Geçmişin Dehlizlerinde Otobiyografik bir arayış: 'Kızın Hikayesi'
Merve KÜÇÜKSARP
2022 Nobel Edebiyat ödülünün sahibi Fransız yazar Annie Ernaux’nun kaleme aldığı “Kızın Hikayesi” isimli roman, Siren İdemen çevirisi ve Can Yayınları etiketi ile yayımlandı. Ernaux’nun hayatından izler bulunan eser, orta yaşlı bir kadının, geçmişte yaşadığı bir ilişki ekseninde eski benliğini ve ilişkilerini irdeleyişini konu alıyor. Roman aynı zamanda geçmişten bugüne kadınları baskı altına alan toplumsal normları sorguluyor.
Annie Ernaux, metinlerinde ekseriyetle okuru, geçmişin dehlizlerinde yolculuklara çıkarır. Karakter(ler)in topluma, yaşadığı hayata, hatta eskiden olduğu kişiye yabancılaşmasını ele alırken, toplumsal belleğe ve birtakım aidiyetlere de göndermeler yapar. Bu yazar tavrı onun başta Nobel Edebiyat ödülü olmak üzere hatırı sayılır çok sayıda ödüle layık görülmesinde etkili olur. Avrupa Strega Ödülü (2016), Marguerite Yourcenar Ödülü (2016) ve Hemingway Edebiyat Ödülü (2018) bunlardan bazılarıdır. Nitekim geçtiğimiz günlerde yayımlanan “Kızın Hikayesi” de, onun hatırlayış ve yazma arasındaki ilişkiden yola çıkarak kurguladığı eserlerden biridir. Romanın başkarakteri genç kız, Annie, belleğinde yolculuğa çıkar ve 1958 yazına geri dönerek, o yaz başından geçenleri anlatmaya koyulur. Hatırlayış çorap söküğü gibi ilerler sayfaların arasında. Bir genç kızın yetişkinliğe geçerken yaşadığı sancılar ise romanın ana izleği olur.
Eserin ilk bölümünde 18 yaşındaki Annie, hayatında ilk kez ailesinden ayrılarak bir kampta bulunur. Burada annesinin onun özgürlüğünü kısıtlayan ve gözetim altında tutan bakışlarından uzaktadır. Çalıştığı yerde, ismi metinde “H.”olarak geçen genç bir adamla marazi bir ilişkiye atılır. H., ondan yaşça büyüktür. Annie’nin aşkına karşılık vermediği gibi, kendisine iyi davranmamaktadır. Onu cinsel açıdan nesneleştirir, kalbini kırar, ona kötü davranır. Bu ilişki ve H. tarafından örselenişi genç kızın ruhunda travmatik yaralar meydana getirir. Bu yaralar yüzünden aşka, cinselliğe ve kendi bedenine bakışında sorunlar hasıl olur. Kendi bedeniyle barışamaması, sağlıklı bir bağ kuramaması yüzünden birtakım yeme bozuklukları da yakasını bırakmaz.
Ernaux, yaşarken anlamlandıramadığı, farkına varmadığı deneyimleri de romanın çerçevesinde ve şimdiki zaman denen merceğin altında analiz etmeye kalkışır. Olayların üzerinden zaman geçmedikçe doğru değerlendirilemeyeceğine inanmaktadır. Şu sözlerle yaşadığımız anda, o anın gerçekliğine temas edemeyeceğimizi vurgular:
“Öz-anlatı, varoluşun sürekliliğini sağlamak için peşine düştüğü baskın bir hakikati gün ışığına çıkarma çabasında şunları göz önünde bulundurmayı daima ihmal ediyor: insanın yaşadığı anda kavramaktaki yetersizliği, her cümleyi, her iddiayı delik deşik etmesi gereken şimdiki zamanın opaklığı…”
Gerçi belleğin yanıltıcı olacağının, hatırladıklarının doğru olmayabileceğinin farkındadır. Dahası bugünün bakışı ile gençliğindeki kişiliğini ve anılarını doğru tartamayacaktır. Ancak hatırlamak ve yazmaktan geri durmaz. Hatırlayışla gerçeği arar. Genç Annie’nin o gün yaşadıkları, hissettikleri bu arayışın temel duraklarından biridir.
Annie hafızasında gerçeğin ve geçmişin izinde yol alırken, yazma eylemini de sorgular. Neden yazmaktadır ve yazı bu arayışın neresindedir? Yazı, gerçek ile hatırlanan arasındaki uçurumda, hangi tarafa daha yakın duracaktır?
“Yaşadıklarımızın yaşadığımız anda anlamdan yoksun oluşudur yazma olasılıklarını arttıran. (…) Kağıtlarımın arasında bir tür niyet beyanı buldum: Yaşanan şeylerin, yaşandıkları andaki sersemletici gerçekliği ile yaşanmış olanın yıllar sonra büründüğü tuhaf gerçek dışılık arasındaki uçurumu keşfetmek”
KENDİ HİKAYESİNİ BİR BAŞKASININMIŞ GİBİ ANLATIR
Ernaux, akıcı ve sürükleyici bir üslupla inşa ettiği anlatısında okuru zaman zaman romanın içine davet eder. Hikayeyi anlatan üçüncü tekil şahıstır, bu üçüncü tekil şahıs ise aynı zamanda Annie’dir. Ernaux, kendi hikayesini bir başkasınınki gibi anlatır. Ki ona göre öyledir, şimdiki hali, o genç ve toy halinden fersah fersah uzaktadır. Ve böylece Annie Ernaux, öznelliğini olabildiğince kenara bırakarak 18 yaşındaki Annie’nin toyluğunu, basiretsizliğini, hayata atılma aceleciliğini ve kampta geçirdiği o yazı anlatmaya koyulur.
1958 yılının o sıcak yazında genç Annie bulunduğu kampta yaşadığı özgürlüğün, sahip olduğu küçük ayrıcalıkların tadını çıkartırken, cinselliği deneyimlemeyi de arzulamaktadır. Deneyimsizliğinin ve yaşının verdiği saflık ve heyecan ile bir maceraya atılır, bir erkekle ilişki kurmaya yeltenir. Annie bu ilişkinin romantik bir aşka gebe olacağına inanadursun, seçtiği erkeğin başka bir kadınla ilişkisinin olması ve onun aşkına karşı gösterdiği kayıtsızlık da yaşadığı deneyimi sevgisiz ve tahammülfersa hale dönüştürür.
Yazar bunu o zamanlar idrak edemediğini, ancak şimdi düşününce bu ilk deneyimin şiddet içeren, adeta bir tecavüz eylemi olduğu kanaatine varır. Üstelik aşık olduğu H.’nin ona tepeden bakışı, onu görmezden gelişi ve kamptaki diğer erkeklerin tavırları da onu şoke eder ve gururunu yaralar.
“… bir zamanlar ben olan kızın, hayatında ilk defa yanında çıplak kaldığı ve gece boyunca onun bedeniyle tatmin olan erkeğin, herkesin gözü önünde ona sırt çevirmesine olan bakışına bakıyorum. Kızın içinde hiçbir düşünce yok. O sadece iki bedenin, jestlerinin, -arzu etmiş olsun olmasın- yapılanın anısından ibaret. Kaybetmenin, sebepsizce terk edilmenin paniği içinde.”
Annie yine de pes etmez, sevdiği adamla yaşadığı ilişkiye romantizm yüklediğinden, onun ilgisini çekmek için çırpınır durur. Hatta kamptaki diğer erkeklerle de ilişkiye girer ve kadınları yaftalamaya teşne eril dünyanın içinde kötü bir şöhrete sahip olur. Ernaux, henüz cinsel devrimin var olmadığı o yıllarda kadınlara dayatılan toplumsal baskıyı ve cinsel ilişkiye girmenin bir kızın itibarını nasıl örselediğini de eleştirel bir bakışla anlatır, zaman zaman hayranı olduğu Simone de Beauvoir’e atıfta bulunur.
“…S.’deki kızın maruz kaldığı karalamayı bugün hissedilir kılmak için başka bir listeyi, bir grup erkek eğitmenin onu aşağılama ve alay nesnesi haline getirmesinin aracı olan kaba saba alayların, iğnelemelerin, espri kisvesine bürünmüş hakaretlerin listesini de gözler önüne sermek zorundayım. Sözel hegemonyaları tartışmasız kabul edilen –hatta kadın eğitmenler tarafından hayranlıkla karşılanan-, kızları ‘mübarek kıçlılar’ ve ‘kıçsız bedbahtlar’ şeklinde sınıflandırarak onların erotik potansiyellerine değer biçen erkekler…”
Kitabın ikinci bölümünde, Annie’nin kamptan sonra geçirdiği zaman, -öğretmen olmak için eğitim almaya kalkışması, bir arkadaşıyla çalışmak için Londra'ya nasıl gittiği, bundan sonra nasıl geri döndüğü ve edebiyat okumak için üniversiteye nasıl kaydolduğu anlatılır. Tüm bunlar yaşanırken ve Annie hayatın içinde seyir alırken, H. ile olan olay zaman zaman hayatını gölgelemeye devam etmektedir. Bu bağlamda Annie şunu düşünür:
Başkalarının hayatında, anılarında, varoluş biçimlerinde, eylemlerinde nasıl yer alıyoruz? O adamla geçirdiğim iki gecenin hayatım üzerindeki etkisi ile varlığımın onun hayatındaki hiçliği arasında inanılmaz bir orantısızlık var.”
“Kızın Hikayesi” isimli romanında Nobel Ödüllü Yazar Annie Ernaux, yetişkinliğe adım atan bir genç kızın hikayesini ve onun ilk cinsellik deneyiminde aldığı yaraları sürükleyici bir dille anlatıyor. Aynı zamanda kadınları belirli rollere hapseden ve o rollerin dışına çıkmaya çalıştıklarında yaftalayan toplumsal düzeni de taşlıyor.