'Şu bizim çalışanların listesini MİT'e versek...'
Hasan Cemal otobiyografisinde medya tanıklıklarına da yer veriyor. Onlardan biri de çalışanlarının listesini MİT'e göndermek isteyen bir gazete patronuyla ilgili.

HABER MERKEZİ- Gazeteci-yazar Hasan Cemal, otobiyografisini kaleme aldığı "Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor" kitabında 50 yıllık gazetecilik yaşamındaki tanıklıkları da anlatıyor. Özellikle de editoryal bağımsızlık vurgusu yaptığı bölümlerdeki tanıklıkları dikkat çekici. O tanıklıklarını T24 yazarı Doğan Akın, "Doğan ve Koç ailelerinden Berat Albayrak'a; Hasan Cemal otobiyografisinden medya hikayeleri" başlığıyla köşesine taşıdı.
İşte Hasan Cemal'in otobiyografisindeki o bölümler:
'SEN GALİBA GAZETEYİ İSTİYORSUN'
"- Cumhuriyet’ten yıllar sonra köşe yazarı olarak çalıştığım bir büyük gazetemizde, Milliyet’te genel yayın yönetmenliği teklifi almıştım. Ciddi bir teklifti, ben de ciddiye almıştım öneriyi.
Gazetenin patron katından olan biriyle, -Aydın Doğan’ın bilgisi dahilinde- birkaç kez görüşmüştük. Genel yayın yönetmeni olmak için genel yayın yönetmeni olma yıllarımın çoktan geride kaldığını belirtmiş, kendisiyle ilkeler sohbeti yapmıştım. Ve sonunda birkaç buluşmadan sonra bir gün alaycı titreşimlerle yüklü şu yanıtı almıştım:
"Aydın Bey’le de konuştum. Hasan Cemal, sen galiba genel yayın yönetmenliğini değil, gazeteyi istiyorsun."
'KOÇ, NEJAT ECZACIBAŞI VE SABANCI'YA DOKUNMA'
- Cumhuriyet’ten yeni ayrılmış, Dinç Bilgin’in Sabah gazetesinde köşe yazarı olmaya hazırlanıyordum. Divan Oteli’ndeki akşam yemeğinde, genel yayın yönetmeni Zafer Mutlu’nun bana şöyle dediğini anımsıyorum:
"Sabah’da Dinç Bey producer (yapımcı), ben director’ım (yönetmen). Gazetede her şeyi yaz. Ama Vehbi Koç, Nejat Eczacıbaşı ve Sakıp Sabancı’ya lütfen dokunma..."
Sevgili Zafer’e, gazeteci olarak benim defterimde böyle istisnalar olmadığını söyleyebilirdim. Ama nedense sesim çıkmamıştı. Herhalde bu unutkanlığım kendi açımdan bir ödün sayılabilirdi.
KOÇ GRUBUNA: NİYE GAZETE ÇIKARMAK İSTİYORSUNUZ?
- 1980’li yılların sonları. Cumhuriyet’te genel yayın yönetmeniyim. Kıbrıslı Türk işadamı Asil Nadir’in Başbakan Özal’ın desteği ve teşvikiyle Türkiye piyasasına girdiği, basına da büyük paralar yatırdığı bir dönem. Koç Holding’in tepe yöneticilerinden Can Kıraç beni Divan’da yemeğe davet etti. Daveti Rahmi Koç adına yaptığını, ancak kendisinin ani bir iş seyahati dolayısıyla bize katılamadığını söyledi.
Yemeğin nedenine gelince:
"Basına girmek, gazete çıkarmak istiyoruz. Ne dersin?"
Kendisine sordum:
"Niye gazete çıkarmak istiyorsunuz?"
Biraz şaşırdı, ne demek istediğimi sordu. Şöyle açıklamaya çalıştım:
"Çok iyi fabrikalarınız, şirketleriniz var. Şimdi bir de çok iyi bir gazete sahibi mi olmak istiyorsunuz? Yani başarılarınızı, basın alanında da sürdürmeyi mi amaçlıyorsunuz? Yoksa niyetiniz başka mı?"
Şöyle devam ettim:
"Niyetiniz iyi bir gazete sahibi olmak mı? Yoksa Ankara’da, siyaset kurumu nezdinde nüfuz ve gücünüzü mü artırmak? Örneğin, yaklaşmakta olan Asil Nadir rekabetine karşı Ankara’da kendinizi korumaya almak için mi gazete çıkarmak istiyorsunuz?"
Bir başka deyişle:
Gazete araç mı, amaç mı?
"Bir gün lazım olur!" zihniyetiyle mi çıkacaktı Koç grubunun gazetesi?
Sohbetin seyrinden gazetenin "araç" yanının ağır bastığını anlamıştım. Sanıyorum, Vehbi Koç’un "Bütün gazeteler bizim," diye özetlenebilecek klasik itirazıyla Koç grubu gazete çıkartmaktan vazgeçmişti.
Can Kıraç’la sohbetimizde bir noktayı daha anlatmaya çalışmıştım. Bir banka sahibi, kendi bankasında istediği gibi at oynatabilir miydi? Bu sorunun yanıtı tek kelimeyle hayır’dı. Böyle yapmaya kalkışsa, suç işlemiş olurdu. Çünkü, Bankalar Kanunu vardı. Bankanın sahibi de olsa, bu kanunun hükümlerine uymak zorundaydı.
Peki ya bizim meslek? Gazeteciliğin de ilkeleri, yazılı yazısız kuralları yok muydu? Gazeteyi alan, patron oldum diye at koşturabilir miydi? Ne yazık ki evet.
'BERAT ALBAYRAK'TAN SABAH YAYIN YÖNETMENLİĞİ TEKLİFİ'
- "Erdoğan medyası"ndan söz ederken, araya kendimle ilgili birkaç not düşmek isterim.
Sabah gazetesinden iki kez genel yayın yönetmenliği teklifi aldım. İkisi de 2009 yılında geldi.
İlki, 2009’un Mayıs ayında, ikincisi Kasım ayında. İlkini, Ahmet Çalık adına iki gazeteci arkadaşım Fehmi Koru’yla Ali Bayramoğlu getirmişti. İkinci teklifi, Berat ve Serhat Albayrak kardeşler doğrudan yapmışlar, aracılık görevi de Hasan Bülent Kahraman’a düşmüştü.
Albayrak kardeşlerle New York’ta, Union Square’deki bir deniz ürünleri restoranında uzun bir öğle yemeği yemiştik. Berat Albayrak’a sormuştum:
"Kayınpederiniz Türkiye’nin başbakanı. Bu kadar yakınsınız. Sabah’ta kendisini rahatsız edecek yorum ve haberler çıkarsa, tepkisi ne olur?"
Kısa yanıt şöyle gelmişti:
"Siyasetçileri siz daha iyi bilirsiniz."
İstanbul’da bir görüşme daha yapalım, yanıtınızı da o zaman verin dediler. Niyetli değildim, çünkü Sabah ancak Erdoğan’ın gazetesi olabilirdi ve ben de böyle bir gazetede yayın yönetmeni olamazdım. Ancak yine de İstanbul’da bazı gazeteci arkadaşlarımla konuyu görüştükten sonra, Albayrak kardeşlerle ikinci yemeği yemeden, 1 Aralık 2009’da yolladığım bir mail’le kendilerine teşekkür ettim.
DEMİRÖREN: SEN BENİM İŞ RİSKİMİ BİLİYOR MUSUN, HER ŞEYİM ONLARIN İKİ DUDAĞI ARASINDA
- Can Dündar aradı Ankara’dan:
"Erdoğan Demirören (Milliyet’in yeni patronu) aradı. Bir yazı var Erdoğan’ı eleştiren, adını vermeden 28 Şubat kafası diye. ‘Böyle yazılar istemiyorum,' dedi; ‘sen benim iş riskimin ne olduğunu biliyor musun? Her şeyim onların (Ankara’dakilerin) iki dudağının arasında,’ diye ekledi."
Biraz sonra bu kez Tayfun’dan telefon, (Tayfun Devecioğlu, Milliyet genel yayın yönetmeni):
"Şişhane’de işler karışık! (Demirören Holding’in İstanbul’daki merkezi). Bu sabah patronun, Erdoğan Demirören’in yanındaydım. Başbakan, Demirören’e bir dosya vermiş. İçinde senin, Can’ın yazıları olan ‘sakıncalı yazılar’ dosyası... Ve sormuş Tayyip Erdoğan, ‘Bu gazetenin sahibi sen misin, yoksa hâlâ Aydın Doğan mı?’ diye... Aman abi, bugünkü yazın çok sert, biraz hafiflet, çok baskı var üstümde..."
Canım sıkıldı, yazımın bazı "köşeli" yerlerini rötuşlarken...
'MİLLİYET ÇALIŞANLARININ LİSTESİNİ MİT'E GÖNDERSEK!'
- 2013 yılı Haziran ayı
Milliyet ve Vatan’ın patronu Erdoğan Demirören bir gün Milliyet gazetesinin iki numarası Tahir Özyurtseven’e sorar:
Şu bizim çalışanların bir listesini MİT’e göndersek de, aramızda sakıncalı var mı, yok mu öğrensek..."