstü zamanlar, olağanüstü davranışlar doğuruyor. Akademiler üzerinde neoliberal, özelleştirme ve muhafazakarlaştırma baskıları vardı. Akademide şu ya da bu ölçüde buna karşı direniyordu. Ama bugün olduğu ölçüde yaygın, kendisini sokakta ifade eden, daha radikal diyebileceğimiz biçimlerde bir karşı koyuş yoktu. İşte bu Dayanışma Akademileri biraz böyle ortaya çıktı. Geçen yıl Şubat-Mart sürecinden itibaren, okullardan uzaklaştırılan ya da okullarda çalışma olanakları kısıtlanan bilim insanları, bulundukları yerlerde Dayanışma Akademileri adıyla belli platformlar örgütlemeye başladılar. Bizim Dersim Dayanışma Akademisi de böylelikle vücut buldu. Aslında ihraçlar önemli bir şeye vesile oldu. Bu akademilerde sadece ihraç edilenler değil, üniversitelerde çalışmakta olan akademisyenler de yer aldı."
AMAÇ ÖĞRENCİ İLE AKADEMİSYENİN BAĞINI KOPARMAK
Devletin, öğrenci ile bağlarını kesmek için akademisyenleri ihraç ettiğini söyleyen Gültekin, "Önemli olan o ilişkiyi sürdürülebilir kırmak. Yani bilgiyi aktarmak, inşa etmenin ötesinde Türkiye’nin entelektüel aklına hizmet edebilecek, Türkiye’nin toplumsal sorunlarına demokratik, barışçıl, eşitlikçi bir perspektifle müdahale edebilecek insanlar yetiştirmek. Müdahale ettikleri yer tam burası. Vasatlaştırmak istedikleri şey de bu" sözleri ile uygulanan politikayı anlattı. Üniversite ile bağları kesilen akademisyenlerin, Dayanışma Akademileri ile bu politikaları boşa çıkarabileceğini söyledi.
DERSLERE YOĞUN İLGİ
Dersim Dayanışma Akademisi’nde Ermenice, Uygarlık Tarihi ve Entografik Okumalar dersleri verdiklerini anlatan Gültekin, eğitim çalışmalarına ihraç edilenler, emekçiler, öğrenciler ve halktan katılım olduğunu belirtti. Gültekin, "Atölye çalışmalarımız oldukça verimli geçiyor. 13-14 Mayıs’ta bir etkinlikte bulunacağız ve katılan arkadaşlarımız seminerler sunacaklar. Burada büyük bir toplantı olacak. Ankara, İstanbul, İzmir’deki Dayanışma Akademileri’nden katılımlar olacak. Sunumlar, tiyatro gösterileri olacak" dedi.
FOTOĞRAF: Remzi BUDANCİR