Ayşe Çavdar: Ömer’in bocalaması, hayat ve değerler arasında kalmakla ilgili

Ayşe Çavdar: Ömer’in bocalaması, hayat ve değerler arasında kalmakla ilgili
Ayşe Çavdar ile son dönemde dikkat çeken Ömer dizisi üzerine konuştuk. Çavdar’a göre diziyi farklı kılanın aslında bilindik bir hikâye anlatsa da bunun farklı bir perspektifle izleyiciye sunulması.

Oğulcan ÖZGENÇ


ANKARA - İsrail yapımı 'Shistel'den uyarlanan Ömer dizisi yayınlandığı günden beri çeşitli tartışmalarla gündeme geliyor. Dindar ve muhafazakar bir ailenin küçük çocuğu olan Ömer’in kendisinden yaşça büyük ve boşanmış bir kadına duyduğu aşk hikayesine dayanan gerilim, izleyenlerin dikkatini çekiyor.

Peki, dizinin kendisini önceleyen muhafazakar dizilerden farkı ne? Ömer'i nasıl bir bakışla değerlendirilmeliyiz? Diziyi yaratan toplumsal ve kültürel dönüşümü nasıl kavramalıyız? Ömer kültürel hegemonya mücadelesinin bir boyutu olarak okunabilir mi? Bu soruları akademisyen Ayşe Çavdar ile konuştuk.

Muhafazakâr temsiller, 2000’li yıllarda dizilerde sıklıkla kullanıldı. Bugün ekrana baktığımızda söz konusu temsillerin Ömer gibi dizilerde daha farklı sahnelendiğini ve izleyicilerde epey karşılık bulduğunu görüyoruz. Ömer’i önceleyen diziler üzerinden bakacak olursak bu dönüşüm, iktidarın televizyonla olan ilişkisi hakkında bize ne söylüyor?

Ayşe Çavdar: Öncelikle söz konusu dizilerin muhafazakâr imgeleri meşrulaştırdığı fikrine pek katılmam. Kimsenin böyle bir gücü yok, ama bu diziler, muhafazakâr imgelerin dolaşımını normalleştirdi. O imgeleri norm haline getirdi. Bu da yeteri kadar nahoş bir durum zaten. Bu diziler satıldı çünkü pazarda alıcıları vardı. Yani o normlar zaten dolaşımdaydı.

Dikkat çekmemiz gereken temel husus şu: muhafazakâr ekran çok izlense bile ana akım haline gelemedi. İktidar, içeriği kendi öncelediği değerlerle doldurmaya başladığında izleyicileri ekran başına sabitleyemedi. Başka bir deyişle, muhafazakâr idealler ana akım anlatılar haline gelemedi.

Bununla birlikte, eskiden ekranlarda görmeye alışkın olduğumuz pek çok şey yasal ve idari müdahalelerle kenara çekildi. RTÜK’ün uyguladığı cezalar ve kısıtlamalarla muhafazakâr olan ve olmayan arasındaki sınırlardan iktidarın ne fayda umduğunu gördük. Bu çerçevede muhafazakâr ideolojinin idari araçlarla ana akıma yerleştirilmeye çalışıldığını, ancak bütün çabalara rağmen birer eklenti olarak varlığını sürdüğünü söyleyebiliriz.

'ÖMER, BÜYÜYÜ BOZDU'

Temelde Ömer’in muhafazakâr imgeleri normalleştirdiğini söylediğiniz dizilerden farkı nedir? Siz Ömer’i nasıl bir bakışla değerlendiriyorsunuz?

A.Ç: Ömer’e gösterilen ilgi, bize izleyicinin belli koşullarda muhafazakâr aileyi izlemeye açık olduğunu gösteriyor.

Bunca senedir pek çok dizide muhafazakârlıkla ilişkisi olmayan ailelerin şiddet, boşanma, aldatma temalı hikâyelerini izledik. Muhafazakâr aile ise toplumun “hastalıklarından” korunmuş bir biçimde temsil ediliyordu. Ömer, bu büyüyü bozdu.

Bu dizi, muhafazakârı kendi alanında muhafazakar; seküleri kendi alanında seküler olarak göstermediği, aradaki etkileşimlere ve sürtüşmelere de dikkat çektiği için ilgi çekti. İzleyici de büyülü bir mükemmeliyet anlatısı içinde gösterilmediği zaman muhafazakâr aileyi izlemeye hazır olduğunu gösterdi. Çünkü o büyülü mükemmeliyet kimse için inandırıcı değil.

Bununla beraber; Ömer’i muhafazakâr imgeleri normalleştirdiğini söylediğimiz dizilerden farklı kılan, aslında bilindik, aşina olduğumuz bir hikayeyi bize, farklı izleyici gruplarının dikkatini çekecek birbiriyle çelişkileri de olan perspektifleri içerecek şekilde sunması.

Bu diziden yola çıkarak, ‘muhafazakâr kendisini farklı bir kadrajdan gördüğünde ne hissediyor ve muhafazakâr olmayan, muhafazakarı kadrajına aldığında ne görüyor?’ sorularının peşine düşebiliriz. Kanımca, Ömer dizisinin ilgi çekmesinin sebebi de bu.

‘KÜLTÜRÜN BİRTAKIM KAPLARA VE KALIPLARA SOKULMASI BEYHUDE BİR UĞRAŞ’

Muhafazakâr temsilleri alıştığımızdan farklı bir biçimde yansıtan bu dizileri, kültürel hegemonya tartışmaları üzerinden nasıl yorumlayabiliriz?

A.Ç: Kültürel hegemonyadan ziyade belli bir dizgesi olan kültürel dinamiklerden bahsetmeliyiz bence. Topyekun bir hegemonyadan bahsetmek fazla cesurca. Kültürün hayatın kendilerine sorduğu soruları farklı değerlere referanslar vererek cevaplayan insan arasındaki diyalektikten çıktığını unutmamak gerek. Bu boyutuyla kültür ele avuca sığmaz ve ele geçirilemez bir şey. Ayrıca, kültürün direnmekle ilişkili bir yanı var.

İktidar bizi şekillendirmeye çalışacak, bunun için birtakım kurallar uyduracak ve biz de ona direneceğiz ya da kuralların etrafından dolaşmanın yollarını bulacağız. Kültür bu baskı ve direniş arasında ikisini de içererek dönüşecek, değişecek, tazelenecek. Bu sebeple kültürün birtakım kaplara ve kalıplara sokulması beyhude bir uğraş. Çünkü ne kadar kapsayıcı disiplin mekanizmaları geliştirilirse o kadar kapsayıcı direniş mekanizmaları çıkacak ortaya.

Bizlere televizyon aracılığıyla belli bir aile yapısı aktarıldı senelerce. Bunun yanı sıra ülkede kürtaj tartışılıyor, zina yasağı gündeme geliyor, İstanbul Sözleşmesi kaldırılıyor. Ama bir anda bir dizi çıkıyor ve muhafazakâr bir ailenin küçük oğlu Ömer’in, boşanmış ve çocuklu bir kadın olan Gamze’ye aşık olma hikâyesini anlatıyor.

Şaşırtıcı olan şu: Tüm kamusal alanı muhafazakâr ideolojiye göre dizayn etmeye çalışan bir iktidar var ve bunun dozunu giderek arttırıyor. Ama evindeki çocuk çıkıp “Bırak baba bu işleri” diyor. Ömer dizisinin yarattığı heyecan da o çocuğun perspektifini, babasını hepten tarihe gömmeden anlatma yolunu seçmesi.

'ÖMER’İN MUHASEBESİNİN TOPLUMSAL BİR BOYUTU VAR'

Peki, Ömer dizisini yaratan toplumsal dönüşümün izlerini nerede aramalıyız?

A.Ç: Dindarların taleplerini yükselterek iktidar olan bir zümre ile idare ediliyor Türkiye bir süredir. Geçtiğimiz 20 yıl boyunca biz dini olan her şeyin yere indiğini, profanlaştığını gördük. Yani din, insanların kullanımına açıldı. İktidar dini yerini sağlamlaştırmak için dünyaya indirdi ama bu, dinin içeriğini başkaca biçimlerde doldurulmasını mümkün kılan bir toplumsal düzlem yarattı ve din bu dönemin koşulları içinde dönüştü, başkalaştı.

Ömer, dindar ve genç bir erkeğin kendinden yaşça büyük ve dindar olmayan bir kadına aşık olmasıyla beraber yaşadığı bocalamayı odağa alıyor. Ömer’in muhafazakâr bir ailede yetişmiş genç bir özne olarak ne tür muhasebeler yapacağı gerilimine dayanıyor.

Bu gerilim, dizinin pek çok farklı değer ölçüsünü birbiriyle ilişkileri üzerinden tasvir etmesine olanak sağlıyor ve o değerlerin nasıl dönüştüğünü düşünme olanağı tanıyor. Ayrıca, Ömer’in o değerler arasında yapacağı muhasebe babasının, abisinin, kız kardeşinin şahitliğinde gerçekleşecek. Yani, Ömer’in muhasebesinin toplumsal bir boyutu var ve biz de izleyici olarak o boyutu müzakere edeceğiz.

Bu dönüşüm izleyenleri neden ilgilendiriyor?

A.Ç: Bizi şöyle ilgilendiriyor, yirmi yıldır bize “Hayat mı değerler mi?” diye soran bir iktidar var. Dizide de dizinin ana karakterine bu soru soruluyor. Ömer’in karşısına hayatın karşılığı olarak bir kadın çıkıyor ama bir de içinde yaşadığı ev var. Bu çerçevede; Ömer’in bocalaması, hayatın ve değerlerin kavgası başladığında hangisinden yana ve nasıl seçim yapacağı ile alakalı.

Böyle bir gerilim baş gösterdiğinde her zaman üçüncü bir yolun çıkabileceğini unutmamalıyız. Tam da burada, Ömer radikal bir seçim yapmamaya çalışıyor. İçine düştüğü aşkı savunabileceği hatlar da var ama aileye teslim olma gayretinde. Bakalım olabilecek mi? Bu noktada; aklıma Ömer’in, ailesine peygamberin eşi Hatice’yi neden hatırlatmadığı takılıyor. Hatırlatsa iyi olurdu.

Sonuçta peygamber de kendisinden yaşça büyük bir kadınla evlendi. Yani, sorun dini gelenekse böyle bir kıssa da var ortada. Eğer bu kıssa senaristin aklına geldiyse ve hatırlatmamayı seçtiyse aynı muhafazakarlığı o da paylaşıyor demektir. Ömer’in aşkını savunulabileceği hatları kullanmadığı için azıcık kızıyorum senariste!

'ÖMER’E SORULAN SORULAR ARASINDA ERKEKLİK DE VAR'

Ömer’de erkeklik kodlarıyla çatışan bir karakteri izlediğimizi söyleyebilir miyiz?

A.Ç: Elbette, Ömer’in sancısı erkeklikten ayrı düşünülemez. Örneğin, Ömer resim yapmak için çalışmamayı tercih etmiş. Yedek öğretmen olmayı da babasının zoruyla kabul ediyor. Bununla beraber; Ömer evlenecek ve Süreyya’nın ailesi, ayrı bir ev kurması için Ömer’e baskı uyguluyor.

Karısının çalışmasında bir sakınca görmeyen Ömer’e rağmen Süreyya’nın annesi kızının evlendikten sonra çalışmasını uygun bulmuyor. Bu çerçevede Ömer’in sınava çekildiği sorular arasında koca olarak kurduğun evi nasıl geçindireceksin, karına bakabilecek misin gibi erkeklik soruları da var.

Burada azıcık riskli de olsa meselenin şu tarafına dikkat çekmek isterim. Bazı toplumsal dönüşümleri kadınlar üzerinden anlatmak, erkekler üzerinden anlatmaktan daha kolay. Çünkü kadınlar söz konusu olduğunda göstergeler daha açık ve bu hikâyelere daha aşinayız. O yüzden hikayeyi Nisa karakteri etrafında yoğunlaştıracak gibiler.

Ömer’e sorulan erkeklik sorularının da nasıl seyredeceğini hep beraber göreceğiz. Ama onun çelişkisi sanki evlilikle aşk arasında kalmış olmasıyla sınırlı kalacak ve bu yüzden yüzeyselleşecek gibi duruyor.

Muhafazakar temsiller ve televizyon dediğimizde Huzur Sokağı’na değinebiliriz. Şule Yüksel Şenler’in romanından uyarlanan bu dizide de dindar öznelerin hikâyesi işleniyordu. Dizi, özü itibariyle Ömer’e benzemiyor o yüzden soruyu da farklılıklar üzerinden kurgulamak gerekiyor. Bu çerçevede, Huzur Sokağı’nın Bilal’i ile Ömer arasındaki farkları nasıl yorumlarsınız?

A.Ç: Ömer, ataerkinin sıkı sıkıya sarıldığı değerlerden bakıldığına Bilal’e göre kusurlu bir karakter. Bilal, dizide herkesin yardımına koşan, mükemmel bir adam olarak işleniyordu. Ömer de yardımsever ama patriyarkanın zaaf olarak gördüğü çeşitli inceliklere sahip. Aşık ve sanatkâr ruhlu mesela. Abisi Tahir de bu yüzden yükleniyor ona ve Gamze ile arasındaki hikâyeye, onun zaaflarını gerekçe göstererek sınır koymaya çalışıyor.

Ömer de direniyor aşka ama Bilal gibi değil. Hayatın peşinden gitme eğilimine mani olmuyor kesip atarak. Bilal’in o dirineşine Feyza’nın da ortadan kaybolarak katkıda bulunduğunu, Huzur Sokağı yazarının mesele aşk olduğunda kadınlardan beklentisinin ne olduğu sorusuna cevap olarak hatırlayabiliriz.

Bununla birlikte, ataerki açısından zayıflıkmış gibi görünen haslet, yani aşka mani olamama hali, Ömer’i çok katmanlı bir karakter haline getiriyor. Dönüşüm ihtimali de böyle beliriyor.

‘DİZİNİN SINIFSAL BİR BOYUTU DA VAR’

Son olarak; dizideki çatışmanın sadece din üzerinden işlediğini söyleyebilir miyiz?

A.Ç: Ömer’de sınıfsal bir boyut da var. Düşmekte olan bir orta sınıf görüyoruz. Bir aşevi var mesela caminin yamacında, buradan hareketle kıyıdan köşeden bile olsa yoksulluk da işleniyor. Bunlarla beraber; Gamze’nin arkadaşları aracılığıyla sınıfsal farklar sahneleniyor.

Lokanta sahibi arkadaşıyla her buluştuğunda Gamze’nin hayatı içinde görüyoruz sınıfsal çatışmayı. Bu durum, sınıfsal farkları günümüz Türkiye koşullarında bir hanenin başka bir haneye olan farkı üzerinden düşünmememiz gerektiğini gösteriyor.

Bir de aynı ailenin farklı zaman dilimlerinde deneyimlediği farklı sınıfsal koşullar söz konusu. Ayrıca, Gamze kocasından ayrıldıktan sonra sınıfsal kaynağına geri dönüyor. Onun valizinden çıkarıp giydiği kıyafetlerle içinde bulunduğu durum arasında da bir fark var.

Öne Çıkanlar