Bizim talep ne ki dinazora 3 katrilyon verdiler!
Emre CAKA
ARTI GERÇEK - Edouard Louis’in Ayberk Erkay tarafından çevrilen, Kemal Aydoğan tarafından yönetilen ve Onur Ünsal’ın oynadığı Babamı Kim Öldürdü, homofobik baba – gay erkek çocuk yüzleşmesine götürüyor. Bu tarif en basit ve çarpıcı bölümlerinden olmasından kaynaklı. Oyun içerisinde ırkçılıktan, yoksulluktan ve güvensizliğe kadar giden bir sorgulama ile karşı karşıya kalıyoruz. Kahramanımız, babasının kimin öldürdüğüne dair alternatif sorular geliştirip sorgulamaya başlaması yeterli olmuyor. Başka bir dünyanın olabilitesi babanın ölümüne engel olmuyor…
Pandemi döneminin en zorluk yaşayan alanlarından bir tanesi de şüphesiz tiyatrolar. Özel tiyatrolar, salgın hızının artmasıyla birlikte alınan tedbirler ile yeniden yalnızlığa terk edildi. Birçok tiyatro iflas sınırındayken, tiyatro salonlarında çalışanlar ve oyuncular ise yoksulluk ile karşı karşıya. Kadıköy’de bulunan Moda Sahnesi ise kendisine yeni bir yol çizmenin yollarını arıyor. Aslında yolun yarısını da geldi sayılır. Oyunlarını naklen yayın ile izleyicilerine online ulaşan Moda Sahnesi kurucularından ve yönetmen Kemal Aydoğan, ‘Babamı kim öldürdü’ oyununu sergileyen Onur Ünsal ile hem oyunu hem de naklen yayın hayatını konuştuk.
Bu süreci kendi üreticilikleri ve seyircinin oluşturduğu sivil inisiyatif ile atlatmaya çalıştıklarını söyleyen Aydoğan, sezon takvimini naklen tamamlayacaklarını duyurdu. Son dönemin en çok konuşulan ve tartışılan oyunu Babamı kim öldürdü oyununda 105 dakika boyunca bize kesintisiz resital sunan Onur Ünsal ise, yerel ve merkezi yönetimlerin tiyatrolara olan ilgisiz ve isteksiz oluşundan bahsediyor ve ekliyor, "Hepsi çöp!"
‘HERKES BÜYÜK KONUŞUYOR’
Pandemi döneminde oyuna çalışmaya başladınız. Bu dönemde nasıl motivasyonunuz oldu, konsantre olmak kolay oldu mu?
Ünsal: Motivasyonumuz gayet yüksekti. Sıkılmıştık zaten. Çok fazla dünya sorunuyla karşı karşıya kalmıştık. Herkesin çok politik anlamda da sıkıştığı, çok fazla bir şey söylediği bir zamandı. hem sıkılmışlığın, hem sıkışmışlığın motivasyonu, güzel söz söyleyen bir çocuk. Biz çalışırken az kişiydik ama motivasyonumuz oldukça yüksekti.
Sahneler açıldığı zaman, seyirciler buraya gelmeye başladı ve bu oyun 105 dakika… Maskeler ile burada oyunu seyrettiler, reaksiyonlar nasıldı. Mimik görememek nasıl bir duyguydu?
En başta zordu tabi. Ama bu seyirci için de zordu. Ortak paylaştığımız bir sıkıntı olduğu için. Hepimiz üstesinden gelmeyi başardık diyebilirim. Bütün kötü koşullara rağmen seyircinin de izleme motivasyonu da yüksekti. Evet maskeler vardı, evet bir takım insanlar gelmedi tedirgindi ama yine de iyiydi. Zaten bu tür evrensel olaylar bir araya gelme, kültür sanat gibi aktiviteleri artırıyor, ekonomik olarak ne kadar zor durumda olsak dahi. Tersine buralara dahil motivasyonlarının yüksek olduğunu düşünüyorum.
Sahneler açılmaya başladıktan sonra bir nefes alma, bir özgürlük alanı oldu mu Moda Sahnesi’nin. Hem ekonomik hem seyirci ile buluşmanın getirdiği özgüven olarak.
Aydoğan: Şöyle aslında; ekonomisi işlemeyen bir şeyin, psikolojisi falan yok. Sadece düşünülen şey, kirayı ödeyebilecek miyiz, maaş alabilecek mi çalışanlar, vergi ödeyebilecek miyiz? Sadece buna indirgeniyor her şey ister istemez. Dolayısıyla Ekim-Kasım aylarında direndik, çok az para kazanma pahasına sürdürdük, orada ruhumuza iyi gelen şeyler vardı. Ama bir süre daha para kazanamasaydık o ruhu da çok düşünecek halimiz olmazdı. Koca bir mekanı işletmeye çalışarak ruh kurtarmak diye bir denklem kurulmuyormuş. Tabi ki seyirciye iyi geldi, bu tarafını haklı olarak görmüyor, bilmiyorlar. Bize de oynamak, yönetmek güzel geldi ama ekonomik o geliri elde edemeyince bir süre sonra iflas etme noktasına geliyorsunuz. Bu yaşananları ekonomiden bağımsız düşünemeyiz. Onur oyunculuğu çok seviyor, Kemal yönetmenliği seviyor ama gelir denen bela, hepimizin başının belası olan bu güvencesizlik, 1500 metre karelik mekanı işletirken o geliri elde edemezseniz, denklemin bir ayağı artık çukurdadır. Bu zaten bizim değil, yerel yönetimlerin, merkezi yönetimlerin sürdürmesi gereken sanatsal faaliyetler. Şu kriz ortamında bence bunu çok net gösterdi. Biz neye aday olmuşuz? Bu koşullarda dünyanın hiçbir yerinde insanlar, desteksiz bunu yapamaz, yapmıyorlar da zaten.
‘SINIFTA KALDILAR’
Yerel ve merkez yönetimlerin gerekliliklerini belirttiniz. Görüşme sağlayabildiniz mi?
Merkezi yönetimlerin de yerel yönetimlerinde hiçbir fikri yok! Ne İstanbul Büyükşehir Belediyesinin, ne Kadıköy Belediyesin, ne iktidarın ne de Kültür Bakanlığı’nın gözünde hiçbir önemi yok. Buraya insanlar geldi, etkileşimler sağlandı, konserler oldu, seminerler vs vs… Yılda 80-100 bin insan geldi buraya fakat kültürel hayatta, bu aktörlerin (Yöneticiler) gözünde hiçbir önemimizin olmadığını anladık. Neredeyse, "Arkadaşlar geçmiş olsun, bir isteğiniz var mı?" diyecek kadar dahi bir muhattaplık kurulmadı. Dolayısıyla Türkiye’nin sanat politikasının olmadığına dair çok net bir gözlemim var benim. Sanat ile özellikle tiyatroyla yöneticiler ne yapacağını bilmiyorlar. Bir yokuştan aşağı bırakmışlar, nereye çarpacağı belli değil.
Ünsal: Çok güzel satıyorlar Twitter’dan. Yeni mekanlar yapıyoruz, yeni bir şeyler falan. Bu sattıkları şeyler de kendilerine ait değil. Burayı da saymıyorlar. Sanatsal anlamda çöpler! Bunu çok gönül rahatlığıyla söylüyorum, çöpler! Sadece boş konuşmayı seviyorlar. Zaten genelde ülkede şöyle oluyor; sağcısı yapılmamasını istiyor, solcusu da ‘yapılsın iyidir’ modunda, fikri bu kadar. Moda Sahnesi’nin, Baba Sahne’nin ya da Oyun Atölyesi’nin Kadıköy’de ki hayata neler kattığına dair bir fikirleri yok. Buraları görmüyor, bilmiyorlar. Fakat kendilerine başkan diyorlar. İstersen nefret et ama bu potansiyeli görmezden gelemezsin. Burada bir şeyler oluyor, canlı yayın yapılıyor 2 bin kişi bilet alıyor… Çok net söyleyeyim bunu somut konuşmak lazım. Ayrıca diğer taraf daha iyi bence tavır konusunda. Daha iyi anlaşıyoruz, saflarımız daha net en azından. Somut adımlar atılmadığı sürece kimsenin sanat-manat büyük büyük yok efendim ‘Atatürk demiş ki’ tarzında kimse laf etmesin. Oyunda tamamen bunu söylüyor fiziksel denen şey, gerçektir. Sözün konuşmanın, attığın twitin bununla alakası yoktur. Twitter veya sosyal medya da sanat hayat damarlarımız falan demek ile olmuyor. Seçmen için fazla fazla konuşmak icraate gelince somut olarak evde olmamak artık komik. Bu tiyatro ve bu tiyatronun izleyicisi, Kültür Bakanlığı’nın işini yapıyor ve Kültür Bakanlığı’na para vererek. Hem köstek oluyorlar hem de vergi alıyorlar. Artık 2020 yılındayız, sürekli konuşmanın anlamı geçti, fiziki olarak insanlar ölüyor, fiziki olarak acı var, yoksulluk var sefalet var, açlık var… 5 milyon insanın iş aramayı bırakması var. İş-Kur’a insanların gitmemeleri, umudu kesmeleri var. Ne yapacak bu insanlar, sizin soyut söylemlerinizin arkasından mı gidecekler. Koşulları iyileştirmek gerekiyor. Eşit hakları ve işçileri yoksullaştırmamayı vermedikten sonra bir karşılığı yok büyük lafların.
DİNAZORA 3 KATRİLYON VERDİLER!
Herkes parasız, herkes yoksul ama 750 milyon dolara bir park batırılabiliyor! Şişme dinazor var oğlum orada, şişme! 3 katrilyon para batırıldığı söyleniyor. O paranın yanında bizim konuştuğumuz ne ki, ne konuşuyoruz, talep ettiğimiz yardım ne ki bu durumda? Hangi parayı bize vermiyorlar, kimin parasını, biz neden isteyen tarafız, siz kimsiniz! Birileri belediyeden 3 kat trilyon para alıp, birinin cebine koymuş,
Aydoğan: Aslında bu konu özelinde şunu diyerek özetleyebiliriz; yerel ve merkezi yönetimler sınıfta kaldı.
TRAJEDİ NASIL BAŞLADI?
Ünsal: Birisi kalkıp kadını öldürüyor, yakıyor ve betona gömüyor. Nasıl oluyor bu durum. Kim yarattı bunu. Nerede yetişti bu çocuk, iktidarlar böyle şeyler mi icra ediyorlar yoksa bunlar birer semptom mu? Afrikalı çocuk askerleri de okuduk çalıştık zamanında Enzensberger, çocuğun elektro gitar çalmak ile tüfekten ateş etmesinin aynı kimyayı oluşturduğunu söylüyor. Dolayısıyla çocuğu nereye yönlendirdiğine bakıyor konu. Sosyal hakları eşit koşulda sağlayamadığın sürece, o parayı, o hakkı vermediğin müddetçe o zihniyetten çıkar ürünleri suçlu ilan edeceksin. Çünkü çocuklar suça meyilli olacaklar. Edouard Louis’in söylediği de bizim yaşadığımız hayatın üzerine denk geldi. Oyunda çocuğun babasına saldırmasının, yalnızca bu semptoma saldırmanın akıllıca bir şey olmadığını hatırlatıyor. Çünkü o babaya, o misyon iktidarlar tarafından, hükümetler tarafından evinin ‘reisi’ olma, ahlakın bekçisi olma, ülkedeki ırkçılığı görmeme bunun yerine homofobiyle ve yabancı düşmanlığıyla ilgilenmesi öğretiliyor. Tanıl Bora’nın dediği, ‘Vatandaşına hayat borçlu olmak’ durumu ortaya çıkıyor. Dolayısıyla, herhangi bir potansiyeli olsa da bunu açığa çıkaramayan anılarda bu ikisini birbirine karıştığı bir sürü şey anlatıyor. Esas olan adamın, sosyolojisini, psikolojisini ve dolayısıyla bütün bu fizyolojisinin önceden belirlenmiş olması iktidarlar tarafından. Çocuk sonrasında benden babama kızmamı mı bekliyorsunuz diyor. Benden, babamdan nefret etmemi istiyorsunuz, ettim de bir dönem diyor. Ama aslında öfkeyi nereye yöneltmeliyim, o nereye yöneltmeliydi? Biz de yaşanan da bu yoksulluğun buradaki bu utanç verici yaşamın gerçekte nereye yöneltilmelidir? Yapılan ırkçılığa mı, sınıfsallığa mı yoksa gerçekten sadece eşcinsellere mi bağaracaktık? Toplum mühendisliği denen olayda yok olan hayatlar çok fazla.
Oyun sırasında kimsenin olmaması nasıl bir duyguydu?
Mekan çok büyük, mekan. Bir de açtılar en büyük salonu, tribünleri de açtılar bir tek ben varım. 3-5 kişi var ekipten onlar da beni izlemiyor, önlerindeki şeylere bakıyorlar. Benim açımdan en tuhaf olanı senkron kaybıydı. Yaklaşık 20-25 saniye geriden gelen bir ekran var. İnsanlar beni izliyorlar fakat 20 saniye geriden geliyor ve arada gözüm kayıyor bir bakıyorum bir önceki sahne. Orada tuhaf olup, kafam karıştı.
Oyun bitiminde alkış sesi duymamak…
İnsanlar oyunun alkışlarını, oyunun sonunda ayağa kalkmalarını çekip attılar. İnsan izledikten sonra gerçekten bir şey yapmak istiyor. El çırpmak, ayağa kalkmak vs o yüzden aklımdaydı beğenen insanların bunu yapabileceği o yüzden selam verirken tasavvur ettim kafamda bunu. Neredeyse sizi görüyorum diyecektim.
Naklen yayın projesini geliştirmeyi düşünüyor musunuz?
Aslında bir iki tane planımız var. Hem sosyal sorumluluk kapsamında hem de insanların reaksiyonunu görmek gibi bir çalışmaya kalkıştık. Kısaca bahsedeyim hatta; Bir üniversiteyle bu oyunu izleyip, bu oyunun konuşmasına katılıp tartışma alanlarını açmak, buradan da bir takım yerlere gidebilmek. Mesela kabul eden insanların kamerasını açmak ve yüz ifadelerinden bir takım analizler çıkarmak. Dijital-sosyal deneylere doğru giden tarafları var oyunun.
*Oyun, 16 Ocak ve 30 Ocak naklen yayınlanacak. Moda sahnesi, oyun takvimini naklen yayın akışı ile seyircisiyle buluşturmaya devam edecek.