Rosa Kadın Derneği Başkanı Suzan İşbilen: Şüpheli kadın ölümlerine yargı yolu açılmıyor

25 Kasım öncesi Artı Gerçek'e konuşan Rosa Kadın Derneği Başkanı Suzan İşbilen, "Şüpheli kadın ölümlerine yargı yolu açılmadı. Bugün kadın cinayetleri ile şüpheli kadın ölümleri sayısal olarak başabaş gidiyor" dedi.

Ensar ÖZDEMİR


DİYARBAKIR - İktidarın kadın politikalarını eleştiren Rosa Kadın Derneği Başkanı Suzan İşbilen, "Şüpheli kadın ölümlerine yargı yolu açılmadı. Şimdiye kadar iki davada şüpheli ölümün kaza veya intihar değil, bir cinayet olduğu ortaya çıktı. Bugün kadın cinayetleri ile şüpheli kadın ölümleri sayısal olarak başabaş gidiyor" dedi.

HER GÜN BİR KADIN KATLEDİLDİ

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (KCDP) verilerine göre ekim ayında 48 kadın erkekler tarafından öldürüldü, 23 kadın ise şüpheli bir şekilde ölü bulundu. Geçen ay 2010'dan bu yana en fazla kadın cinayetinin işlendiği ay oldu. KCDP verilerine göre bu yılın 10 ayında ise 343 kadın erkekler tarafından katledildi, 207 kadın şüpheli şekilde ölü bulundu. Yani 2024'te her gün en az bir kadın katledildi.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ'NDEN SONRA 6284 DE İKTİDARIN HEDEFİNDE

Kadın cinayetleri kadın kırımına dönerken 2011'de İstanbul Sözleşmesinden çıkan iktidar 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'u da tartışmaya açtı. Rosa Kadın Derneği Başkanı Suzan İşbilen, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü öncesi iktidarın kadın politikalarını Artı Gerçek'e değerlendirdi.

whatsapp-image-2024-11-21-at-13-52-02.jpeg

'NARİN CİNAYETİ MUAMMAYA DÖNÜŞTÜ'

Narin Güran cinayeti hâlâ aydınlatılamadı. Narin'i kimin, neden öldürdüğünü hala bilmiyoruz. Soruşturma ve yargılama sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Narin cinayeti gerçekten Türkiye’de bir muammaya dönüştü. Artık insanlar ‘katil kim’ sorusunu birbirine sormaktan yorulur hale geldi. Üç gün süren bir yargılama sürecinde de katilin kim olduğu netleşmedi. Bana göre Narin kaybolduğu gün itibariyle de soruşturma yanlış yürütüldü. Hem soruşturma yanlış yürütüldü hem de Narin’in ailesinin iktidarla yakın bir ilişkisi var. Bir AKP Milletvekili çok rahat bir şekilde diyebildi ki 'katili gizliyoruz'. Bu söylemle bile gerçek anlamda katil değil, katil yerine konmak istenen kişiyi bulmaya dönük bir soruşturma olduğunu algılıyoruz. Şu anda dört kişi cinayetten yargılanıyor. Bu dört kişiden cinayeti işleyebilecek kişilerin kim olduğu çok rahat bulunabilirdi. Devleti çok geniş bir istihbarata sahip olmasına rağmen iktidarın hâlâ en ufak bir şeyi gündeme getirmesini oyalama taktiği olarak görüyorum.

Narin cinayeti önemli bir cinayet. Hepimizin vicdanını ve adalet duygusunu zedeledi. Ama şöyle bir şey de var; Narin’den sonra Kocaköy’de 25 çocuk bir cami hocasının istismarına maruz kaldı. Arkasından başka bir yerde çocuk istismarı oldu. Kocaeli’nde, başka bir yerde bir kız çocuğunun tecavüze uğrayarak öldürülmesi hiçbir şekilde gündeme gelmedi. Yani Narin olayı çok önemli ama bu olaylar da önemli. Sanki bu olay her şeyin gölgesi. Her şey onun gölgesinde kaldı. Elbetteki herkes bunu konuşmalı ama insanın aklına şu geliyor; hep bir zamana yayma ve bir cinayeti ön planda tutup diğerlerini kamuoyundan gizleme, gözden ırak tutma amaçlı mı diye düşünmeden edemiyorum. 50 yaşında bir adamın sekiz yaşındaki bir kız çocuğuna tecavüz edip öldürmesi ve gömmesi kabul edilebilir bir şey değil. Bunun gündemde yer almaması ve konuşulmaması da kötü bir şey. Evet Narin cinayeti çok önemli ve katil bulunmalı ama bununla birlikte bu kadar çözümsüzlük başka bir şeyi bana düşündürüyor. Yani bu kadar zamana yaymayla insanlar yorulacak, zamanla hiçbiri de cezaevine girmeyecek. Mesela katili herkes gizliyor ve gizlediği için de zaman aşımı gelecek, yine Narin cinayeti de bir cezasız gündemdeki yerinden düşecek.

'KADIN CİNAYETLERİ VE ŞÜPHELİ KADIN ÖLÜMLERİ SAYISAL OLARAK BAŞA BAŞ GİDİYOR'

Rojin Kabaiş'in şüpheli ölümü de henüz aydınlatılamadı. Arama ve soruşturma sürecinde birçok eksiklik gündeme geldi. Gülistan Doku soruşturması gibi Rojin Kabaiş soruşturmasının da tozlu raflarda unutulacağız endişesi yaşanıyor. Bu konuda neler söylersiniz?

Kesinlikle o endişeyi taşıyorum çünkü Rojin Kabaiş, üniversiteyi kazanan 21 yaşında genç bir kadın. Hani oradaki süreç uzun bir süreç de değil, bunaldı veya başka farklı nedenler arayalım. Ama gidişinin ilk haftasında kaybolması ve bu şüpheli bir ölüm durumunun ortaya çıkması ister istemez akıllara başka şeyler getiriyor. Gülistan Doku’da da öyle oldu. Yani şunu da düşünmek lazım özellikle de bu katil ya da katillerin Ensarioğlu‘nun dediği gibi ‘bizim dostlarımız, iktidara yakın dostlar' ise gerçekten bu ölümlerin tozlu raflarda kaybolma ihtimali var. Çünkü sağlıklı genç bir kadın neden kendi yaşamına son versin? Aile de bu konuda çok net. Biz aileyle de görüştük. Aile hiçbir koşulda kızlarının intihar etmediğini düşünüyor. Bir ara ekonomik nedenler falan denildi ama ailenin ekonomik durumu da iyi. Yani kızlarını rahat koşullarda okutabilecek bir ekonomiye sahipler. Peki Rojin'e ne oldu şimdi? Yani yemekhaneden çıkıp kim intihar edebilir ki? Yemekhaneden çıkıyor, alışveriş yapıyor ve sonra intihar ettiği söyleniyor. Bu asla inandırıcı gelmiyor ve gerçekten cezasızlık politikasının bir devamı gibi. Çünkü şimdiye kadar şüpheli kadın ölümlerinin hepsi ya intihar ya yüksekten düşme ya da farklı gerekçelerle hiçbir şekilde mahkeme açılmadı, yargı yolu açılmadı. Sadece şimdiye kadar Türkiye’de iki davada şüpheli ölüm diye gösterilip Türkiye’de ve Kürdistan’da kadın hareketlerinin olayı yoğun konuşması üzerine olayın kaza değil, intihar değil, bir cinayet olduğu ortaya çıkmıştır. Yani ben inanıyorum ki bugün kadın cinayetleri ile şüpheli kadın ölümleri sayısal olarak başabaş gidiyor. Bu şu demek; nasılsa şüpheli ölüm olduğunda hiç yargı yolu açılmıyor, kimse peşine düşmüyor, cenaze kalktıktan sonra olay da intihar diye kapatılıyor. Şu anda böyle bir yöntemin seçilmiş olabileceğine dair inancım güçlü.

'EN AZ KADIN CİNAYETİ İSTANBUL SÖZLEŞMESİNİN YÜRÜRLÜĞE GİRDİĞİ 2011'DE İŞLENDİ'

KCDP verilerine göre 2024'ün ilk 10 ayında 343 kadın öldürüldü, 207 kadın şüpheli bir şekilde ölü bulundu. Kadın cinayetlerine her gün bir yenisi eklenirken iktidarın söylemleri ve İstanbul Sözleşmesinden çıkılmasının ardından 6284'in de tartışmaya açılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

İstanbul Sözleşmesi 2011 yılında yürürlüğe girdi ve 2011 yılı kadın cinayetlerinin en az işlendiği yıldır. Yani buna dikkat çekmek gerekiyor ve AKP iktidarı iktidara geldiğinden beri her yıl bir önceki yılı katlayan sayıda kadın cinayetleri yaşanıyor. Son 20 yılın en fazla kadın cinayeti de 2024 yılında işleniyor.

Mesela geçen ay Adana’da bir günde beş kadın öldürüldü. Bu yıl şubat ayında bir günde yedi kadın öldürüldü.Yani bu kadar katlayarak giden kadın cinayeti var. Artık buna kadın cinayeti denmez; kadın kırımıdır, kadın katliamıdır. Bunu bu şekilde algılamak lazım. Çünkü bütün bunların temelinde cezasızlık politikası çok büyük etken. İstanbul Sözleşmesi neydi? İlk defa kadına yönelik psikolojik şiddete dahi ceza uygulayan bir yasaydı. Yani kadın katliamını, fiziksel şiddeti bir tarafa bırakalım psikolojik şiddet uyguladığında da bunun cezai yaptırımı olduğunu bildiği için otokontrol sistemi geliştirebiliyorlardı.

'AKP'Lİ ZENGİN İZMİR'DEKİ OLAYDA KADININ YOKSULLUĞUNU BİR KENARA BIRAKARAK ERİL YAKLAŞTI'

İstanbul Sözleşmesi niçin kaldırıldı? AKP iktidarı kadın karşıtı politikalarından kaldırdı. Çünkü AKP’nin bütün politikaları kadın karşıtlığı üzerindendir ve kadını erkeğe köle yapan, erkeğin konfor alanını her geçen gün daha da yükselten bir kadın anlayışı var. Yani tamamen eril bir zihniyet, erkek egemen anlayış var. AKP iktidarında kadın bakan dahi zihniyet olarak baktığınızda kadın demek mümkün değil. Yani biz aslında fiziksel olarak kadın- erkek söyleminden ziyade zihniyetinin eril olup olmadığına bakıyoruz. Bir kadının zihniyeti de çok rahat eril olabiliyor. Örneğin bugün AKP’li Özlem Zengin İzmir’de yoksulluktan kaynaklı çocuklarını evde bırakan bir annenin yaşamını söz konusu yapabiliyor. Kadının yoksulluğunu bir kenara bırakarak, ‘kadının sorumsuzluğu’ üzerinden bunu değerlendirmek eril bir yaklaşımdır. Bunu da bir kadın dile getiriyor. Bu açıdan biz diyoruz ki zihniyet eril olduktan sonra kadına yönelik şiddet de vardır, kadına yönelik şiddetin her türü de gündeme gelmektedir.

'AKP KADINI ERKEĞE KÖLE YAPMAK İSTİYOR'

İstanbul Sözleşmesi’nden iktidar da rahatsız olmasına rağmen en çok rahatsızlığını dile getiren Yeniden Refah Partisi oldu. Sonuçta zihniyet olarak AKP ile aynı türde olan, aynı anlayışta olan bir parti ve AKP iktidarı Yeniden Refah Partisi ile ittifak adına İstanbul Sözleşmesi'ni kaldırdı. 6284 sayılı yasa da etkin bir şekilde hayata geçirildiğinde İstanbul Sözleşmesi kadar kadını koruyan bir yasadır ama o yasayı da HÜDA PAR ile yaptığı ittifak üzerinden tartışmaya açtı. 6284 diyor ki ‘kadının beyanı esastır.' Cumhurbaşkanı da diyor ki, ‘kadın beyanı değil, kadının kanıtı esastır.’ Şimdi kalkıp da psikolojik şiddet uygulanan bir kadına kanıt diyemezsiniz. Ya da aile içi tecavüze kanıt bulamazsınız. Bu vesileyle 6284 gündeme getiriliyor ve tartışmaya açılıyor. Tartışılırken de yine kadın üzerinden tartışılıyor. Mesela bu son dönemde televizyon dizilerinde çok görüyoruz; ‘kadın bir erkeğe iftira attı, onun üzerine cezaevinde yattı ya da aile tarafından öldürüldü. Bu yüzden kadın beyanı esastır yasası kaldırılmalıdır'. AKP iktidarı her yönüyle kadını erkeğe muhtaç hale getiriyor. Kadını erkeğe bağımlı hale getiriyor. Kadını erkeğin kölesi yapıyor ve diyor ki ‘sana bir erkekle yaşam dışında yaşam yok. Sen ya baba evinde gidip kendi babanın şiddeti altında yaşayacaksın, erkek kardeşinin şiddeti altında yaşayacaksın ya da eşinin. Sana başka şans yok.' Kadınları bu yönüyle terbiye etmeye çalışıyor.

'TÜRKİYE'DE HER İKİ KADINDAN BİRİ ŞİDDET GÖRÜYOR'

Yapılan bir araştırmada dünyada her üç kadından biri şiddet görürken Türkiye’de şiddet gören kadınların oranı yüzde 50. Şiddet uygulayan erkeklerin yüzde 75’i şiddeti normal görüyor.

Toplumsal cinsiyet rolleri kapsamında erkeğin zihniyetine bu yerleştirilmiş, 'sen erkeksin, sen kadını döversin' ama erkek de diyor ki ‘ben güçlüyüm, parayı ben kazanıyorum, kadına ben bakıyorum ve bu benim malımdır.' 'Benim malım' anlayışıyla baktığı için de şiddeti de çok rahat uygulayabiliyor ve bunu da normal karşılıyor. Bunu böyle olmaması gereken bir davranış olarak görmüyor.

'KADINLAR BİR ARAYA GELMELİ, ÖRGÜTLENMELİ'

Kadına şiddette gerekli tedbirlerin zamanında alınmaması, kadın cinayeti davalarında ceza indirimleri şiddeti ve cinayetleri artırıyor. Bunun önüne nasıl geçilebilir?

Birincisi iktidarın sosyal medyada ve benzeri yerlerde sürekli kadını olumsuzlayan paylaşımların önüne geçmesi gerekiyor.

Çünkü o paylaşımlar kadını şeytanlaştırıyor, 'o şeytanlaşan kadını da öldürmek her erkek için bir vaciptir' gibi bir anlayış çıkıyor ortaya. Böyle bir algı ile hareket ediliyor. İkincisi 6284 etkin kullanılmalıdır. Şiddet uygulayanların gerçekten cezai yaptırımla karşı karşıya kalmaları gerekiyor. Bir de hem kendi eğitim sisteminde hem televizyon programlarında bir bütün olarak toplumsal cinsiyet kodlarının artık zamanı geçti. 5 bin yıldır kadın üzerinde uygulanan ve kadını edilgen hale getiren o toplumsal cinsiyet kodlarının da kaldırılması gerekiyor. Kadına göre şiddetle ilgili bir bütün kadın kurumlarıyla birlikte farkındalık yaratacak çalışmalar yapmalı. Durmasının, bitmesinin yolu budur ama eğer iktidar buna rağmen bir şey yapmıyorsa, yapılması gereken tek şey kadınların örgütlenmesidir, kadın dayanışmasıdır. Kadınların, kadın kimliği üzerinden bir araya gelmesidir.

'EŞ BAŞKANLIK SİSTEMİ KADIN HAREKETLERİNİN EN BÜYÜK KAZANIMDIR'

Kayyım atamaları eşbaşkanlık sistemine, siyasette kadın temsiline ve kadın kazanımlarına yönelik darbe anlamı taşıyor. Sizce kadın hareketinden buna yeterli tepki geliyor mu?

Tepki var ama çok da fazla bir tepki yok. Normalde bugün Batman, Mardin ve Halfeti’ye gelen kayyıma karşı ciddi anlamda bir tepki var. Çünkü kayyım bir yandan genel boyutuyla bir halkın iradesini yok saymakken, diğer yandan demokratik belediyecilik anlayışını ve halkçı belediyeciliği yaşama geçirmeye çalışan belediyelerin, kadınlarla ilgili açtığı şiddete uğrayan kadınları şiddet ortamından uzaklaştıran, kadınlara psikolojik ve hukuksal destek sağlayan belediyedeki birimlerin kapatılması da var. Yani kayyım tüm tahribatları arasında bunlar da yer alıyor. Bir de eşbaşkanlık sistemi gerçekten kadın hareketlerinin en büyük temel kazanımlarıdır. Çünkü biz bugün toplumsal cinsiyeti, cinsiyetin rollerini eleştirirken eşbaşkanlık sistemi bunun panzehiridir diyebiliriz. Çünkü toplumda kadın erkek eşitliğinin, kadın ve erkeğin ortak iradesinin yansımasının en en önemli sistemidir eş başkanlık.

Kayyım belediyeciliği hem bu eşbaşkanlık sistemine lağvediyor hem de belediyelerde kadınlara yönelik olası şiddeti kaldırmaya yönelik birimleri kapatarak kadınları erkek şiddetiyle karşı karşıya getirmenin tahribatlarını yaratıyor. Gerçekten kadınlar bütün gerekçelerle şiddete karşı mücadelede kayyıma karşı da mücadele ediyor. Kadınlar bu şekilde mücadelesini büyütmelidir ve kayyımların kadın kazanımlarını bu kadar bertaraf etmesine, yok etmesine müsaade etmemelidir.

Öne Çıkanlar