Sayaç okuma işçisi: İşçilere imzalattıkları evrak resmen ölüm fermanı
Sayaç açma-kapama/okuma işçileri anlatıyor: 'Sayaç okumaya çağırdıkları işçilere evrak imzalatmışlar. Adamlara imzalattıkları evraka bakıyorum resmen ölüm fermanı.'
Rıfat DOĞAN
ARTI GERÇEK- Su, elektrik, doğalgaz sayaçlarını açma-kapama/okuma işinde çalışan işçiler, salgın sürecinde abonelerden gördükleri muameleyi, çalışma koşullarını Artı Gerçek’e anlattı.
Enerji Piyasası Düzenleme Kurumundan (EPDK) "Karantinaya alınan ve idari kararlar sebebiyle sayaç okumalarının durdurulduğu bölgeler ile sosyal mesafenin korunmasının mümkün olmadığı yerler dışında, ülke genelinde rutin sayaç okuma işlemleri devam edecek" açıklaması yapmıştı. Bu açıklamadan sonra kafalar karışmış, sayaç okunmayacağı, faturaların ertelendiği yönünde tartışmalar çıkmıştı.
Bu tartışma EPDK’nin başka bir açıklamasıyla sona erse de su, elektrik-doğalgaz sayaç açmakapama/okuma işçilerine dönük ciddi bir önlem ve tedbir açıklaması yapılmadı. İşçiler salgından önceki koşullarda olduğu gibi çalışmaya devam ediyor.
‘GÜN OLUYOR Kİ 70 APARTMANA GİRİLİYOR, 833 SAYAÇ OKUNUYOR’
Artı Gerçek, İstanbul’da su, elektrik-doğalgaz sayaç açma kapama/okuma işinde çalışan işçilerle salgın sürecinde yaşadıklarını, abonelerden gördükleri muameleleri konuştu.
Çalıştığı için ismini vermek istemediği için adını kısalttığımız V.K. adlı işçi, bir sayaç okuma işçisinin günde 833 sayaç okuduğunu belirterek "salgından önce 35-40 binaya giriyorduk. Şu an kesimler durduğu için bu sayı 20’ye kadar düştü ancak okumada sayılar 100’ü buluyor. Tam gaz devam ediyor. Bir arkadaş bana mesaj attı, 833 tane sayaç yazmışlar bu da nerden baksan 70 binaya denk geliyor. Düşünün bu adam 70 binaya girecek 833 tane sayaç okuyacak ve psikolojisi düzgün bir şekilde eve gidecek, bu mümkün mü?" diyor.
‘İŞÇİLERE İMZALATTIKLARI BELGELER ÖLÜM FERMANI GİBİ’
"Personelimizden alıp yarısını okumaya gönderdiler. Bunun nedeni de şu: Her gün sayaç okuma bölümünde çalışan 3-4 arkadaşımızı karantinaya alıyorlar. Örneğin dün bir arkadaşımızı karantinaya aldılar, eşini ve çocuklarını da hastaneye kaldırdılar" ifadelerini kullanan işçi, üzerlerindeki baskıyı şöyle anlatıyor:
"Bize yazılı talimat gönderip okuma işini yapmamız isteniyor, bu bir baskı. Sayaç okumaya çağırdıkları işçilere evrak imzalatmışlar. Çünkü bize sadece açma kestirme işi yaptırabilir. Normalde böyle bir yetkileri yok. Adamlara imzalattıkları evraka bakıyorum resmen ölüm fermanı. Evrakta ’ben bu işe kendi rızamla çıkıyorum’ yazıyor. Bu işi zorla yaptıramadıkları için böyle evrak imzalattırıyorlar. Çıkmak istemeyenlere yıllık izne, olmayanları da ücretsiz izne çıkarıyorlar. Peki o işçileri çıkardığınızda bu işi kime yaptıracaksınız? O zaman da dört işçinin yaptığı işi bir işçiye yükleyecekler."
‘KAPISINI YÜZÜMÜZE ÇARPAN, HIRSIZ MUAMELESİ YAPAN ABONELER VAR’
V.K, kendilerine verilen koruyucu malzemelerin ya eksik ya da sorunlu olduğunu dile getirerek "eldiven vermişler elimize girmiyor. Dezenfaktınımız bitti, soruyoruz gelecek diyorlar, sonra dağıttık bitti diye yanıt veriyorlar. Kendi evimizde bulunan kolonyaları, çamaşır sularını doldurup kendimiz bir şeyler yapmaya çalışıyoruz" diyor.
EPDK’nin açıklamasından sonra kafaları karışan abonelerin kendilerine inanmadığını ve "hırsız" muamelesinde bulunduğunu V.K. yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor:
"Apartmanlara girdiğimizde dairede oturanların "devlet iptal etmedi mi okumayı", "niye geliyorsunuz kapımıza" gibi sözleriyle karşılaşıyoruz. Derdimizi anlatana kadar 2-3 dakika geçiyor. İçeriye girdikten sonra aynı konuşma tekrarlanıyor. Biz derdimizi anlatamıyoruz. Psikolojisi bozulan insanlar var, bizi evde gördüğü zaman cinlenmiş gibi bakıyorlar bize. Kapıyı suratımıza çarpanlar, hırsız muamelesi yapanlar.
Kartını göster diyor, yaka kartımı gösteriyorum. Belimdeki makinaya bakmaya çalışıyor. Deyim yerindeyse hırsızların giydiği bütün teçhizatları olan maske, eldivenleri giyinip binalara giriyoruz, biz de çok iyi durumda değiliz."
‘EVDE KRONİK HASTALIĞI BULUNAN ÇOCUĞUM VAR’
V.K.’nin en büyük sıkıntısı ise evde kronik hastalığı olan bir çocuğunun bulunması, işçi kaygılı: "Psikoloji diye bir şey kalmadı. Eve giriyorum eşim evde fısfısla karşılıyor beni. Kadına bir şey diyemiyorum, kendisi zaten hamile, iki çocuğum var. Biri kronik rahatsızlığı var, zatürre geçirdi. Dört yıldır evde buharlı makine ile oturuyoruz. Çocuğum en ufak enfeksiyon kaptığında nefes alamıyor, sanki ölüyor. Biz de banyoda en az 10 dakika banyoda yıkanıyoruz."
‘EPDK’NİN AÇIKLAMASI YÜZÜNDEN İNSANLARLA KARŞI KARŞIYA GELİYORUZ’
Bir diğer sayaç okuma işçisi K.T. de yaşadıkları yoğunluğun aynı şekilde devam ettiğini dile getirerek bazı
yerlerde abonelerle gerilim çıktığını ifade ediyor:
"Bazı bölgelerde 30-40 binaya gidebiliyorsunuz ama bazı bölgelerde sayaç bazında olduğu için bu sayı 100-120’ye çıkabiliyor. Bu sayının 170 olduğu yerler de var. EPDK’nin bir açıklaması oldu ancak sözde kaldı. Bu durum saha personeli, okuma işçileri ile aboneleri karşı karşıya getiriyor. Bununla da kalmıyor çünkü herkes televizyonlardan şunu öğrendi: EPDK açıklama yaptı ya, üç ay sayaç okunmayacak diye bilen de var, üç ay fatura alınmayacak diye bilen de. Şunu anlatmaya çalışıyoruz: EPDK kararı karantina bölgeleri için geçerli. Yani sadece oralarda sayaç okunmayacak ancak İstanbul’da böyle bir bölge yok o yüzden okuma yapılacak diyoruz. Ama bu sefer de aboneler siz kendi kafanıza göre mi iş yapıyorsunuz diye bize çıkışıyor. Bazı yerlerde bu hakarete kadar varabiliyor. Çünkü doğal olarak tepki
gösterebiliyorlar. Birçok insan bu süreçte işten ayrıldığı için fatura ile de karşılaşmak istemiyor. Bu da sahada bize yansıyor."
‘KENDİ HASTALIĞIMIZIN DIŞINDA TAŞIYICI DURUMUNDAYIZ’
"Bu süreçte hepimiz sokağa çıkıyoruz, toplu taşıma kullanıyoruz. Bazı bölgelerde minibüs de yok ve 45 dakika toplu taşıma beklediğim oluyor. Evden çıktığımızda insanlarla temas halindeyiz" ifadelerini
kullanan K.T, virüs taşıyıcısı olma risklerine dikkat çekiyor:
"Bu virüsü taşıyoruz. Mesele bu. Herkes bu süreçte topu üzerinden atmaya çalışıyor. Eksik malzeme ile okuma yapıyoruz. Maskeleri dört saat kullanın diyor uzmanlar ancak biz yeri geliyor daha fazla takmak zorunda kalıyoruz. Sekiz saati bulabiliyor. El eldivenleri dolaplı olan sayaçlar var, onları açarken yırtılıyor. Günde 3-4 tane eldiven değiştiriyoruz. Bizi düşünmedikleri için biz günde 60 ile 100 binaya giriyoruz, bu süre zarfında zile basıyoruz, abonelerle karşı karşıya geliyoruz. Faturasını isteyen oluyor, onları veriyoruz.
Yani öyle bir şey ki biz eğer varsa kendi hastalığımızın dışında taşıyıcı durumdayız. Girdiğimiz her yere bu hastalığı bulaştırma riskimiz var. Çünkü bir binada dokunduğum yerden kaptığım virüsü başka bir binaya da taşıyorum."
‘EŞİMİ EVE GİTMEDEN ARIYORUM, ODAYA KAPANMASINI İSTİYORUM’
İGDAŞ ile görüşmelerine rağmen ciddi bir tedbir alınmadığına dikkat çeken K.T., idari izinli sayılan işçilerin yerinin doldurulmaması nedeniyle bütün yükü kendilerinin taşıdığını belirtiyor: "Bu daha önce bin 400 personelle yapılıyordu, örnek veriyorum bunların 200-300’ü çeşitli nedenlerle izinli olduğu için diğerlerinin yükü de bizim sırtımıza biniyor. Bu okumanın bitmesi gerekiyor o yüzden o yükü biz sırtlanıyoruz."
Eşi hamile olan K.T.’nin kendince alabildiği önlem ise şu: "Eve girmeden önce eşimi arıyorum, çünkü
kendisi hamile. O kendisini bir odaya kapatıyor. Evin girişinde soyunuyorum onları bir poşete koyduktan
sonra balkona asıyorum. Dokunduğum her yeri temizledikten sonra eşime çıkmasını istiyorum."