Mario Levi'nin yeni romanı Ayçiçekleri Her Gece Bir Yalnızlığa Bakar'dan, Welch'in Türkçe'deki ilk kitabına...
Merve Küçüksarp haftanın kitaplarını yazdı. Bu haftanın kitapları arasında Mario Levi'nin Ayçiçekleri Her Gece Bir Yalnızlığa Bakar adlı romanından, Denton Welch'in Türkçe'deki ilk kitabı Bulutun İçinden Bir Ses de var.
Merve KÜÇÜKSARP
Eğlencesiz Eğlence – Erken Cumhuriyet Türkiye’sinde Eğlence ve Siyasal İktidar
Siyaset Bilinci Mehmet Kendirici’nin kaleme aldığı Eğlencesiz Eğlence isimli çalışma İletişim Yayınları tarafından geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Çalışma, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçerken eğlence ile siyasal iktidar ilişkisinin izini sürüyor. Osmanlı’da bir eğlence kültürü var mıydı, sorusundan yola çıkarak Batılılaşma hareketlerinin başladığı geç Osmanlı dönemini ve erken Cumhuriyet dönemini mercek altına alıyor. Sürekliliklerden ve kopuşlardan mürekkep olan Türkiye modernleşme tarihinde eğlence kültüründeki ve bu kültüre karşı iktidarın tavrındaki değişimleri inceliyor. Bilhassa kimi zaman olumlu bakılan, kimi zaman da hoşnutsuzlukla yaklaşılan eğlence kültürüne dair Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki ikircikli tavrın altında yatan nedenleri araştırıyor.
Kendirici’nin de ifade ettiği gibi, Cumhuriyet’İn kurucu kadroları uzun müddet eğlenceye, hem çağdaşlaşma için zaruri olduğunu bilerek hem de eğlenmenin bir zaman ve para israfı olduğuna kani olarak yaklaşırlar. Bu ikircikli tavır, membaını, Osmanlı’ya dair “zevk, sefa ve müsriflik” yüzünden yıkılmaya yüz tutan imparatorluk söyleminden ve Osmanlı’nın karşısına “durmadan çalışan, seferber olan Türkiye” imgesinin dikilmiş olmasından alır.
Gerçekten de Cumhuriyet rejimi Osmanlı’dan öyle bir kopuşu hedefler ki, bunu en çok söylem düzeyinde gösterir. Cumhuriyet’in resmi tarihi sefere gitmeyen, vaktini Harem dairelerinde dünya zevkleri ile meşgul padişahları tasvir ederek yozlaşmanın müsebbibi olarak bu sefa alemini gösterir. Üstelik bu görüş daha sonraki dönemlerde akademik çevrelerde de muteber sayılır. Çağdaşlaşma üzerine uzmanlığıyla maruf olan Niyazi Berkes de Osmanlı siyasi seçkinlerinin oturdukları yalılar ve köşklerdeki sefa alemlerinden başlarını çıkartamadıkları için Osmanlı’nın durumunu ve bilhassa Tanzimat sonrası süreci idrak edemediklerini belirtir. Sefahate devlet bütçesinden hatırı sayılır bir bölüm ayrılması da Berkes’in eğlenceye kötümser bir nazarla yaklaştığına delalettir.
Bu yüzden Erken Cumhuriyet döneminde yeni çağdaş devletin nüvesinde eğlencenin de yer alması, ancak bu eğlencenin Osmanlı’dan arınmış olması amaçlanır. Söylemlerle geçmiş reddedilir, olumsuz yad edilir. Kaldı ki, eylem bazında da birtakım farklar vardır. Kapalı kapılar ardında gizli saklı sefahat süren padişahların aksine Atatürk kendi özel hayatında eğlencenin önemli olduğunu halktan saklamaz, sabahlara dek süren içkili dost meclislerine Türkiye’nin kaderi üzerine hasbıhal eder.
Bunun yanı sıra resmi, ulusal ve kamusal ritüellerle temas eden eğlenceler; siyasal iktidarın, eğlenceli yönleri ön plana çıkarıp bir eğlence türü olarak yeniden örgütlemek için azami çaba sarf ettiği düğün ve sünnet törenleri gibi ritüeller; yurttaşlara ulusun Batılı ve çağdaş olduğunu gösterecek yılbaşı kutlamaları ve baloları; spor karşılaşmaları, kahvehane, sirk ve lunapark gibi mekanlarda meydana gelen halka hoşça vakit geçirten kimi eğlenceler de erken Cumhuriyet döneminde Osmanlı’nın imgelerinden arındırılarak kabul gören yer bulan eğlence türlerindendir.
Osmanlı ve Cumhuriyet arasındaki eğlence mefhumuna dair ikircikli durum, 20. Yüzyılın ilk yarısında yazılan romanlarda da kendine yer bulur. Kendirici başta Ahmet Hamdi Tanpınar, Peyami Safa, Yakup Kadri ve Halide Edip olmak üzere pek çok yazarın romanlarındaki eğlence mefhumunun izini sürer ve bu yazarların yaklaşımı çerçevesince dönemin hakim ruhunu çözmeye çalışır.
Kendirici çalışmasında Türkiye’deki eğlence hayatına bir dönem damga vurmuş, Bolşevik İhtilalinden kaçıp gelen Beyaz Ruslardan ve onların müzik, dans ve eğlence kültürünü nasıl değiştirdiğinde de bahseder. Keza söz konusu Beyaz Rusların işlettiği Maksim Bar, Rejans gibi mekanların bir dönemin nasıl hatırı sayılır mekanları olduğunu ve romanlarda yer aldığını anlatır.
Son kertede Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçerken eğlence hayatını ve eğlence politikalarını incelerken, siyasi seçkinlerin görünürde eğlence hayatına takındıkları mesafeli duruşu şu cümlelerle özetler:
“Benimsediği yol(lar) ve uyguladığı yöntem(ler) ne olursa olsun Cumhuriyet eğlenceyi, eğlenceden yalıtmıştır. Neredeyse eğlencesiz eğlence, Erken Cumhuriyet Dönemi eğlence hayatının şiarıdır. (…) Cumhuriyet, tüm söylemleriyle ve bunların şekillendirdiği anlatılarıyla, Mustafa Kemal Atatürk ve bayrak gibi her yerde ver her zaman görülebilecek sembolleriyle, eğlencenin disipline edilerek düzenlenmesi zorunlu ve ciddi bir toplumsal edim olduğu kabulünü egeömen kılmayı başarmış görünmektedir.”
Kendirici, Eğlencesi Eğlence isimli çalışmasıyla Türkiye’nin çağdaşlaşma serüvenine dair zihin açıcı bir eser ortaya çıkarıyor.
Mehmet Kendirici, Eğlencesiz Eğlence, İletişim Yayıncılık, sf. 327, 2022
Andre Gide –Chopin Üzerine Notlar
Biyografik eserlerde yazarın edebi kişiliği ve yazılan kişinin şöhreti arasında hassas bir denge vardır. Zira bu öyle bir dengedir ki, ne kaleme alınan kişi, yazarın edebi şöhretinin gölgesi altında kalmalı, ne de yazar, kendi üslubunu biyografik anlatı geleneğine feda etmelidir. Bu altın oranı tutturmak büyük ustalık ve maharet ister. O yüzden dünya tarihinde pek azdır, ünlü yazarların ünlü kişileri anlattığı biyografik eserler.
Büyük yazar Andre Gide çok zor bir işi kotarır bu bakımdan. Kendi üslubundan feragat etmeden Chopin gibi bir müzik dehasını, azaltmadan satırlarına taşır. Onun hayatını, müziğini, müziğinin alametifarikasını, yeteneğinin doğasını ve ortaya çıkışını Chopin severlerle paylaşır.
Sanat üzerine hayatı boyunca kalem oynatan ve kendisi de iyi bir dinleyici olan Gide, Chopin’in bestelerinin kendisinde yarattığı izlenimlerden ve de Chopin hakkında tanıkların kimi ifadelerinde de bahseder eserinde aynı zamanda:
“Chopin’in müziğinin hemen her zaman alçak sesle, neredeyse fısıldar gibi, hiçbir parıltı aramaksızın ve yapıtın bütün güzel görünümünü yok eden, virtüözün o çekilmez özgüveni olmaksızın çalmasını isterim. Kendisini dinleyebilmiş olanların bize anlattıklarına göre Chopin de böyle çalarmış. Her zaman, en dolgun sesin berisinde kalırmış; demek istediğim, hiçbir zaman piyanonun sesini sonuna kadar zorlamaz ve bu nedenle çoğu zaman dinleyicilerini hayal kırıklığına uğratırmış.”
“Piyanosunun başında Chopin sanki hep doğaçlama yapar gibiydi diye anlatılır; başka bir deyişle, sürekli olarak zihnindeki bir düşünceyi arar, yaratır, biraz biraz keşfeder gibiydi. Onun için eseri bize, adım adım giderek oluşmaktaymış gibi değil de, daha baştan mükemmel, kesin, nesnel bir bütünmüş gibi sunulursa eğer, o türden sevimli duraksamalar, beklenmedik hoşluklar yok olur gider.”
İdil Biret’in önsözüyle yeniden okurlarla buluşan Chopin Üzerine Notlar, müzik severlerin ilgisini çekecek bir eser olmanın yanı sıra Gide’ın anlatısında yer verdiği terimler ve notaları dair ayrıntılı açıklamalarıyla müzik terminolojisine vakıf olmayan okurların da yabancılık çekmeden okuyacakları bir kaynak haline dönüşüyor.
Andre Gide, Chopin Üzerine Notlar, çev. Ömer Bozkurt, Can Yayınları, sf.88, 2022
Ayçiçekleri Her gece Bir Yalnızlığa Bakar
Usta Yazar Mario Levi’nin kaleminden Ayçiçekleri Her gece Bir Yalnızlığa Bakar isimli roman geçtiğimiz günlerde Everest Yayınları etiketiyle yayımlandı. Levi, ünlü avukat Yıldız ile mesleğinde başarılı psikiyatr Engin’in kesişen hayatlarına kapı aralıyor bu defa. “Teğet Geçen Hayatlar” isimli bir üçlemenin ilk serisi olan bu romanda, Levi modern dünyada aşkın mümkün olup olmayacağını sorguluyor, aidiyet ve aile gibi bugün üzerine bir hayli fikir yürütülen kavramlara, onların çelişkili doğasına ışık tutuyor. Büyük şehirde yaşanan insanın yalnızlığına ve insan ilişkilerinde kimi zaman düştüğü çıkmazları ele alıyor.
“Her ölüm bir başka hayatı doğurur. Her mağlubiyet bir başka galibiyeti, her kaybediş bir başka kazancı… Bunun tersi de görülebilir elbet. Attığımız adımlara, hayata nasıl bakmak istediğimize ve kendimizi kendimize nasıl gösterdiğimize göre değişir. Yıllar akar gider ve gün gelir, sizi en çok, girmeyi göze aldığınız sınavların tarif ettiğini anlarsınız. Hayallerinizin, arayışlarınızın, kavgalarınızın da… Güçlüklerle yüklü anlardır bunlar. Taşınmaları da zordur bazen, birilerine anlatılmaları da… Herkes yetenekleri ölçüsünde yaşar neticede. Özel, çoğu kez suskunluklarıyla derinleşen sorularıyla, vazgeçemedikleriyle, tutmak ve tutunmak istedikleriyle…Her hayat geçmişin izleri üzerine kurulmaz mı?”
Ayçiçekleri Her gece Bir yalnızlığa Bakar, Mario Levi, Everest Yayınları, sf. 386, 2022
Amerikalı Diplomat Amiral Bristol’ün Gözlemleri-Osmanlı’nın Çöküşü Cumhuriyet’in Kuruluşu 1919-1927
Osmanlı Devleti ve Kürt Milliyetçiliği (2005), Cumhuriyetin Kuruluşunda İktidar Kavgası (2011) eserleri kaleme alan tarihçi Hakan Özlüoğlu’nun yeni kitabı Amerikalı Diplomat Amiral Bristol’ün Gözlemleri Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı.
Asıl adı Mark Lambert Bristol olan Amiral Bristol, 1839 ile 1843 yılları arasında Osmanlı Devleti sınırları içinde görev yapan David Porter’dan sonra ABD’ye bağlı olan ikinci donanma subayıdır. Rütbesi Tuğamiraldir. Amiral Bristol, göreve başladığında, Osmanlı toprakları işgal altındadır. Takvimler 1919’u gösterir. Mustafa Kemal’in tarih sahnesine çıktığı yıldır aynı zamanda bu. Nitekim Bristol görev yaptığı sekiz buçuk yıl içinde Mustafa Kemal Atatürk’ü, Kurtuluş Savaşı’nı ve modern devlet olma sancılarını takip eder. Gördüklerine dair günü gününe not tutar ki on bin sayfa civarındaki bu notlar çok yakın zamanda erişime açılmıştır. Bristol’ün günceleri ifrattan ve hilaftan uzakta, olabildiğince tarafsızdır.
Amiral Bristol görev yaptığı süre zarfında, Atatürk’ü de yakından takip ederek, onun kişilik özelliklerinin yanı sıra Milli Mücadele önderliğinden başlayarak bir devleti nasıl inşa ettiğini gözlemler. Kimi zaman Atatürk ve yakınlarının düştüğü ihtilafları, Atatürk’ün sert çıkışlarını da Kemalist hareket adını verdiği başlık altında detaylı bir şekilde not eder. Bristol 1924’ten sonra çeşitli vesileler ile görüştüğü Atatürk’ü en son 1927 yılında ABD senatosu Lozan anlaşmasını veto ettikten sonra gördüğünü, üzüntülerini bildirdiğini de ekler günlüklerine. Bristol’ün Atatürk’ün liderlik vasıflarına dair bazı olumsuz eleştirileri olsa da, zaman zaman siyasi maharetinden de övgüyle söz eder. Son kertede Bristol’ün Türkiye’ye dair gözlemleri ve Dışişlerine ilettiği notları, Cumhuriyet tarihi boyunca sürecek Türkiye ve ABD arasındaki –kimi zaman gelgitli- ilişkinin dayanağını oluşturur.
Hakan Özoğlu, Amerikalı Diplomat Amiral Bristol’ün Gözlemleri’nde ABD’nin dış ilişkilerinde uzun bir dönem hüküm sahibi olmuş ve ülkemizi yakından izlemiş olan Bristol’ün notları, günlükleri, resmi yazışmaları ve mektuplarından mürekkep özel arşivini mercek altına alarak tarihimizin en çalkantılı dönemlerinden birinin portresini çiziyor.
Hakan Özoğlu, Amerikalı Diplomat Amiral Bristol’ün Gözlemleri, Yapı Kredi Yayınları, sf. 184, 2022
Udi
Malum asırlar boyunca tarihi erkekler kaleme alır. Bunda kadınların kamusal alana geç çıkmaları ve eğitim hakkına daha geç erişmiş olmalarının payı büyüktür. Oysa ne çok kadın vardır medeniyet denen devasa oluşuma katkı yapan, dünya tarihinde çığır açan, başka kadınlara örnek olan. Tarih ya yok sayar onları ya da kötücül yorumlarla yad eder. Kadınlar ortak bir bellek oluşturamazlar kendilerine. Oysa Woolf ne güzel altını çizmiştir kendine ait bir odanın yanı sıra kadınların kendilerine ait bir bellek de meydana getirmesi gerektiğinin...
Bizim coğrafyamızda da işler aşağı yukarı bu minvalde gelişir. Osmanlı’da Mihri Hatun gibi eli kalem tutan kadınları anlatmaz tarihçiler; erkeklerden ibaretmişçesine koskoca bir imparatorluk. Tarih sayfalarında sesi çıkan kadınlar da vardır elbette; ne var ki onlar Osmanlı’nın duraklama ve gerileme nedenleri sayılır, günah keçisi olarak gösterilirler.
Yakın zamana değin böyle okuduk, böyle zannettik. Cumhuriyet’ten önceki kadınları ve onların yaptıklarını bilmedik. Oysa o kadınlar ki, kendi derneklerini kurmuş, mücadele etmiş, Osmanlı’nın siyasetinde, -mesela Meşrutiyet’in ilanında- rol oynamışlardı.
Cumhuriyetin kızları işte bu kıt bilgilerle kendilerinden önce mücadele eden diğer kadınları tanımadan, salt kurucu babalarının kendilerine bahşettiği kadarıyla çıktılar yola. Kim bilir belki de 1980li ve 90lı yıllarda, cumhuriyetten önceki kadın hareketini ve onların mirasını keşfeden bir dizi çalışma olmasaydı, bugün hala Türkiye’deki kadın hareketinin miladının 1980'ler olduğunu zannedecektik Bir Ulviye Mevlan’dan, Nezihe Muhiddin’den, Emine Semiye’den bahsetmeyecektik… Ve tabii ki, Fatma Aliye’den… O Fatma Aliye ki, ilk kadın romancımız, kadın haklarına ilk ışık tutan, çokeşliliği ilk taşlayan, Osmanlı feminist hareketinin önderlerinden biridir.
Fatma Aliye, hukukçu ve tarihçi Cevdet Paşa’nın büyük kızı olarak 1862 yılında dünyaya gelir. Kadınlara yönelik henüz kitlesel bir eğitim imkanı yerleşmediği için eğitimini evlerine gelen hocaların eşliğinde alır. Babasının resmi görevleri sebebiyle pek çok Osmanlı vilayetinde bulunan ve Türkçe’nin yanı sıra Arapça ve Fransızcayı da iyi öğrenen Fatma Aliye Fransızca çeviriler yapar.
Udi isimli eseri, babasının bir görevi için Halep’te bulundukları bir sırada Fatma Aliye’nin udi bir kadının hikayesine tanık olmasıyla şekillenir. Udi, müziğe yeteneği olan bir kızın hayatının nasıl değiştiğini, bu serüvende aşık oluşunu ve ne yazık ki ihanete maruz kalışını duygusal bir atmosfer yaratarak hikayelendirir. Eser çok daha sonra, Fatma Aliye’nin Hanımlara Mahsus Gazete’de yazarlık yaptığı bir sırada 1899 yılında yayımlanır.
Udi, günümüz Türkçesi ile İş Bankası Kültür Yayınları tarafından okurla buluşuyor…
Udi, Fatma Aliye, İlş Bankası Kültür Yayınları, sf. 112, 2022
Bulutun İçinden Bir Ses
Denton Welch (1915-1947), Türkiyeli okurların geçtiğimiz günlerde Metis Yayınları tarafından yayımlanan Bulutun İçinden Bir Ses ile henüz tanıştıkları bir yazar. Denton Welch 1915’te varlıklı bir İngiliz işadamı ile ABD’li bir annenin oğlu olarak Şangay’da dünyaya gelir. Birlikte uzun seyahatlere çıktığı ve üzerinde büyük etkisi olan annesi, Welch on bir yaşındayken hayatını kaybeder. On dört yaşındayken babası onu İngiltere’ de, iki erkek kardeşine yaptığı gibi Repton’daki bir yatılı okula yollar. Söz konusu okul aynı zamanda Christopher Isherwood ve Roald Dahl’ın da öğrenim gördüğü yerdir. Ne var ki, Welch okulun sıkı disiplini yüzünden mutsuz olur ve okulun son yılında okuldan kaçarak bir yıl Çin’de babasının yanında kalır. Eğitim hayatına ise daha sonra Londra’daki güzel sanatlar okulu Goldsmiths’te devam eder.
Welch, bir bisiklet kazası sonucu kısmi felç olur ve bu olaydan sonra dostu Eric Oliver’la birlikte taşrada inzivaya çekilir. Romanlarını ve öykülerini kaleme almaya başlar. Maiden Voyage (Bakir Yolculuk, 1943), In Youth is Pleasure (Gençlik Hazdır, 1944), Brave and Cruel (Cesur ve Zalim, 1948) ve A Voice Through a Cloud (Bulutun İçinden Bir Ses, 1948) onun henüz hayattayken yayımlanan kitaplarındandır.
1948’de 33 yaşında ölen Welch, ardında ikinci hikâye kitabı A Last Sheaf (Son Bir Tomar, 1951), The Denton Welch Journals (Denton Welch Günceleri, 1952), I Left my Grandfathers’s House (Büyükbabamın Evinden Çıktım Gittim, 1958) adlı gezi yazılarını, ayrıca Dumb Instrument (Dilsiz Alet, 1976) adlı bir şiir kitabıyla sayısız resim bırakır.
Bulutun İçinden Bir Ses onun otobiyografik özellikteki bir romanıdır. Welch’in bisiklet kazası ile birlikte değişen hayatı ekseninde, bir erkeğin bedeniyle değişen ilişkisini konu alan bu romanı ölmesinden çok kısa bir süre önce kaleme almış, 1948’de de yayımlatmıştır.
-tanıtım bülteninden-
“Genç bir adam yortu tatilini geçirmek üzere kaldığı pansiyondan çıkar, bisikletine atlar, bir yerde mola verir, ardından korkunç bir trafik kazası geçirir. Bulutun İçinden Bir Ses harikulade bir biçimde edebiyatta eşine az rastlanan bir şeyi, roman kahramanının bedeniyle aniden ve iradesi dışında değişen ilişkisini konu edinir. Uzun ve acılı iyileşme dönemi onu sadece bedenini değil, çevresindeki insanları, tabiatı, nesneleri, manzaralarla olan ilişkisini de sınamaya, yeniden tarif etmeye götürecektir.
Her acı bedensel acıların keskinliğiyle anlatılabilir, anlatılmalıdır.
“Dışındaki şeyler yüzünden ağlamazsın, içerideki şeyler yüzünden ağlarsın. İnsanlar başkalarını ağlarken görünce bu nedenle o kadar utanır, kızar ve kendilerini suçlu hissederler. Ne kadar deneseler de kendileri içeride olamazlar. Kapı yüzlerine kapanmıştır, sadece salya sümük suratı görürler. Ve hiçbir zaman içeride olamadıkları için, onları rahatsız eden gözyaşlarının dökülmesinden nefret ederler.”
Bulutun İçinden Bir Ses, Denton Welch, çev. Fatih Özgüven, Metis Yayıncılık, sf. , 2022
Ada’nın Ejderhaları
Hikayemizin kahramanı Ada, küçük bir kız çocuğudur. Sevimli ve cana yakındır. Onu diğer kız çocuklarından ayıran bir özelliği vardır ki, ejderhalarının olmasıdır.
Evet, belki inanmayacaksınız ama Ada’nın ejderhaları vardır. Hem de tam altı tane… Üzgün, Öfkeli, Korkak, Sakin, Mutlu ve Cesur ismini verdiği bu ejderhalar, Ada’nın duygularını temsil eder aynı zamanda.
Ada altı ejderhasıyla barış ve sükunet içinde hayatını geçirirken günlerden bir gün Ada’nın başından birtakım kötü olaylar geçer. İçinde bulunduğu duruma öyle çok öfkelenir ki, artık gözü “Öfke” isimli ejderhasını görmez olur. Onu yanında bir daha istemez. Ancak Ada, “Öfke” isimli ejderhasını dışlarken, bazı tuhaf gelişmeler yaşanır. Keza diğer ejderhalar da ortadan kaybolmaya, Ada’yı yalnız bırakmaya başlarlar. Mutlu, Cesur ve Sakin’dir bu ejderhaların isimleri…
Ada’yı Öfke isimli ejderhasıyla ilişkisinin bozulmasından sonra acaba neler bekliyordur? Ada bir daha Mutlu, Sakin ve Cesur isimli ejderhalarını bulabilecek, bu duyguları yeniden kazanabilecek midir? Ada eski mutlu günlerine nasıl kavuşacaktır?
Çocukların duygularının farkına varması ve onlarla barış içinde olması için sıcacık, neşeli bir öykü…
Ada’nın Ejderhaları, Frances Stickliy & Annabel Tempest , çev. Timaş Çocuk Yayınları, sf. 32, 2022
Tenin İtirafları- Cinselliğin Tarihi 4
20. yüzyılın en büyük filozoflarından biridir Michel Foucault (1926-1984). Felsefenin yanı sıra sosyal bilimlerin pek çok alanında eserler vermiş, yeni bakış açıları getirmiş, siyasal meselelere de kayıtsız kalmayarak Said’in işaret ettiği “entelektüel” titrini sahiplenmiş bir isimdir. Modernizm eleştirileri, “özne" kavramını Batı felsefesi içinde tarihselleştirmeye yönelik çalışmaları, delilik, beden ve disiplin edici kurumlara dair yaklaşımları, bilgi, hakikat ve iktidar arasındaki ilişkiler üzerine yaptığı saptamalar felsefe tarihi açısından çığır açıcıdır.
Foucault’nun, hayatı boyunca ilgilendiği diğer bir konu ise cinsellik ve onun tarihine ilişkin yaptığı araştırmalardır. Foucault, cinselliği, baskıcı bir iktidarın altında özgürleşme mücadelesi veren doğal bir güdü olarak değil de yeni bir iktidar biçiminin işleyişinde merkezi konumda bulunan “bir tertibat” olarak tanımlar. Ve ekler: “Bu tertibat, kendimizi birer "özne" olarak kurmamızda vazgeçilmez işlevler yüklenir; seks etkinliğimizin bizdeki en "doğal", en "temel", dolayısıyla da en "öznel" boyut olduğunu tekrar tekrar anımsatır. Bu tertibata göre, bir "özne" olarak kendimizi tanımak istiyorsak, cinsellik denen şey üzerine kafa yormamız, onu alabildiğine anlaşılır kılmamız, söyleme dökmemiz ve ne olduğumuzu ona sormamız gerekmektedir.”
Nitekim Cinselliğin Tarihi isimli çalışmasında, cinsellik sorununun yanı sıra iktidar sorununu da ele alır. Bu bağlamda Batı'daki alışılagelmiş siyaset düşüncesinin yüzyıllardır kabul ettiği "baskıcı iktidar" düşüncesini bir kenara bırakmanın, yepyeni bir iktidar kuramı geliştirmenin, özgürleşmeye alternatif olarak kendini yaratmanın gerekliliğine inanır. Foucault son kertede arzunun özgür kılınmasını değil, cinsellikte alınan zevkin vurgulanmasını yeğler. Cinselliğin Tarihi isimli çalışmanın son bölümü olan Tenin İtirafları, Foucault’un bu bakış açısıyla ele aldığı düşüncelerinden mürekkeptir.
-tanıtım bülteninden-
Michel Foucault’nun iktidar, benlik ve cinsellik üzerine düşüncelerimizi ve varsayımlarımızı sonsuza dek değiştiren “Cinselliğin Tarihi” projesinin dördüncü ve son kitabı Tenin İtirafları Murat Erşen’in çevirisiyle, Oğuz Tecimen ve Eda Çaça’nın editörlüğünde, Ferda Keskin’in sunuşuyla Türkçede.
Foucault Tenin İtirafları’nı aslen “Cinselliğin Tarihi”nin ikinci cildi olarak tasarlar ve 1976’da yayımladığı ilk cilt Bilme İstenci’ni bitirdikten hemen sonra yazmaya başlar. Fakat o dönemde Foucault’nun çalışmaları (bilhassa Collège de France seminerlerinin etkisiyle) öznenin hermenötiği, arzu öznesinin soybilimi ve benlik teknolojileri üzerine araştırmalarıyla kesişince projeyi yeniden düşünmeye karar verir. İlk cildin ardından geçen sekiz yılda bizzat bir kendilik çalışması süreci olarak gördüğü araştırmalarından çıkan malzemeyi yeniden şekillendirir; 1984’te, ölümünden kısa süre önce, ikinci cilt Hazların Kullanımı ve üçüncü cilt Kendilik Kaygısı art arda yayımlanır. Birinci ciltte kurduğu kendi teorik çerçevesini de eleştirdiği bir önsözle programını şöyle günceller: “Bu araştırma dizisi öngördüğümden daha geç ve tamamen başka bir biçimde yayımlanıyor. […] Hazların Kullanımı cinsel etkinliğin MÖ IV. yüzyılda klasik Yunan kültüründe filozoflar ve hekimler tarafından nasıl sorunsallaştırıldığına değiniyor. Kendilik Kaygısı bu sorunsallaştırmanın MS ilk iki yüzyılda Yunan ve Latin metinlerindeki durumunu inceliyor ve nihayet Tenin İtirafları tenle ilgili öğreti ve kilise düşüncesinin oluşumuna eğiliyor.” Aynı yılın sonbahar aylarında yayımlanması planlanan dördüncü cilt Tenin İtirafları’nı ise yayınevine teslim etmesine rağmen son düzeltmeleri yapmaya ömrü vefa etmez ve vasiyet olarak, hayattayken yayımlanan metinlerinin dışında hiçbir metninin yayımlanmasını istemediğinden bu kitap da gün yüzüne çıkmaz. Gelgelelim ölümünden otuz dört yıl sonra 2018’de, Frédéric Gros’nun editörlüğünde, “Cinselliğin Tarihi” projesini bütünleyen bu çalışma ilk defa okurlarla buluşur.
Foucault Batı’daki öznellik deneyimleri arasında merkezi önem atfettiği Hıristiyani cinsellik ve hakikat söylemlerini derinlemesine incelediği Tenin İtirafları’nda 2.-5. yüzyıllar arasında Hıristiyan Kilise Babalarının felsefi ve teolojik kavramlarla oluşturduğu cinsel normlara odaklanıyor, antik dönemdeki haz ve beden anlayışından Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarındaki ten ve ruhaniyet anlayışlarına geçişlerin ve kopuşların izini sürüyor, kendinin ve başkalarının yönetiminin Hıristiyanlıkta cinsellik üzerinden nasıl sorunsallaştırıldığını gösteriyor ve burada ortaya çıkan pratiklerin ve kavramların Batı’daki cinsellik ve öznellik deneyimlerini tarihsel olarak nasıl etkilediğine işaret ediyor.
Tenin İtirafları’yla tamamına eren “Cinselliğin Tarihi” projesi Foucault’nun düşüncesinde eşsiz bir uğrak olarak okunabileceği gibi, günümüz dünyasında bedenin bakımından ruhun bakımına her türlü söylemin üretildiği kişisel gelişim çılgınlığına alternatif bir yaşam kılavuzları arkeolojisi olarak da okunabilir.
Tenin İtirafları, Michel Foucault, çev. Murat Erşen, Ayrıntı Yayınları, sf.400, 2022