Her çağda anlatılan bizim hikayemizdir

Her çağda anlatılan bizim hikayemizdir
Merve Küçüksarp bu hafta Fransız Antropolog Claude Levi-Strauss’un Minotor Yayınları etiketiyle çıkan 'Mit ve Anlam' kitabı üzerine yazdı.

Merve KÜÇÜKSARP


Artı Gerçek - Dünyanın en önemli antropologlarından biri olan Claude Levi-Strauss’un Mit ve Anlam isimli eseri, Gökhan Yavuz Demir’in tercümesi ve esere yazdığı önsözle birlikte Minotor Yayınları tarafından yayımlandı.

Fransız antropolog Claude Levi-Strauss (1908-2009) yaptığı araştırmalarda toplumların ve mitlerin farklılıklarına karşın onları müşterek paydada birleştiren temanın ne olduğunu ortaya çıkarmayı, böylelikle insanların temel niteliklerini, eylemlerini sınıflamayı ve bu niteliklerden yola çıkarak birtakım çıkarımlarda bulunmayı amaçlar. İnsanların ve toplumların düzensizliğinin içinde dahi bir düzen olduğunu, karmaşık görünen kodların ortak bir tarafı olduğunu düşünür.

Böyle de olmalıdır; zira bir topluluğun temel ihtiyaçlarını, kaidelerini, ortak paydasını öğrendikten sonra inançlarını ve mitolojilerini ve daha pek çok özelliğini anlamak kolaylaşır. Anlam için düzen şarttır.

Claude Levi-Strauss, karmaşık görünen inançların, hikayelerin, efsanelerin ve gerçek yaşamların basit yapısını çözmeye çalışır. Bu açıdan tıpkı hayranı olduğu Montaige gibi kolektif yorumlar yapmakta beis görmez. Ve en karmaşık toplumlar ile en ilkeller arasında aslında öyle sanıldığı kadar büyük farklar olmadığını, temel meselelerde ortaklık olduğunu düşünür.

Zira insan beyni her çağda, her uzamda aynı tarz işlediği gibi, aynı imkanlara sahiptir. Kaldı ki antropolojik araştırmaların pek çoğu da insan zihninin her yerde aynı olduğu sonucunda kanidir.

Beyni farklı kılan asıl şey, uğraştığı sorunlar ve ele aldığı meselelerdir. İnsan zihninin temel aldığı meseleleri belirleyen başlıca kriterler ise coğrafya, iklim, kültür, meslek ve uğraşlardır. Keza yirmi yıl boyunca mit ve akrabalık sistemlerinin işleyişiyle ilgilenen kişinin zihni bu yönde gelişir.

Ancak yine de Levi Strauss, insanların kullandıkları zihin kapasitelerinin her çağda farklı olduğunun da altını çizer. Nitekim bugün insanlar zihnin duyusal algı kapasitesini, ilk çağdaki insanlara göre daha az kullanırlar. Buna örnek olarak, çok eski çağlarda Venüs’ü gün ışığında çıplak gözle görebilen bir kabileyi gösterir. Hatta araştırmasını derinleştirip denizcilikle ilgili kitapları taradığında, eski denizcilerin de aynı şekilde Venüs’ü mükemmel bir şekilde görebildikleri sonucuna ulaşır ki, bugünün şartlarında bahsettiği örnek olağanüstü bir şeydir.

Eserde yer alan ilk çağlardaki yazısız halklara dair başka bir mesele ise, onların çevreye, bitki ve hayvanlara dair bugünkü insanlara kıyasla daha kesin bilgilere sahip olmalarıdır. Oysa medeniyete giden evrim sürecinde insanlık bunu kaybetmiş, bunun yerine zihinlerini bilimsel buluşlar ve icatlar yapmak üzere eğitmiş, bilim ve teknolojiyi bugünkü raddeye getirmişlerdir.

Ancak yine de Levi-Strauss, bir konunun altını çizmekte fayda görür. İlk insanlar kapasite azlığı ya da kıtlığı sebebiyle bilim ve teknoloji konusunda atılım yapmamış değillerdir. Sahip oldukları hayat, doğa ile iç içe olduğu, bilimsel buluşlara teşne olmadığından zihinlerini bu yönde geliştirmemişlerdir. Zira şu bir gerçektir ki; “insanlığa ait bütün zihin kapasitelerini aynı anda geliştiremezsiniz. Yalnızca küçük bir dilimini kullanabilirsiniz ve bu dilim her kültürde aynı değildir.”

MİTLER VE YAPILARI

Levi-Strauss “mitlerin insan ve hayvanın henüz birbirinden ayrılmadığı bir zamanın tarihi olduğunu ve başlangıçta farklı olan şeylerin oldukları hale nasıl geldiklerini ve neden başka türlü olmadıklarını açıklamaya yaradığını” iddia eder. Mitik düşünce aynı zamanda bir bölgeye has bir sorunun başka yerlerde ve kültürlerde de yaşanan bir sorunla büyük benzerlikler taşıdığını anlatır. Eserinde dünyanın her yerinden farklı kültürlerden gelen mitlerin neden bu kadar benzer göründüğünü de açıklar. Bunu, mitlerin içeriğinden ziyade yapısına bakarak yapar. Mitlerde - belirli karakterler ve olaylar birbirinden farklı olsa da, yapısal bir ortaklık alenidir. Mitlerdeki ortak yapılarının çözümlenmesiyle birlikte toplumların davranışlarının altında yatan sebepler de ortaya çıkabilir. Bu düşünceleri sebebiyle Levi-Strauss yapısalcı antropolojini kurucu babasıdır.

LEVİ- STRAUSS VE KÜLTÜR

Claude Levi-Strauss kültürleri kendi kültürüne olan yakınlığına göre konumlandıran ve düşünsel basamaklara yerleştiren Avrupamerkezci yaklaşıma da kafa tutar aynı zamanda. Avrupa tarihi, kendinden olanı uygar, olmayanı ise ilkel olarak yaftalarken, Levi- Strauss yapısalcı antropolojisiyle bu ayrıma ve yaklaşıma darbe vurur. Batının sürekli bir ilerleme

içerisinde olmadığını, toplumların zaman içerisinde farklı yönlere doğru evrilebileceğini belirtir. Kültür ve uygarlık söz konusu olduğunda ileri/ geri yöne doğru bir seyir değil, çeşitli yönlere ve ufuklara doğru kültürel serüvenler vardır. Bu serüvenlerde toplumlar bir şeyler kazanırken, bazen birtakım şeyler de kaybedebilirler.

Eserinde çok kültürlüğe olan inancının altını çizer. Zira her kültür başka kültürlerle alışverişi sayesinde gelişir. Bu minvalde toplumlar birbiriyle etkileşim halinde olmalı, işbirliği yapmalıdır. Ancak bu alışverişte koşulsuz bir kabul iyi değildir. Aksine kültür alışverişinde taraflar arasında bir direnç olmazsa, zamanla bu çok kültürlü yapı da kaybolacak, her taraf birbirine benzeyecektir. Bu açıdan iletişim ve etkileşim yokluğu kadar fazlalığı da kültürleri yozlaştırmaya teşnedir.

Geçmişte kültürlerin ve toplumların birbirinden zamanla farklılaşması ise özel yöntem veya çalışmanın değil, toplulukların birbirlerinden ayrı yaşamaları ve farklı özelikler kazanmalarının bir sonucudur. Ve bu farklılıklar ki, insanlığın gelişimi, tarihin seyri için son derece önemlidir. Ancak ne var ki, bugünkü fahiş iletişim ortamında artık kültürlerin özgürleşmeleri, farklılıklar edinmeleri bir hayli zordur. Her birimiz çeşitli kültürlerden öğeler tüketen, özgünlükten uzak tüketiciler haline gelmiş durumdayız. Oysa “…kültür sadece eksik iletişim koşullarında bir şeyler üretebilir.”

Claude Levi-Strauss, Mit ve Anlam’da, insan doğasının karmaşık yapısının ve insanlık tarihinin asırlar süren serüveninin arkasındaki basit yasaları incelerken, evrim mesesine ve klasik antropolojiye yeni bir yaklaşım getiriyor. Avrupamerkezci tarih ve kültür anlayışlarını eleştiriyor ve uygarlık fikrinin muhtevasını yeniden mercek altına alıyor. Son kertede daha uzun yıllar üzerinde düşündürecek, tartışmalar yaratacak bir referans kaynak sunuyor.

Öne Çıkanlar