Türkiye, Cenevre'de yargılanıyor: Ayrımcılık ve işkence arttı

Türkiye, Cenevre'de yargılanıyor: Ayrımcılık ve işkence arttı
Cenevre kentinde kurulan 'Türkiye Mahkemesi'ne işkence raporu sunan Eric Sottas, 'Türkiye’de işkence organize ve çok geniş bir ölçekte kullanılıyor.' dedi.

Türkiye’de, özellikle 15 Temmuz 2015 darbe girişimi sonrası yaşanan hak ihlallerine ilişkin, Belçika merkezli Van Steenbrugee Advocaten (VSA) Hukuk firması öncülüğünde Cenevre’de düzenlenen "Türkiye Mahkemesi" başladı. İntercontinantal Hotel’inin konferans salonunda kurulan mahkemeye çok sayıda Sivil Toplum Örgütü temsilcisi, insan hakları savunucusu, politikacılar ile mağdur ve mağdur aileleri katıldı. 

Mahkeme’nin açılışını Cenevre Üniversitesi Rektörü Flückliger Yves yaptı. Cenevre’nin uluslararası hukuk açısından çok sayıda önemli sözleşmelere ev sahipliği yaptığını hatırlatan Yves, Cenevre Üniversitesi’nin de bu konuda çok sayıda çalışmalara imza attığını anımsattı. Özellikle mültecilerin eğitim haklarından yararlanması açısından farklı programlar hayata geçirdiklerini belirten Yves, kişilerin kendi haklarını savunabilmesi için haklarının ne olduğunu iyi bilmesi gerektiğini dile getirdi. Bu etkinliğin sadece hukukun teknik açıdan değil, hakların bilinmesi açısından da önemli olduğunu sözlerine ekleyen Yves, dil, din, ırk ve kimliğinden bağımsız olarak herkesin doğuştan sahip oldukları hakları özgürce yaşaması gerektiğini ifade etti. 

SESSİZLİK İNSAN HAKLARINA AYKIRI

Daha sonra Mahkeme Başkanı Françoise Barones Tulkens söz alarak amaçlarını anlattı. Mahkemenin yasal anlamda bir yaptırım yetkisinin olmadığını, burada sadece konuyla ilgili uzmanların yaşanan hak ihlallerine ilişkin görüşlerini bildirdiğini bir platform olduğunu vurgulayan Tulkens, bu mahkemeyle amaçlananın yaşanan ihlallerin görünürlüğünü sağlamak olduğunu belirtti. Mahkeme süresinde 6 raportörün işkence, kaçırma, basın özgürlüğü, yargı bağımsızlığı ve insanlığa karşı işlenen suçlarla ilgili raporlarını sunacaklarını ve ayrıca ilgili başlıklarda tanıklıkların dinleneceğini söyleyen Tulkens, elde edilen verilerin her birisi kendi alanında uzman olan hakimler tarafından incelendikten sonra kararın açıklanacağını kaydetti. Sessizliğin insan haklarının en büyük düşmanı olduğuna dikkati çeken Tulkens, bütün katılımcılara teşekkür etti. Tukens, mahkeme için ayrıca Türkiye hükümet yetkililerine de iddialara yanıt verebilmesi için davetiye gönderdiklerini ama şuana kadar bir yanıtın gelmediğini söyledi. 

BİR MİLYON 723 BİN 767 İŞKENCE

Daha sonra 1995-2010 tarihleri arasında İşkenceye Karşı Dünya Örgütü Genel Sekreterliğini yapmış Eric Sottas, hazırlamış olduğu işkence raporunu mahkeme heyetine sundu. Türkiye Hükümeti ile çeşitli ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşları tarafından hazırlanan raporlardaki işkence vakalarına ilişkin karşılaştırmalı istatistiki verileri sunan Sottas, son 10 yıl içinde sivil toplum kuruluşları ve uluslararası kuruluşların raporlarına bir milyon 732 bin 767 işkence ve kötü muamelenin yansıdığına vurgu yaptı. Sottas, devletin kendi verilerinde bu sayının çok az olduğunu, yargıya yansıyan boyutunun ise bu rakamın yarısından bile çok daha az olduğunu belirtti. İşkencenin hangi gerekçeyle yapılırsa yapılsın suç olduğunu ve cezalandırılması gerektiğinin altını çizen Sottas, devlet yetkililerin failleri yargılamayarak bir nevi işkenceye yol verdiğini dile getirdi. Uluslararası hukukta devletin işkencenin önlenmesi konusunda sorumluluğuna dikkati çekildiğini anımsatan Sottas, "Hükümet yetkilileri doğrudan işkenceye katılmamış olsalar da, eğer haberleri varsa ve bu konuda bir şey yapmamışlarsa yine de sorumludur" dedi. 

CEZASIZLIK 

Türkiye’nin uluslararası mahkemelerde işkence nedeniyle bir çok kez mahkum olduğunu anlatan Sottas, "CPT başta olmak üzere işkencenin önlenmesine dair çok sayıda kurum ve kuruluşun raporlarında Türkiye’deki cezasızlık politikalarına dikkati çekilmiştir. Türkiye’de işkence organize ve geniş çaplı bir uygulamadır ve failler ise yargılanmamaktadır. Mahkemeye sunduğumuz detaylı raporlarda bunun örneklerini görebilirsiniz" diye konuştu. 

İLK SIRADA KÜRTLER VAR

Türkiye’de gözaltında, cezaevinde veya resmi olmayan gözaltı merkezlerinde çok sayıda işkence vakasının olduğunu kaydeden Sottas, şöyle devam etti: "İşkenceye maruz kalanlarla ilgili bir kategori yaparsak Kürtlere ve Kürt hareketine mensup kişiler ilk sırada gelmektedir. Özellikle PKK ile devlet arasındaki görüşmelerin kesildiği 2015 tarihinden itibaren Kürtlerin yaşadığı bölgelerdi işkence vakalarında ciddi oranda artış gözlemlenmiştir. Bu durum 1980 darbesi ve sonraki yıllarda gözlenmiş, 2003 yılından itibaren azalma yaşanmış ama daha sonra 2015’ten itibaren tekrar artık göstermiştir. İkinci sırada ise özellikle 2015’ten itibaren Gülen Hareketi üyelerine yönelik işkence olayları yaşanmıştır. Bunun yanı sıra farklı adli suçlardan insanlar ve gençlere yönelik özellikle sokak ortasında işkence olaylarında ciddi oranda bir artış söz konusudur." 

İşkenceye maruz kalanlar arasında kadınlara yönelik işkencenin de arttığına vurgu yapan Sottas, her ne kadar ellerinde işkence görenler içinde kadınların erkeklere oranla daha yüksek olduğuna dair bir veri olmasa da, kadınlara yapılan işkencenin çok yüksek oranda olduğunu ifade etti. Kadınların gözaltı ve tutuklama merkezlerinde cinsel şiddet, taciz ve tecavüze maruz kaldığını beliten Sottas, özellikle cinsel işkenceye maruz kalan insanların farklı nedenlerden ötürü bunu anlatmadığı hesaba katıldığında bu yönlü işkence vakaların tespit edilenden çok daha yüksek olduğunu sözlerine ekledi. Yarım saatlik sunumunun ardından Sottas, mahkeme heyetinin sorularını yanıtladı. Ardından 2015 yılında öğretmenlik yaptığı Cizre’de kaçırılan ve daha sonra da tutuklanan Mehmet Alp, uğradığı işkenceleri anlattı. 

‘MİLLİYETÇİ BİR TÜRKÜM İŞKENCE GÖRDÜM’

Kendisini "Devletini seven muhafazakar, milliyetçi" olarak tanıtan Alp, 2015 askeri kalkışma girişimi öncesi Cizre’de kendilerini polis olarak tanıtan bir grup tarafından kaçırıldığını ve araçla Habur’a doğru götürüldükten sonra tehdit edildiğini anlattı. Alp, devamla şunları söyledi: "Polisler bana ‘senin 4 tane öğrencin var. Bunlar PKK’lı sen diyeceksin ki Gülen hareketi bunları dağa gönderdi. Demezsen seni ve aileni perişan ederiz. Zaten yakında kıyamet kopacak ve siz de çekersiniz’ dediler. Ben de bilmiyorum hiçbir şey dedim. Kabul etmedim. Bırakıp sonra tekrar aldılar tutuklandım. Urfa’da 20 günü aşkın işkence gördüm. Serbest bırakılıp 2016’da darbeye katılmışım diye tekrar tutuklandım. 2018’de serbest kalınca Almanya’ya iltica ettim. Bana sürekli olarak Gülen hareketi ile beraber hareket ettiğimi, darbeye katıldığımı söylemem için işkence yaptılar. Oysaki o tarihlerde cezaevindeydim. Çok sayıda insana işkence yaptılar. Bunu gördüm." Alp’in tanıklığının ardından öğleden sonra devam etmek üzere Mahkeme’ye ara verildi. 

Mahkeme’nin öğleden sonraki oturumlarında işkence mağduru Erhan Doğan, dinlendi. 25 Temmuz 2015 tarihinde gözaltında alındıktan sonra yaşadığı işkence olaylarını anlatan Doğan, gözaltında tutulan herkese Guantanamo’daki gibi turuncu elbiseler giydirildiğini, Filistin askısında kaldığını ve copla işkence yapıldığını anlattı. Doğan, şöyle devam etti: "Bana işkence uyguladıkları yerde önümden üç bayan geçti, onların çığlıkları çok ürkütücüydü 'ne olur bize tecavüz etmeyin’ diyorlardı. Onların haykırışları hala kulağımda. Bana sürekli olarak Gülen hareketine karşı ifade vermemi onlara terörist dememi istediler. Eşime tecavüz etmekle tehdit ettiler. Ben 20 yıldır Gülen hareketinin içindeyim kabul etmedim dediklerini. O kadar ağır işkence gördüm ki intihar bile etmek istedim ama inancım gereği vazgeçtim." Yaşadığı işkenceleri anlatırken gözyaşlarını tutamayan Doğan, yaşadıklarını, kendisine işkence uygulayanları, doktora gittiğinde her şey görünür olmasına rağmen kendisine "Neyin var?" diyen doktoru unutmayacağını söyledi. 

İŞKENCE DEVLET POLİTİKASI

Doğan’ın ardından internetten canlı olarak mahkemeye katılan İnsan Hakları Derneği Eş Genel Başkanı Eren Keskin, tanıklıklarını anlattı. Türkiye’de işkencenin bir devlet politikası olarak muhaliflere karşı özel olarak kullanıldığını hatırlatan Keskin, "Sadece işkenceyi fiilen yapan değil onlar hakkında dava açmayan savcılar, dava açılmışsa şayet beraat kararı veren hakimler, belgelemeyen adli tıp hekimleri de suçludur ve bu işkence sistematiğinin parçasıdır" dedi. Cumhuriyet tarihinde işkencenin hep başvurular bir yöntem olduğunu ifade eden Keskin, "Özellikle Kürdistan coğrafyasında bu çok kullanıldı. Kürt hareketinin güçlenmesiyle birlikte bu daha da arttı. Yine 1980 askeri darbe sürecinde ve 1990’lı yıllarda çok kullanıldı. Hatta işkencede ölüm vakaları ve kaybedilen insanlar var" diye konuştu.

ADLİ TIP ENGEL

İşkencenin belgelenmesi konusunda çok sorunların olduğunu vurgulayan Keskin, devamla şunları söyledi: "Belgeleme için Adli Tıp kararı isteniyor. Fakat Adli Tıp Kurumu bir devlet kurumu orada çalışanlar da devlet memuru. AİHM işkence vakaları ile ilgili belgelerin bağımsız bir rehabilitasyon merkezinden almadığı için Türkiye’yi mahkum etti. Biz bunları hep söylüyoruz ama Adli Tıp raporları bir engel olarak kalıyor. Bağımsız hekimlerin raporları kabul edilmiyor. Aslında yasalarda sadece Adli tıp kararı geçerlidir diye bir şey yok. Ama mahkemeler sadece bu kurumun raporlarını kabul ediyor. Bu sadece gözaltı ve işkence olayları ile ilgili değil. Ölüm döşeğinde bulunan hasta tutuklular ile ilgili de bu durum söz konusu."

POLİS SİLAHI DIŞINDA SİLAH GÖRMEDİM

Düşünceyi dile getirmenin suç olduğuna dikkati çeken Keskin, bu nedenle buraların bir suç coğrafyasına dönüştüğünü söyledi. 30 yıldır avukatlık yaptığını ve insan hakları hareketi içinde bulunduğunu hatırlatan Keskin, şuana kadar iki kez silahlı saldırıya maruz kaldığını, cezaevine girdiğini ve son olarak da bu coğrafyanın en çok ve en büyük baskılarıyla yüz yüze kalan Özgür Gündem gazetesine destek amaçlı genel yayın yönetmenliğini yaptığı için 25 yıl 9 ay hapis cezasıyla yargılandığını söyledi. Kendisinin polis silahı dışında hiçbir silah görmediğini ve eline hiçbir silah almadığını ama buna rağmen sadece düşüncelerinden ötürü ‘silahlı örgüt üyesi olmak’ ile yargılandığını belirten Keskin, AKP-MHP iktidarı döneminde savunmanın tamamen devre dışı bırakıldığını kaydetti. Türkiye’de muhalif kesimlere yönelik baskıların son yıllarda artsa da yeni bir durum olmadığını sözlerine ekleyen Keskin, "HDP içinde siyaset yapan çok sayıda siyasetçi arkadaşım var. Onlar düşüncelerinden dolayı içerdeler. Yine Osman Kavala örneği var yine son dönemlerde Gülen Cemaatinden insanlar var. Hukuk dışı bir biçimde insanlar örgüt üyeliğinden yargılanıyorlar" diye belirtti. 

Keskin’in anlatımlarının ardından Mahkeme Johan Heymans’ın, Türkiye’deki kaçırmalara ilişkin raporunu sunmasıyla devam ediyor.

SARIYILDIZ CİZREYİ ANLATACAK

24 Eylül Cuma gününe kadar devam edecek olan mahkeme kapsamında ayrıca Şırnak eksi Milletvekili Faysal Sarıyıldız Cizre’de yaşananları anlatacak. Ayrıca kapatılan DİHA Muhabiri Meltem Oktay ve öldürülen Kemal Korkut’un kardeşi de yaşadıklarını anlatacak.  

MAHKEME HEYETİ VE RAPORTÖRLER

Mahkeme’de hâkim olarak Dr. Françoise Barones Tulkens, Dr. Johann van der Westhuizen, Angelita Baeyens, Prof. Em. Dr. Giorgio Malinverni, Prof. Dr. Ledi Bianku ve Dr. John Pace yer alıyor. Gözlemciler içinde de Avrupa Sosyalist Partisi Marie Arena, Gazeteci Marianna Kakaounaki, MEDEL Başkanı Filipe Margues, Göteborg Üniversitesi öğretim görevlisi Klas Grinell, Belçika Sosyal Demokrat politikacı ve Avrupa Parlementosu üyesi Mathleen Van Brempt bulunuyor.  Mahkeme’ye raportör olarak da işkence ile ilgili Eric Sottas, Cezasızlık ile ilgili Prof. Dr. Yves Haeck ve Dr. Emre Turkut, Adalete erişim ile ilgili Luca Perilli, Zorla Kaybetmelere dair Johan Heymans, ifade ve basın özgürlüğü ile ilgili Philippe Leruth, İnsanlığa karşı işlenen suçlar ile ilgili Prof. Dr. Em. Johan Vande Lanotte hazırlamış oldukları raporları sunacaklar. İnternetten canlı olarak yayınlanan mahkemenin detaylı program ve raporlarına mahkemenin internet adresi olan turkeytribunal.com adresinden ulaşılabilir. (MA / Rüştü Demirkaya)

Öne Çıkanlar