Afgan kadınların yurdu dağılırsa evi genişler mi?
' feminizmin sınır bilgisinden bildiğimiz bir şey, kadınlar sınırları ihlal ederler'
![Afgan kadınların yurdu dağılırsa evi genişler mi?](https://i.artigercek.com/2/1280/720/storage/old/news/152262.jpg)
Bİrikim Dergisi'nde Işıl Kurnaz Taliban rejimi ile birlikte Afgan kadınların yaşadıklarını kaleme aldı.
Işıl Kurnaz'ın yazısının bir kısmı:
Latife Tekin’in romanında, Manves City’de Ersel söylüyordu bunu: "Yuvası dağılanın, yurdu genişlermiş." Yuva ile yurdun, birbirinden o kadar da bağımsız olmadığına dair çok şey söylüyor tabii. Yani aradaki o bir tür simbiyoz ilişkisine. Ama bir yandan da yuvanın ve yurdun dağılma ihtimalini de içeriyor. Çünkü ne yuva, ne yurt kurulduğu yerin sabiti, değişmezi. Değişiyor, dönüşüyor, siyasallaşıyor, yüksek politika ile kişisel hikayemiz arasındaki o siyasal hattın tam üzerinde bir yerlerde belki de sallanıyor. Bunu soruya dönüştüren, Nurdan Gürbilek’ti: "Evi dağılanın, yurdu genişler mi?" Cümlenin içinde bir kayıp olduğunun idrakiydi bu soru, çünkü ortada bir dağılan ev vardı ve ev dağıldığında, yurdun sınırlarına ne olduğu kadar, kadınların yurduna ne olduğu da bir başka soruydu. Soruya çevirdiği cümleyi, tersine çevirerek soruyorum sanırım: Peki, yurdu dağılanın evi genişler mi?
Bu fotoğraf, belki biraz da bununla ilgili. Bir yurt dağıldığında, kadınlara ne olduğunun sorusu belki ilk kez sorulmuyor ama kadınların fotoğraflarının nasıl kaybolduğu, şehirden nasıl silindiği, Afganistan’da kadınların bir yerden diğerine nasıl sürüklendiği bu fotoğrafta duruyor. Afgan kadın fotoğrafçı Fatimah Hossaini’nin söylediği bir şey: "Şu an yurdun her bir küçük parçasından, kendimizi siliyoruz."
Bu fotoğraf, o silmenin sahiden silmek olduğunu anlatıyor biraz da, aynı Susan Sontag’ın başkalarının acısına bakmak dediği şeyin, sahiden acı veren bir eyleme fizikken, gözünüzle bakmakla ilgili olması gibi.
Şehrin her bir parselinden kendilerini sildiklerini söyleyen kadın fotoğrafçının söylediği şey, biraz da bu yüzden ev ve yurtla ilgili: O yurt dağıldığında, o evin en çok kadınlar için artık eski ev olmadığı. Nurdan Gürbilek’in sorusunun cevabı, tersine dönüyor burada: Yurdu dağılanın, evi genişlemiyor.
Savaşın ve kapalı sınırların, kadınlara ne yaptığı sorusu kadar dallanıp budaklanan bir başka soru açığa çıkıyor: Kamusal hayattan fotoğraflarıyla dahi silinen bu kadınlar, nereye gidiyorlar? Nereye kayboluyorlar? Gerçekten bir yere kayboluyorlar mı? Bu belki feminizmin sınır bilgisinden bildiğimiz bir şey, kadınlar sınırları ihlal ederler.
Afgan kadınları da, konuşarak, taşarak, o evden çıkarak, o evin içinden dünyaya bağlanarak yani eyleyerek, kendilerini sildikleri o kamusal alanı tekrar inşa ediyorlar bir yandan. Fotoğraflarıyla dahi silinirlerken, o kentin fotoğrafını çekmek ve dünyaya göstermek inadından vazgeçmiyorlar. Yüksek siyasetin ali menfaatleri türlü stratejiler üzerinden savaş tertip ederken, o anda orada sahiden ne olduğunu kadınlardan dinliyoruz.
Khadija Amin, Afgan devlet televizyonunun sunucusu, işyerine nasıl alınmadığını anlatıyor; Dr. Zuhal hastaneye giderken arabasından nasıl indirildiğini Wall Street Journal’a yazıyor; Fatimah Hossaini Kabil’den fotoğraflar ve videolar çekmeye devam ediyor ve bunları yayınlıyor.
Fatimah Hossaini, 20 yıldır seçtiği ve kurduğu hayatın elinden alındığını söyleyerek çekiyor o fotoğrafları, iki hafta önce kadın arkadaşlarıyla örtüsüz sokaklara çıktığında, bunun son kez çıkışı olduğunu bilmediğini. Kadınlar, seçtikleri ve kurdukları dünyalarına ve hayallerine, sadakatle yazıyor, çiziyor ve hapsedilmeye çalışan hayatlarını dışarıya taşırıyorlar. Kadınlar, sınırları eyleyerek ihlal ediyor bu sefer.
Afgan kadınlar, günlerdir sarf edilen o yüksek cümlelere bir sınır bilgisini de kendileri çiziyorlar. Uluslararası kurumların, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin, UNICEF’in, Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu’nun söylediği şeyler, Afganistan’da olan biten her şeyi geniş cümlelerle kapatıyor bir yandan: Hani şu Taliban’ın verdiği mesajları olumlu karşılayanlar, Taliban’ın yeni yüzünü ılımlı bulanlar, Taliban’a iyimser yaklaşmak gerektiğini söyleyenler falan. Tüm bu iyi niyet mesajlarının, söz konusu kadınlar olduğunda nerede durduğuna baktığınızda, siyasal olan meselenin, niyetlerle ilgili olmadığını da anlarsınız.
Afgan kadınların dışındakiler, ılımlı siyasi hatlar çekiyorlar, Afgan kadınlar ise o ılımlı siyasi hattın ne olduğunu ifşa ediyorlar. Atıldıkları dünyaya, tekrar sığma çabası ve inadı diyelim biz ona. Çünkü söz konusu başkasının hayatının politikası olduğunda, Dünya siyaseti, kavramların içini "ılımlı ve iyi niyetli" gibi şekilsiz şeylerle doldururken, kadınlar başka bir şeyi açığa çıkarıyorlar.
Yurtları dağılırken, evlerinin de nasıl dağıldığı bir mesele ama dünyanın geri kalanıyla Taliban’ın ılımlı görüşmelerinden, kadınlar lehine bir barış çıkmayacağı da başka bir mesele. Kadınların yurdunu dağıttığınızda, evler yıkılır. Afgan kadınları, üzerlerine kilitlenen bir yurttan, birbirlerine yurt olarak çıkıyorlar. Afgan kadınlar, yurtları dağıtılırken ve dünya siyaseti, onların üzerinden yüksek perdeli iyi niyetli konuşmalar yaparken, kendilerinin nasıl daraltıldığını birbirilerinin yurdu olup anlatıyorlar. İzlerini bırakırken, birbirlerinden yurt kuruyorlar. Çünkü yurdu dağılan kadınsa, onun evi genişlemiyor.