Ellerin ele verdikleri
Mouchette’in ellerinde olduğu gibi, sanatın temsil ettiği her el, ait olduğu insanın ve toplumun bir özeti niteliğinde.
Ondört yaşında, ‘küçük sinek’ manasına gelen Mouchette lakabıyla anılan, isimsiz bir kızın yağmurlu bir havada okulu kırmasıyla başlayan bir hikaye Bir Sevgisizlik Öyküsü Mouchette. İspanyol kökenli Fransız yazar Georges Bernanos tarafından kaleme alınan kitap, Sia yayınları tarafından Berna Günen çevirisiyle 2022 yılında yayınlandı. Kitapta kapalı bir toplulukta, bir köyde yaşayan, ergenliğe yeni adımını atan kız çocuğu Mouchette odağında sefalet, yoksulluk ve sevgisizliğin hikayesi anlatılıyor. Arka kapakta ‘basit insanların dramları’ diye bahsedilen kitap Fransız Yönetmen Robert Bresson tarafından sinemaya da uyarlanmış.
Her şeyi bilen ve bunları anlatırken de bir hayli cömert davranan bir anlatıcı kullanılmış kitabın tümünde. Anlatıcı için ‘geveze’ bile denilebilir hatta. Bir başka kitabı Şeytanın Güneşi’nde de bir Mouchette karakteri kullanan Bernanos bu iki karakteri o kadar içselleştirmiş ve ete kemiğe büründürmüş ki kitabın girişinde aralarındaki benzerlikten bahsederek -yalnızlık- “Tanrı ikisine de merhamet etsin!” notunu düşüyor. Yazarın karakterle kurduğu bu bağı anlatıcıda da görmek mümkün. Bir sesi, üslubu ve tarafı olan anlatıcı zaman zaman sorular sorup kendi fikirlerini de az çok belirtiyor. Nereleri nasıl okumamız, anlamamız gerektiğini de söyleyen anlatıcının sona yaklaştığımızda odaklandığı ‘eller’ ise dikkate değer.
“Bu esmer el içleri hâlâ toprakla dolu tırnaklarıyla, cılız bileğinin ucunda sallanan daha şimdiden kırışmış, daha şimdiden sararmış, yine de hâlâ çocuksu görünen bu el işte tam orada, gözlerinin önündeydi. Yarı açık avcu, kıvrık parmaklarıyla ölü gibi duruyordu. Nitekim bir an için Mouchette onu kara toprağın altında ölmüş olarak gördü. Ve bu elden kendisine ait olmayan, yabancı, tiksinti veren bir şeymiş gibi nefret etmeye başladı.
Başparmağın şekli bir çıban yüzünden hafif bozulmuştu ve yara izi soluk beyaz rengiyle göze çarpıyordu. Bu haliyle başparmağı babasının mala biçimindeki, devasa ve bombe tırnağıyla neredeyse bir canavarınkini andıran başparmağına benziyordu. En azından kızın hummalı hayal gücü ikisini birbirine karıştırıyordu. Bu el uğursuzluk işareti taşıyan ellerdendi. Ona sadece sayısız aşağılanmayı hatırlatıyordu. Öğretmen Hanım kim bilir kaç kez bu eli kürsüsünün üstüne kaldırıp bütün sınıfa göstermişti - en temel hijyen kurallarını hiçe sayarak dört bir yana en ölümcül hastalıkların tohumlarını saçan bu pis eli! Mouchette'in birkaç saat önce annesinin çökmüş göğsünün üzerinde kavuşmuş halde gördüğü elleri de muhakkak aynı lanetli türe aitti. Hatta daha da lanetli bir türe, zira bu eller onca sene boşuna didinmişti!” (Syf: 103)
Bu uzun el anlatısından hikayeye, karakterimiz Mouchette’e anne ve babasına, yaşadığı topluluğa ve oradaki konumuna kapladığı alana dair çıkarabileceğimiz birçok şey var. Bu el anlatısı adeta kitabın özeti. Bir el anlatısından bir kitap dolusu çıkarım yapmak mümkün mü peki? Pek tabi mümkün. Güçlü bir görsellik de oluşturan bu el, ister istemez sanat tarihinden aklın bir köşesine yerleşmiş bir çok eli de beraberinde getiriyor.
Tarih boyunca yalnızca birer anatomi detayı, bir uzuv olmanın ötesinde duygu, düşünce ve toplumsal konum, statü ve hâlin anlatımında güçlü bir araç olan eller birçok şeyi de ‘ele veriyor’. Dönem, biçim ve biçem değişiklik gösterse de eller tarih boyunca yoksulluk, kır ve köy hayatı, işçi sınıfı ve mücadelesinin anlatımında en öne çıkan sembollerden.
Sözsüz bir iletişim aracı da olan eller sanat tarihinde de tıpkı yukarıdaki alıntıda olduğu gibi birçok şeyi açıklamak, izah etmek, göstermek için çokça kullanılmış. Bazen gökleri gösterip tanrıyı işaret ediyor, bazen tanrının elleri olup Adem’e hayat veriyor. Bazen Meryem’in elleri olup acıyla kıvrılıyor, İsa’nın elleri olup cansızca uzanıyor.
Yüksek sanat için pek de uygun olmayan bir tema köylü, işçi ve orta-alt sınıfın resmedilmesi. Bilinçli olarak resmin, sanat tarihinin konusu olarak sahneye çıkışı ve yer edişi 19’uncu yüzyıla, Millet, Courbet, Van Gogh gibi isimlerin üretimlerine dayanıyor. Her ne kadar eller öncelikli / ön planda olmasa da hem atmosfer hem de konu olarak Millet’nin ‘Başak Toplayanlar’ olarak bilinen ‘Toplayıcılar’ resmi ve Courbet’nin ‘Taş Kırıcılar’ı akla ilk gelecek örneklerden.
1885 yılına tarihlenen Vincent Van Gogh imzalı 'Patates Yiyenler’ hem kitabın genel atmosferi hem de ellerin belirginliği ve konuşkanlığıyla yine akla gelebilecek resimlerden. Van Gogh’un patates yiyen elleri de tıpkı Mouchette’in elleri gibi oldukça konuşkan. Kendisi, bulunduğu toplum, yaşam şartları, figürlerin sosyal statüleri hakkında oldukça fazla şey açık ediyor.
El ve eller üzerinden bir anlatı, hikaye kurmak dendiğinde akla gelecek isimlerden biri de şüphesiz ki Alman ressam ve baskı sanatçısı Käthe Kollwitz. ‘Sanatçıyı çağının yarattığını’ ve ‘sanatçı olmanın insana sorumluluk yüklediğini’ söyleyen Kollwitz’in üretimlerinde kadınların toplumsal mücadelesi, işçi direnişleri, savaş ve ezilen halk temaları ön plana çıkar. Hemen her resminde görebileceğiniz baskın, ön planda yer alan ellerin her biri kendi başına da bir hikaye anlatıyor.
Türk Sanat tarihine baktığımızda akla ilk gelecek isimlerden biri süphesiz ki Neşet Günal. Türk sanatında toplumsal gerçekçi resmin en önemli temsilcilerinden biri olan Günal’ın resimlerinde abartılı el ve ayaklar ve abartılı resmedilmiş gözler ön plana çıkıyor.
Neşet Günal’ın öğrencisi olan Cihat Aral’da resimleriyle döneme ve topluma ‘tanıklık’ eden sanatçılardan. Aral’ın 1976 yılında Antalya 13.Uluslararası Duvar Resimleri Sempozyum’unda 250 metrekare alan üzerine resmettiği “İşçi Analar ve Çocukları” isimli mural henüz yarım haldeyken dönemin valisi tarafından bir branda ile kapatılıyor.
Mouchette’in ellerinde olduğu gibi, sanatın temsil ettiği her el, ait olduğu insanın ve toplumun bir özeti niteliğinde. Eller, yalnızca birer anatomi detayı olmaktan çok öte; sınıfsal mücadelenin, bireysel acıların, toplumsal hafızanın ve insan ruhunun izlerini taşıyan birer anlatıcı.