Ecce Monstrum: Bir çöl kıyameti üzerine
Murat KESER
Artı Gerçek - Güney Çeğin ve Hasan Kara kendi şintolarında bir kitap demlemişler; ismi Ecce Monstrum. Nietzsche’nin Ecce Homo kitabına çakılan bir selam! Kendini arayan insanın tözcü çukurlara düşme tehdidine karşı anarşist bir İsrafil olmaya cüret etmiş bir tuhaf kitap da denebilir. Kullandıkları imgesel dil, bazı noktalarda okuyucunun düşünsel süzgecine biraz ince gelebilir. İkilinin kendine has gri ve siyah arasında mekik dokuyan metaforları, sadece acı çekmiş bir usla görülebilen mitralyöz mermileri gibi.
Tarif ettiği canavar, beslendiği tarihsel ve felsefi epistemenin uğultusunu taşıyor. İnsanın “immanare”yi dışarı çıkarmak için ihtiyaç duyduğu fitili nasıl araması gerektiğine Delueze’den Stirner’e, hınçtan filantropizme “non-classical logic” bir Nietzsche analiziyle selam yolluyorlar. Ecce Monstrum’daki “Kendi olma isteğindeki ümitsizliğin panzehirleri” ifadesinde olduğu gibi “var olmak” ve “hiç olmak” şaşırtıcı bir biçimde tek bir eylemsizlikte, aynı anda ve birlikte edimlenmiş gibi. “Dünyayı ve olanı -olması gerekeni- olduğu gibi göremeyenlerin acziyetine” çift taraflı bir ustura uzatmaktan da geri durmamışlar. Yani “fortis fortuna adiuvat”.
HİÇBİR CÜMLE KENDİNİ TEKRAR ETMİYOR
İyi ve kötünün simbiyotik overtürüne ayrı bir parantez açmak gerek. Kitapta, oligarşik bir sahnede, asitle vaftiz edilmiş onlarca droste sunulması muazzam bir detay. Bunu adeta Willard Wigan gibi yapmışlar. Her iyi ve kötü konumlanmasının agnostik yaradılışına değinmeden de geçmemişler. Nietzsche’nin sürüye tanrıyla aralarındaki çeteleyi hatırlatma kabilinden bağırsak temizliğinin önemi vurgulamışlar. Kitaptaki hiçbir sayfanın, hatta hiçbir cümlenin kendini tekrar etmeyişi bana stoacıların kayıtsız ciddiliğini anımsattı. Yaşama yönelik o fütursuz kavrayış, vasat kalabalığın iç içe geçtiği iğne düşmez bir gökdelende adeta Evelyn McHale gibi; sade, asil ve teatral.
Kitlelerin ahlakının, öznelerin ahlakından büyük-eşit olduğu bir denklem kurulurken nefis benzetmeler yapılmış. Örneğin; “uyumsuzluk kimileyin kendini bir gösteri olarak ortaya koyar, entelektüelin estetik teşhirciliği.” ya da “halkın ortak duyusu: Kan esrikliği. Esrimenin ortak duyusu: Bağımsızlık”. Mimarların kıskanacağı bir fenomenolojik dizayn bu. Ahlak-dışı bir düşüncenin savunusuna kalkışmaktan ziyade, Nietzsche’nin yaptığı şey, toplumu değil bireyi ön plana çıkarmanın önündeki engelleri reddiye idi. Tam da burada tek çözümün “nihilist bir manifesto” yayınlamak olmadığını kim iddia edebilir? Bu kitap o manifesto olma niyetinde midir bilinmez ama Ubermensch’in Unmensch ile olan soğuk savaşı ancak bu denli derin aktarılabilirdi. Söz gelimi, buradaki metaforlar anlaşılma yönünden karmaşık olsun. Yaklaşım: Tek basamaklı sayıları toplayarak yüksek matematik anlatıldığını gördünüz mü? Yaklaşım 2: Cevabınız ve dualarınız kendinize kalsın. Tözcülükten arındığını iddia edenler hariç!
İktidarın diktatörden farklı oluşu ne felsefede ne sosyolojide böyle metaforik verilmemiştir. Çünkü burada tüm iktidarlar varlığın dispositifidir ve bize varlık değil hiçlik gerek deniyor. Tıpkı eşitliğin “söylemlere mahkûm kalmaması” gerektiği gibi. İnsanoğlunun toplumsal dünyadaki davranışlarının değer yargılarına dayandığını düşünürsek ihtiyaç duyulan şey haliyle çözümleme oluyor. Fakat burada yazanlar bir çözümleme değil, aksine çözümlemeyi okuyana bırakmış klitoral bir papirüs. Sayfaları çevirmeden önce lütfen parmağınızı ıslatın.
Nietzsche için, cezalandırılma korkusu ile yapılan inançsal dizginlemeler, bireyin özündeki durumu yansıtmaz. Bundan daha alçak ne olabilir? Tabiidir ki kitapta buna da bir cevap aranmış ve okuyanın içinden çıkmak için önce içmesi gereken bir amniyon sıvısı verilmiş. Kendiliğinden dökülmeyen cinsten bir amniyon bu. Çünkü gebe kalınan insan değil, hiçlik. Çağdaş toplum ya da klasik topluluklar, sıra sıra dizilmiş renkli fetüsler gibi aktarılmış. Sol baştan, hiperbolik ve çözüm matrisi okuyana bırakılmış bir şekilde. Kimin aklına nereden geldiyse oraya gitmeyi çok istemeli; gitmeli.
Bu kitabı okurken birer “onaylanma mahkûmları” olarak yapacağımız en akla uygun şey, topolojik bir zihinsel üretime baş aşağı bir ayak uydurma olmalı. Harici eylemler ya borderline ya da spektrum bozukluğu olarak algılanabilir. Yine de birinci tekil şahıs ile düşünmeyi deneyebiliriz. Nihayetinde, bahsi en elzem mevzu şudur ki; nihilist bir tefsir mühendisliği olan bu kitap, metaforik bir Nietzschecilik öğretisi değil, bilakis, Nietzsche’nin neyi -ne olmayanı- yıkmaya –yeniden inşa etmeye– çalıştığını çözümleyemeyen disleksi hastası öznenin meseleden haberdar olması adına yazılan bir prospektüs olmuş. -Fena! Hiçlikten daha omnipotent bir hiçlik! Neden olmasın…