'Freud’un Yası': Yas tutmanın imkânları ve imkânsızlığı
Aynur Kulak
Artı Gerçek - Biyografilerde, otobiyografilerde ve anı kitaplarında dahi bahsedilmeyen, bahsedilse bile detayına pek de girilmeyen yastan nasıl bahsedebiliriz? Onunla ilgili tam olarak ne söylemeli, konuyu tüm yönleriyle nasıl değerlendirmeliyiz? Yas en çok konuşulması gereken konuların başında geliyor.
Fakat aynı zamanda yasın doğru olarak ifade edilmesi, anlatılması tam bir muğlaklık, muamma. Yas için parmak izi gibi kişiden kişiye farklılık gösterir desek veya toplum söz konusu olunca tanımı büyür, kontrol edilemez noktaya gider desek, ne derece doğru tespitlerde bulunmuş oluruz?
Freud’un Yası kitabı, bir doğa olayı olarak yaşanması gereken depremin büyük bir felakete dönüşmesi sonrası geldi. Tam da yaşadığımız şoktan dolayı bireysel ve toplumsal olarak yas ile ilgili nasıl hareket edeceğimizi bilemediğimiz bu günlerde, Freud’un yaşamını yas odaklı bir yerden okumak içinde bulunduğumuz duygusal durumun izleğini anlamamızı sağlayabilir.
Çünkü yas -en az diğer travmalar kadar- anlaşılması, anlatılması, bağ kurulması en zor duygulardan biri.
Madelon Sprengnether bir edebiyat eleştirmeni, bir anı yazarı, bir şair olarak Freud’un tüm yaşamını, onun biyografisi odağında yas kavramı üzerinden ele alıyor. Kitabın ismini görür görmez, Psikiyatri bilimini psikanaliz alanında önemli ölçüde geliştiren ve önemli yerlere taşıyan Freud’u Sprengnether neden bu kavramla ele almak istedi acaba diye düşünmeden edemiyorum.
Sprengnether kitabın ilk sayfası itibariyle merak ettiğim konunun cevabını veriyor: “Bu kitaptaki niyetim, zaten başlığında da ifade edildiği üzere basitçe Freud’un kişisel olaylarını ve yastan kaçınmalarını incelemek değildir, fakat aynı zamanda Freud için nasıl saygıyla ve yaratıcı bir şekilde yas tutabileceğimizi de düşünmektir.”
YARATICI BİR ŞEKİLDE YAS TUTABİLMEK
Madelon Sprengnether, Freud’un erken yaştaki kayıplarının (anne kaybı, baba kaybı veya çocukluğunun yitimi gibi) yasını tutamamasının, onun yas teorilerini nasıl şekillendirdiğini ortaya koymaya çalışıyor.
Psikanaliz bilimini geliştirerek hem kendi yüzyılının hem de sonraki yüzyıllarda oluşacak teorilerin tamamına bilimsel verileriyle ışık tutan Freud’un hayatında ve çalışmalarında yüzleşmekte açık şekilde en başarısız olduğu konunun yas tutmak olduğunu iddia eden Sprengnether, buradan yola çıkıp konuyu genişleterek, travma ve yas teorilerinin, bugün küresel bir toplum olarak karşılaştığımız bazı sorunları kavramsallaştırmada güçlü bir araç olarak ortaya çıktığı iddiasında da bulunuyor.
Freud’un hayatını okumak ve böyle bir hayatı tüm ince ayrıntılarına kadar didiklemek hiç de kolay değil. Sprengnether de bunun farkında olan bir yazar olarak, batı dünyasının önde gelen kültür kuramcılarından Terry Eagleton’ın düşüncelerine ve Eagleton’ın da savunduğu yorumlayıcı tarz olan yapısökümün öncü düşünürlerinden Jacques Derrida’nın Freud’la ilgi tespitlerine başvuruyor. Derrida’nın; Freud’un metinlerindeki istikrarsızlıkları gösteren tereddüt, kaçınma ve sessizlik anlarına işaret ettiği incelemelerini mercek altına alıyor.
Derrida’nın tezleri, Sprengnether için Freud’un başarısız yas tutma deneyimini anlatması adına biçilmiş kaftan:
“Hastalarının rüyalarının, semptomlarının ve kişisel anlatılarının usta bir şifre çözücüsü olan Freud, başkalarının kendi şifresini çözme girişimlerine direnirdi. Yalnızca kendisinin bilinçdışının anlamlarının anahtarını elinde tuttuğuna inanıyordu.
"Freud’un kişisel otoritesi yanı sıra yeni bir disiplinin kurucusu niteliğindeki pozisyonu da, takipçilerini onun görüşlerinden sapmamaya zorlarken metinlerini kendi körlüklerinin ve iç görülerinin bulguları yönünde okumaktan da caydırmaktaydı. Yine de Düşlerin Yorumu gelecekteki yorumcular ve okuyucular için Pandora’nın kutusunu açmıştı.”
Freud’a yaklaşmak, onun kişisel verilerine ulaşmak, bilincini, bilinçdışını iyice araştırabilmek adına Pandora’nın kutusu açılmıştı gerçekten ve görüldü ki, yas tutma konusunda son derece başarısız olan Freud’un anne babası ile kuramadığı bir bağ, babasıyla kurduğu bağda ensest ögeler, annenin sessizliği bulguları mevzubahisti.
Ömrünü birçok danışanının hayatını okumaya adayan, bu konuda ciltlerce kitap yazan Freud, kendi hayatını okumakta zorlanıyor, başkalarının da bu hayatı okumaması adına elinden geleni yapıyordu.
Fakat başkalarının analizi adına da olsa yazılan her bir satır, ruhsal çözümleme adına konulan her bir tanı, ortaya çıkan her bir bilimsel yeni bulgu ve tedaviler Freud’un hayatına doğru yol alınması sağlıyordu aslında.
Görülen o ki bu adam kendini ifade etmekte zorlanıyor, hiçbir yasını doğru düzgün tutamıyor, tüm bu sebepler bir araya geldiğinde oral sağlık bozukluğundan mustarip bir şekilde sonunda çene kanserine yakalanıyordu.
“Freud’un metinlerinde eksik, marjinal ya da muğlak görünen şey daha sonraki psikanalitik teorisyenlerin anne figürü ve erken çocukluk gelişiminin draması, esas olarak da pre-ödipal olan her şey hakkında spekülasyon yapmaları için verimli bir zemin sağladı. Freud bu konuların ipucunu verse de uzunca veya derinlemesine araştırmadığında, ardından gelenler için açık bir alan bırakmıştı.”
YAS TUTMANIN İMKÂNLARI
Kitap boyunca kendimizin (bizim) ve O’nun (Freud’un) yas tutma imkânları üzerine bir okuma yapıyoruz aslında. Ağır, muğlak, alacakaranlık yanları olan yas için alanlar açmak, imkânlar yaratmak önemli ve aynı zamanda hiç de kolay değil.
Yas tutmanın imkanlarını anlatmak adına Madelon Sprengnether kitabı üç bölüme ayırıyor. Üç başlıktan oluşan Biyografi ve Teori isimli ilk bölümde Freud’un kendi çocukluk dönemindeki travmatik kayıp geçmişinin olası sonuçlarından biri olması sebebiyle, pre-ödipal dönemin dinamiklerini inceleme konusundaki isteksizliğini araştırıyor.
Yine üç başlıktan oluşan Geçişler isimli ikinci bölümde, Freud’un çalışmalarının çağdaş teori ve pratik bakımından süregelen önemini sergilemek için tartışmayı genişleten sosyal, kültürel ve edebi bağlamlar konu ediliyor.
Freud’un düşüncesiyle kesişen, ona meydan okuyan ve bu düşünceyi kendisinin de tahayyül edemediği veya peşine düşmeyi tercih etmediği alanlara doğru genişleten psikanalitik, sosyokültürel ve edebiyat teorisi bağlamlarındaki eğilimleri araştırılıyor.
Aynı zamanda bu bölümde ikinci dalga feminizm, eleştirel teori ve postmodernizmle ortaya çıkan önemli sosyal gelişmelere tepki olarak psikanalizin nasıl bir gelişme sağladığı da Madelon Sprengnether tarafından geniş bir bakış açısıyla anlatılıyor.
Kitabın 'Hayaletler ve Atalar' isimli son bölümünde de yas tutma kavramının izini Freud’un 'Yas ve Melankoli' kitabından başlayıp, pre-ödipal dönemin dinamiklerine odaklanan sonraki teorisyenlerin yaptığı dönüştürücü çalışmalar boyunca takip ederek anlatıyor Sprengnether.
Freud’un “ölüm dürtüsü” kavramı, gündeme getirdiği soruların büyüklüğünü belirlemeye çalışmasına rağmen bu sorunları çözemedi diyor Madelon Sprengnether. Freud’un ezberlenen tezlerini biraz da olsa ters-yüz etmeye çalışan ve bizleri Freud üzerine daha detaylı düşünmeye sevk eden yazarın derdinin aslında günümüz psikanalitik yaklaşımların nasıl değiştiğini anlatmak olduğunu da anlıyoruz.
Psikanalitik teori, edebi teori ve yazın pratiğinde olduğu gibi, yalnızca bireysel yaşantılarımızda değil, toplumsal kültür, politika ve tarih alanlarında da akıl, düzen, anlatı tutarlılığı ve anlam bütünlüğü konularında beklentilerimizin dengesini bozan postmodernizm perspektifini tartışıyor.
DÜZGÜN ŞEKİLDE YAS TUTMAK
Günümüzün istikrasız siber bağlantıları (ve gözetimi), küresel ekonomi ve aşırı politik/dini çatışma kombinasyonunda, geleceğe rehberlik etmesi için Freud’un ölüm dürtüsünden daha fazlasına ihtiyacımız var diyor Sprengnether. Ve fakat şu satırları yazmaktan da imtina etmiyor: “Freud’un yas konusuna yaklaşımını ve bundan kaçınma yollarını anlamak, düzgün bir şekilde onun yasını tutmamıza yardımcı olur. Freud’un mirasını bu şekilde değerlendirmek onun başarısını hiçbir şekilde azaltmaz.”
Sadece kişisel ilişkilerimizde değil, genel olarak yaşamla ilişkilerimizde de her şeyi sevgi ve nefret kavramları arasındaki uzlaşma üzerinden yeniden yaratıyoruz. Böyle bir yaklaşımla herhangi bir konuda düzgün bir şekilde yas tutabilmek mümkün mü, bilemiyorum.
Bu aşamada içsel olarak bölünmüş benliklerimizi kabullenebildiğimiz ölçüde yas tutabilir, sevgi, nefret, yas konusunda yaşamla bir uzlaşıya varabiliriz sanırım.
Umudumuzu korumalı mıyız? Elbette, daima.
Kitabı İngilizce aslından çeviren Melih Pekdemir’e teşekkür ederim.