Burhan Sönmez: Bu kez yaralarımızı değil, sanatımızı göstermek istedim
Mine CEYLAN
Uluslararası PEN Yazarlar Birliği Başkanı, hukukçu ve ödüllü yazar Burhan Sönmez Türkçe dilinde yazdığı beş roman ve 48 dile çevrilen kitaplarının ardından bu kez okuyucuların karşısına Kürtçe bir romanla çıkıyor.
'Evîndarên Franz K.' (Franz K'nın Aşıkları) Türkçeyi ilkokul yıllarında öğrenen yazar Burhan Sönmez’in anadilinde yazdığı ilk roman olma özelliğini taşıyor. Kitap Lis Yayınevi’nden çıktı.
Türkçe baskısı da İletişim Yayınları’ndan taze çıkan romanın Kürtçeden yapılan İngilizce çeviri ise baskıya hazırlanıyor. Burhan Sönmez’le anadili, çocukluk ve yurt kavramları arasında dolanarak yeni çıkan ilk Kürtçe kitabı hakkında konuştuk.
'HER DİL KENDİNE GÖRE BİR GEZEGEN GİBİ'
Son kitabınız Evîndarên Franz K., Kürtçe olmasının yanı sıra diğer eserlerinizden farklı olarak daha diyalog ağırlıklı. Bu durum, Kürtçede sözlü edebiyatın yazılı edebiyata göre daha güçlü olmasıyla ilgili mi? Türkçe yazmakla Kürtçe yazmayı karşılaştırdığınızda, bu dillerin özgün yapılarının açtığı imkanları ve farkları nasıl değerlendirirsiniz?
Romanın diyaloglar üzerine kurulması, hikayenin kendisiyle ilgili. Kürtçeden kaynaklanan bir şey değil. Türkçe romanlarımın, mesela Kuzey ve Masumlar’ın, Kürtçenin sözlü edebiyatına daha fazla bağlı olduğunu hissediyorum. Belki o romanlarımın konusu, Kürt kültürüne doğrudan bağlı olduğu içindi bu yansıma. Şu an üç dil kullanıyorum yazılarımda, Kürtçe, Türkçe ve İngilizce. Her dil kendine göre bir gezegen gibi. Hiçbiri diğerine benzemiyor, her birinin kendi ritmi, kendi duygu ve düşünme yöntemi var. Bu yüzden, bir dilden başka dile tam çeviri yapmak, bir açıdan imkansızdır, çünkü her çeviri eksik çeviri olarak kalır. Her çeviride bir ses, bir renk tonu, bir doku değişir.
'FRANZ KAFKA ÜZERİNE YAZDIM, İLLA Kİ BATILI BİR YAZARIN YAPMASINI BEKLEMEMİZ GEREKMİYOR'
Türkçe kaleme aldığınız eserlerde bireysel bir hikayeden yola çıksa da daha çok toplumsal temaları işlediğinizi görüyoruz. Kürt toplumunun sorunları ve dertleri de Türkçe romanlarınızda merkezdeydi. Fakat ilk Kürtçe kitabınızda tamamen bireysel bir hikayenin peşinden gidiyoruz. Bu tercihinizin nedeni nedir?
Bu romanım da toplumsal kaygılara dokunuyor, ama dediğiniz gibi, bu kez merkezde Kürt toplumunun sorunları yok. Bunu bilinçli olarak tercih ettiğimi söyleyebilirim. Beş romanım sizin işaret ettiğiniz yansımaları içeriyordu, ama Kürtçe yazarken bu kez kendi yaralarımızdan söz etmek istemedim. Bu kitap onlarca dile çevrilecek ve ben pek çok ülkedeki söyleşilerde sorulara muhatap olurken, insanlara artık yaralarımızı değil, sanatımızın ve dilimizin hünerini göstermek istiyorum. Kürtçeyi var eden şey onun güzel yaratıcılığıdır ve bu güzellik yalnızca çektiği acılardan beslenmez, bizim dilimiz de gerektiğinde kendisine değil dışarıdaki dünyaya bakma ve oraya yelken açma kudretine sahiptir. Franz Kafka üzerine bir roman yazdım, bunu biz de yapabiliriz, illa ki batılı bir yazarın yapmasını beklememiz gerekmiyor.
'İNSANI KEDERLENDİREN ŞEY, KENDİ ÜLKESİNDE KENDİ DİLİNDEN MAHRUM BIRAKILMASI'
Malum, okullarda anadilde eğitim verilmiyor.. Siz ‘akademik’ Kürtçe’yi nasıl öğrendiniz? Herhangi bir eğitim aldınız mı Kürtçe ile ilgili?
Benim hikâyem Türkiye ortalamasına yakın bir Kürt hikâyesi. Köyde doğup büyüdüm, dilimiz Kürtçeydi. Sonra kasabaya taşınınca Türklerle ve Türkçeyle tanıştık. Eğitimle birlikte Türkçe ana sosyal dil haline geldi, Kürtçemiz sadece evde konuşulan bir sözlü dil olarak kaldı. Bunun politik ve sosyal bir sorun olduğunu hepimizi biliyoruz. Ama ben etrafımıza çizilen bu sınırı bir birey olarak aşmam gerektiğini düşündüm ve Kürtçenin gramerini çalışmaya başladım. Kimseden yardım almadım, kendi kendime çalışmaya gayret ettim, her ne kadar yapabildiysem. Kürtçe çıkan daha doğrusu elime ulaşan her metni okumaya başladım. Başlarda zorlandığım şeyleri zamanla tam anlamaya başladım. Burada insanı kederlendiren şey, çok çalışmak değil, insanın kendi ülkesinde kendi dilinden mahrum bırakılması ve o dile ulaşmak için çaba sarf etmek zorunda kalmasıdır.
'İNSANIN RUHUNDAKİ O BÜTÜNÜN PARÇALANMASI, DEHŞETLİ BİR HAYAT İNKARIDIR'
“Benim vatanım çocukluğumdu ve ben büyüdükçe uzaklaştım ondan, uzaklaştıkça da büyüdü içimde.” Bu cümle 'Masumlar' romanınızın giriş cümlesi. Okuyana, yazarın anadiline, çocukluğuna ve yurduna dönme arzusuna dair ipuçları veriyor sanki. Bunlar aynı zamanda edebiyatın da evrensel temalarından. Sizin için anadil, yurt ve çocukluk arasındaki ilişki neyi temsil ediyor?
Sanırım en uzun cevabı bu soruda vermek gerekiyor. Çünkü çocukluk, yurt ve dil arasındaki ilişki sadece bir ulusal dil meselesi değil, insanın ruhsal varoluşu, hayatın bütünüyle kurduğu ilişkiyle ilgilidir. Hayat bir bütündür ve aslında o bütün, daha çocukluk anında belirlenir, sonrası onun açılımı ve evrimidir. İnsanın ruhundaki o bütünün parçalanması, dehşetli bir hayat inkarıdır. Biz şimdi parçalanmış hayatımızı ve ruhumuzu toparlamaya, onu inşa etmeye çalışırken, edebiyat bunun önemli alanlarından biridir. Bu yüzden, roman yazarken kendimi huzurlu engin bir denize açılmış gibi hissediyorum, ardından ne olduğu bilinmeyen muhteşem bir denize.
'KÜRTÇE YAZMAYI SÜRDÜRECEĞİM'
Bundan sonra da Kürtçe yazmaya devam edecek misiniz? Yakın zamanda çıkacak, hazırlık aşamasında olan bir kitabınız var mı?
Kürtçe yazmayı sürdüreceğim. Bu yılın sonunda İngilizce bir kitabım çıkacak. Roman değil, bir inceleme kitabı olacak. Bahar döneminde Cambridge Üniversitesi’nde edebiyat felsefesi üzerine vereceğim seminerleri hazırlıyorum, onlar bir kitap olarak yayınlanacak.