Maruz kaldığımız bilgi
Sibel ÖZ
Artı Gerçek - Günümüzde ağırlıklı olarak sosyal medyadan, çeşitli internet platformlarından okuyor, paylaşıyor, haber alıyor, bilgileniyoruz. Yazdıklarımız çoğunlukla yine dijital platformlar üzerinden okurlara ulaşıyor, geri dönüşleri de yine bu mecralar üzerinden alıyoruz. “Bilgi”ye artık kitaplardan, ansiklopedilerden değil, ezici çoğunlukla internetten ve sosyal medya platformları üzerinden ulaşıyor ya da daha doğru bir ifadeyle “maruz kalıyoruz”. Herkes gibi edebiyatçıları ve edebiyat okurunu da çok ilgilendiren sosyal medya kullanımının etkilerine değinmeden önce, günümüzde çok kullanılan bilgi ve bilgi toplumu kavramlarına değinmek yararlı olabilir.
Bilgi kelimesi, gündelik yaşamda sık kullanılmasına karşın üzerinde en az düşünülen kavramlardan biri gibi görünüyor. Bilginin tanımı da, bilginin kendisi gibi sürekli değişip dönüşmekte, çeşitli disiplinlere göre de farklılaşmaktadır. Bilgi kavramı üzerine düşünüldüğünde, bilginin, insanın hayatta kalma uğraşında gereksinim duyduğu en temel unsur olduğu görülecektir. “Hayatta kalma bilgisi”, bu bakımdan belki de insanlığın ilk “acil” kodlu bilgisi olabilir. “Nasıl hayatta kalabilirim?” sorusunun yanıtı çeşitli çağlarda farklılık gösterse de sorunun kendisi kalıcıdır ve hayatta ya da ayakta kalmak gelişmeyi, dolayısıyla bilgi edinmeyi gerekli kılar.
Antik Yunan’da bilgi, felsefenin konusu iken, sonraları bilimin gelişmesiyle bilgi bütün bilim alanlarının konusu olmuştur. Yunanca kökenli Latince bir kelime olan “bilgi” kelimesinin tarihsel gelişimini Antik Yunan, Ortaçağ ve modern çağ boyunca bilginin gelişimine bağlı olarak değişim geçirmiştir. “Information” (kısaca “info”) kelimesi Ortaçağ boyunca “şekil vermek” anlamında kullanılmış, zaman içinde “herhangi bir şeyin bir başkasına iletilmesi” anlamına bürünmüştür. Türk Dil Kurumu’na göre ise bilgi kelimesi, “İnsan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat”, “Öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malumat, vukuf”, “genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin kavradığı temel düşünceler” anlamlarını taşımaktadır. Bilgi kavramı üzerine tarih boyunca süregelen tartışmalar, bilginin doğası, kaynağı, kapsamı, gerekçeleri, bilgiye ulaşma yöntemleri, kısaca temel konusu bilgi olan epistemoloji alanına girmektedir. Ancak bu tartışmaların “bilgi çağı” olarak adlandırılan günümüzde çok daha fazla hararetlendiğini de belirtmek gerekir.
Bilginin kendisi gibi günümüzde sıklıkla kullanılan “bilgi toplumu” kavramının da yeterince sorgulandığını belirtmek zor. “Bilgi toplumu” genellikle iletişim ve enformasyon teknolojilerinin yol açtığı ve şekillendirdiği yeni toplumsal yapıyı işaret etmektedir. Bilgisayar ve web tabanlı teknolojilerin bilgi toplumunun gerekçesi olduğu ön kabulünden hareketle “bilgi toplumu” kavramı aynı zamanda çağdaş toplumu da ifade eden bir kullanım alanına sahiptir. Oysa kavramın ilk olarak 1900’lü yıllardan önce ortaya atıldığı, yakın tarihe gelindiğinde ise Fritz Machlup’un 1962 yılında “bilgi toplumu” kavramını kullandığı bilinmektedir. Marshall McLuhan da 1963’te kaleme aldığı yapıtında “küresel köy”, “iletişim ve enformasyon çağı” tanımlarını kullanarak yeni bir toplumsal yapıdan söz etmiştir (Geray, 1997, s.37). “Bilgi toplumu” tanımıyla birlikte anılan önemli kuramcılardan biri de Alvin Toffler’dır. Toffler,Yeni Güçler, Yeni Şoklar adlı kitabında bilgisayarların, elektroniğin, enformasyonun ve biyoteknolojinin ekonominin ‘yeni komuta dorukları’ olduğunu, bilginin yeni servet kaynağı haline geldiğini ve şirketlerin bilgiyi zenginleştiren bir varlığa dönüştüğünü ifade etmiştir (Toffler, 1992, s.160). Bilgi toplumu kuramıyla birlikte adı geçen bir diğer kuramcı ise Manuel Castells’tir. Castells, “Bilgi toplumu” yerine “enformasyon toplumu” tanımını tercih eder. Castells’e göre “Yeni Ekonomi”, bilgiyi temel alan bir üretim sisteminin güçlendirilmesinde yeni enformasyon teknolojisini kullanma becerisinden kaynaklanan bir verimlilik artışına dayalıdır. Piyasaların sürekli genişlediği bu süreçte ağ kurumu, enformasyonel küresel ekonominin örgütlenme biçimidir ve bu ekonominin kültürünü somutlaştırır. Castells’in yaklaşımına göre; enformasyon teknolojisi ekonomi, siyaset ve kültür üzerinde köklü değişimlere yol açmış ve ekonomik/toplumsal ağların güçlenmesini sağlamıştır (Castells, 2008, s.60-81).
Çağımızı ve yaşadığımız toplumu anlamak ve tanımlamak için hangi kavramlar tercih edilirse edilsin, ortada varlığı reddedilemeyecek bazı gerçekler var. Bunlardan ilki, fırsat eşitsizliğidir. Çağımızda bilgi, orta yerde ve sınırsız gibi görünmektedir. Bu açıdan yukarıda adı anılan düşünürlerin haklılık payı yüksektir. Fakat bu teorilerin ezici çoğunluğunun Batı (Avrupa/Amerika) merkezli olduklarını, insanlığın nüfusunun daha büyük bir oranını içeren dünyanın geri kalan nüfusunun yaşam gerçeğini ve koşullarını gözetmediklerini görmekteyiz. Batı’nın “sanayi sonrası”, “postmodern” ya da “enformasyon/bilgi” toplumuna geçmiş olduğu, tartışmalarla birlikte genel kabul gören bir gerçekliktir. Oysa dünyanın geri kalan büyük nüfusu için aynı şeyler söylenemez. Ne burjuva devrimlerinin öncülük ettiği kapitalist sisteme geçiş, ne feodal toplumun artıklarından kurtuluş, ne bilişim, ne de iletişim devrimlerinin uğramadığı, insanlığın açlıkla boğuştuğu, can güvenliğinin bile tehlikede olduğu coğrafyalar söz konusudur. Uluslararası siyasetin pek önemsemediği, tüketim gücü olmadığı için küresel sistem açısından hayatlarının bir değeri bulunmayan bu nüfusun belki de bilgiden önce ekmeğe ihtiyacı bulunmaktadır. Bilgi, iddia edildiği gibi orta yerde, erişimi kolay ve hızlı değildir. Bilgiye ulaşmak için kitap, öğretmen, bilgisayar, internet vs. gereklidir. “Bilişim devrimi” bilgiyi, herkesin ayağına getirmez. Covid 19 pandemi koşullarında Türkiye’de dahi her çocuğun bilgisayar ve internetinin olmamasından kaynaklı, eğitim hakkından mahrum kaldığı, bu durumun fırsat eşitsizliğine yol açtığı konuşuldu, tartışıldı. Dünyanın pek çok bölgesinde bu konuda çok daha vahim durumlar yaşandı, yaşanıyor. Görüldüğü gibi bilgiyi üretmek kadar bilgiye erişme koşulları da yeterince demokratik değil. Bilgiye erişme sürecinin ‘sınıflı’ karakteri görülmeden, bilginin kendiliğinden bir demokratikleşmeye yol açacağını düşünmek de bu açıdan doğru değil.
Öte yandan “Bilgileniyor muyuz?” sorusunun yanıtı, gündelik yaşamda maruz kaldığımız bilginin niteliğine bağlı olarak da cevaplanması gereken bir sorudur. Günümüzde radyo ve televizyondan sonra, web tabanlı mecraların ve internet gibi iletişim araçlarının yaygınlaşması ve gelişmesiyle birlikte, bu araçlarla dolaşıma sokulan bilginin niceliği de hiç tartışmasız artmıştır. Ancak bu durum bilginin niteliğinin de artması anlamına gelmemektedir. Günümüzde “bilgi kirliliği”, “dezenformasyon” gibi sorunların da sıkça tartışıldığı düşünüldüğünde ya da “teyit” gibi doğrulama uygulamalarının gerekliliği gözetildiğinde, dolaşıma sokulan bilginin niteliğine dönük kuşkular da anlaşılır olacaktır. Kirli bilginin, bilince dönüşmeyen, bir gereksinime karşılık gelmeyen “gereksiz bilgi”nin” ve “yanlış bilgi”nin yol açtığı manipülasyonun, toplumun ihtiyaçlarını karşılamadaki katkısı sorgulanmalıdır. Öyleyse bilginin niteliğine dönük tartışmalara da göz atmak yararlı olabilir. Tekeli’ye (2002) göre bilgi, bilme eylemi için bir araçtır. Birey bilgiyi toplum içinde yaşayarak elde ettiği için bilgi, toplumsal olarak oluşmakta ve yayılmaktadır. Bu durumda bilginin öznesi, bireyden çok toplum olmaktadır. Toplumsal yapı bilmeye değer olanı, çok çeşitli etkenlerle belirlemektedir. Dolayısıyla bilgilenme ediminde, sınıflı toplumun yol açtığı koşullar, bilinç, ihtiyaçlar, bilginin üretildiği merkezin egemenlik durumu ve bu merkeze uzaklık ya da yakınlık, gözetilmesi gereken hususlar olarak öne çıkmaktadır.
Bilgileniyor muyuz? Bilinçli olmadığımız için bilgi sahibi olamıyoruz. Belki de sadece “bilgi”ye maruz kalıyor ya da manipüle ediliyoruz.
Referanslar
Castells, M. (2008) Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum, Kültür, Cilt:1, Ağ Toplumunun Yükselişi, çev. Ebru Kılıç, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları
Geray, H. (1997). “İletişim, bilgi toplumu ve küreselleşme”, Küreselleşme içinde. Ankara: İmge Yayınevi
Tekeli, İ. (2002). Bilgi toplumuna geçerken farklılaşan bilgiye ilişkin kavram alanı üzerine bazı saptamalar. İ. Tekeli, S. Ç. Özoğlu, B. Akşit, G. Irzık, A. İnam (Yay. Haz.). Bilgi Toplumuna Geçiş: Sorunsallar, Görüşler, Yorumlar, Eleştiriler Ve Tartışmalar içinde (ss. 15-46). Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları 3, Ankara: Türkiye Bilimler Akademisi
Toffler, A. (1992) Yeni Güçler Yeni Şoklar, çev. Belkıs Çorakçı, İstanbul: Altın Kitaplar