Mehmet Ali Alabora: Sürekli gözümün önünde İstanbul

Mehmet Ali Alabora: Sürekli gözümün önünde İstanbul
Memleketinden uzakta Galler’de üretime devam eden ve Nazım Hikmet’in ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’ eserini sahneye taşımaya hazırlanan Mehmet Ali Alabora Artı Gerçek’e konuştu.

Rıfat DOĞAN


ARTI GERÇEK- Gezi Parkı eylemlerinde hedef gösterildiği için yurt dışına çıkmak zorunda kalan ve yedi yıldır Galler’de yaşayan sanatçı Mehmet Ali Alabora, hayatındaki değişimi, sanatsal üretimini ve son oyunu olan ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’nı Artı Gerçek’e anlattı. Mehmet Ali Alabora, Gezi Parkı eylemleri sırasında ülkesini terk etmek zorunda kaldı. 2013 yılından bu yana Galler’de yaşayan ve sanatsal üretimine burada devam eden Alabora bugünlerde yoğun bir koşuşturma içinde çünkü Nazım Hikmet’in "Memleketimden İnsan Manzaraları" adlı eserini yakın
zamanda tiyatroya taşıyacak.

Yedi yıldır ülkesinden ayrı olmak ona göre hem zor hem de yeni bir başlangıç. Bu durumu "ikinci kez hayata gelmek" sözleriyle anlatan Alabora, sürgün hayatı yaşamak zorunda kalan büyük şair Nazım Hikmet’in eserini sahneye taşıyor olmasının anlamını da şöyle açıklıyor: "bu kişi Nazım olunca tabii ki durum bambaşka oluyor. Kurulan her ortaklık aynı zamanda hatıraları, yaşanmışlıkları gün yüzüne çıkardı."

Alabora’nın şöylesi sırasında cümle arasında sarf ettiği "sürekli gözümün önünde İstanbul" sözleri ise memleket özleminin bir ifadesi.

‘BİR TARAFTAN ZOR ZAMANLAR BİR TARAFTAN YENİ BİR BAŞLANGIÇ’

Sorularımıza mail yoluyla yanıt veren Mehmet Ali Alabora Artı Gerçek’e şunları söyledi: Türkiye’de ayrılmak zorunda kaldıktan sonra Galler’de yaşamaya başladınız. Zor zamanlar oldu sizin için. Bunun hem kişisel hayatınıza hem de sanat hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?

Bir taraftan zor zamanlar, bir taraftan da yepyeni bir başlangıcın getirdiği olanaklar oldu. Her şeye sıfırdan başlamak tabii ki kolay değil. Bir taraftan da hayata ikinci kez gelmek gibi oldu. Hani çoğu zaman söylenir ya "hayata bir daha gelsem, şunu şunu yapmazdım" ya da "şunu başka türlü yapardım" diye, işte ben biraz da böyle baktım yeni hayatıma, ne istiyorsam olabileceğim, yeniden başlayabileceğim, ikinci bir hayat gibi. Tabii ki geçmişiniz bir yere gitmiyor ama yeni ilişkiler kurarken biliyorsunuz ki ‘bagajınız’ daha hafif, karşınızdaki insanların sizinle ilgili olumlu ya da olumsuz bir
yargısı yok. Kişisel hayatımda birçok yeni dostluklar kurdum, yepyeni bir çevrem oldu. Sanat hayatında da oyunculuğa devam etsem de burada daha çok yönetmen olarak çalıştım, projeler ürettim, üretmeye de devam ediyorum.

PROJE ÜRETİMLERİ BİR YANDA OYUNCULUK DİĞER YANINDA

Tiyatro yönetmenliği, sinema oyunculuğu yanında bir de tiyatro oyunculuğu. Yoğun bir koşuşturma içindesiniz. Bize biraz çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

Bir taraftan kendi projelerimizi üretirken, bir taraftan da oyunculuk yapmaya devam ediyorum. 2017 yılında kadına karşı şiddeti ele alan konser-tiyatro tarzında ‘Enough is Enough’ isimli benim yönettiğim, Meltem Arıkan’ın yazdığı bir oyun yaptık, bu oyunla tüm Galler’de turne yaptık. Burada o oyunun yapım aşamasını ve turne macerasını izleyebilirsiniz.

2018 yılında, geçen yıl gerçekleştirdiğimiz dünyanın ilk Türkçe ve Galce oyunu olan, yine Meltem Arıkan’ın yazdığı ‘Y Brain - Kargalar’ın araştırma geliştirme projesi olan ‘Nereye Aitsin?’ projesini gerçekleştirdik. Bu proje için Galler’in çeşitli yerlerinde gezici provalar yaptık. İnsanlar provalarımıza geldiler, oyundan parçalar sunduk, onlarla sohbet ettik ve oyunu bu deneyim üzerine gerçekleştirdik. 2019’da da ‘Y Brain - Kargalar’ oyunu ile üç ayaktan oluşan bir turne yaptık.
2017’de Theater Freiburg’da büyük bir projenin parçası olarak Evrim Demirel’in bestelediği 25 dakikalık ‘Europa’nın Baştan çıkarılması’ adlı kısa operayı sahneye koydum.

2018-2019’da da Cardiff’teki Chapter sanat merkezinde ‘Chapter Readings’ (Chapter Okumaları) isimli edebiyat okumalarını düzenledim, bunlardan bazılarını podcast haline de dönüştürdük, buradan dinleyebilirsiniz.

Bunun dışında başka projeler de var. Bir de film ve dizilerde oynuyorum ara ara.

‘MEMLEKETİMDEN İNSAN MANZARALARINI TEK KİŞİLİK OYUN YAPMA FİKRİ HEYECAN VERİCİ’

Nazım Hikmet’in ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’ eseri tiyatro oyununa uyarlandı ve siz de bu oyunda oynayacaksınız. Bilmeyenler için sormak isterim, bu proje nasıl ortaya çıktı ve bu oyunda oynamaya nasıl karar verdiniz?

Aslında eser tiyatro oyununa uyarlanmandı, daha doğrusu masa başında oturup da oyunu tiyatro oyununa uyarlamak için bir çalışma yapmadık. Yola çıkarken hedefimiz tüm kitabı, 98 sayfanın tamamını sahneye taşımaktı. Ben Eylül ayında ezber yapmaya başladım, Kasım ayının ortalarında kitabın yarısına geldiğimde, sadece yarısının, normal bir okuma ile 1 saat sürdüğünü fark ettim.

Bunun üzerine, sahneleme ile iki buçuk saati bulabileceğini fark ettik ve metinde kesme yapmaya karar verdik. Tiyatro metni böylece ortaya çıktı. Biz sadece metinden çıkarma yaptık, hiçbir ekleme yapmadık, duyacağınız her bir sözcük Nazım Hikmet’e aittir, tabii ki ben ezberde şaşırıp başka şeyler söylemezsem :)

Oyunun ortaya çıkış hikayesi ise şöyle; Akın Olgun bana yıllardır baskı yapıyordu, bir Nazım Hikmet projesi yapayım diye. En sonunda geçen yıl Memleketimden İnsan Manzaraları’nı tek kişilik bir oyun yapma fikri heyecan verici geldi. Galler’e geldiğimizden beri dostum olan ve birlikte işler de yaptığımız Phillip Mackenzie’ye fikrimi açtığımda, o da heyecanlandı ve böylece proje geçen yaz başında başlamış oldu.

‘SÜREKLİ GÖZÜMÜN ÖNÜNDE İSTANBUL’

Nazım Hikmet de görüşleri nedeniyle sürgünler yaşadı, ülkesinden ayrılmak zorunda kaldı. Siz de ülkenizden ayrı yaşamak zorunda kaldınız. O anlamıyla Nazım’ın yazdığı bir eserin tiyatroya çevrilmiş oyununda oynamak bu yaşanmışlıkları ve duyguları da oyuncuya sirayet ediyordur. Bunun zorluğunu yaşıyor musunuz?

Bu oyun sürecinin tamamı benim için zorluklarla doluydu. Ne oynarsanız oynayın, oynadığınız karakterle, yazarla ortaklıklar ararsınız ama bu kişi Nazım olunca tabii ki durum bambaşka oluyor. Kurulan her ortaklık aynı zamanda hatıraları, yaşanmışlıkları gün yüzüne çıkardı. Sürekli gözümün önünde İstanbul. Sözcüklerle bu kadar yakın bir ilişki kurunca, her sözcüğün, cümlenin arkasında 40 yaşındaki Nazım’ı görmeye başladım. Onun acısı sizin acınıza dokunuyor, sanki acılar hasbihal ediyor. 

Çok fazla ortak yön buldum süreç içinde ama bir o kadar da çekindim bu durumdan. Sonuçta Nazım bir dünya ozanı, ben ise bir oyuncu ve yönetmenim, benim yaratıcılığım onunki ile mukayese kabul etmez.

‘BURADAKİ DENEYİMLERLE TÜRKİYE’DEKİ DENEYİMLERİ BİRLEŞTİRMEK İSTERİM’

Türkiye’deki sinemadan müziğe, tiyatroya sanat dünyasını uzaktan nasıl okuyorsunuz, dün ile bugün arasında nasıl farklar görüyorsunuz ?

Çok yakından takip etmediğim için bir karşılaştırma yapmam doğru olmaz.

Bir sanatçı için ülkesinden ayrı olmanın başka zorlukları var. Bir röportajınızda "Elbette Türkiye’ye dönüp oynamak isterim’ demiştiniz. Bir gün yeniden ülkeye dönüp oyun sahnelemek ve yine Anadolu turnelerine çıkmak gibi bir hayaliniz var mı?

Ben Galler’i de kendi ülkem gibi görüyorum, burada köy köy, kasaba kasaba turne yapmak bana Anadolu’da turne yapmakla aynı hazzı ve aynı mücadele duygusunu yaşatıyor. Buradaki deneyimlerimle Türkiye’de kazanılacak yeni deneyimleri birleştirmek çok isterim tabii ki. Bu farklı deneyimlerden yeni işler üretmek....

GEZİ... KİMİ ZAMAN GÜÇLENDİREN, KİMİ ZAMAN GÜÇSÜZLEŞTİREN BİR RUH HALİ...

Aslında bir tiyatro oyunu olan ‘Mi Minör’de oynadığınız için hedef gösterildiniz. Gezi Parkı eylemleriyle ilgili iddianamede bu oyun bir ‘suç’ delili da olarak gösterildi ve bugün 16 sanıklı Gezi davasında yargılanıyorsunuz. Davanın gidişatı kısa bir süre sonra kararın çıkacağı yönünde. Neler düşünüyorsunuz? Neler hissediyorsunuz?

Bu konudaki düşüncelerimi ve hislerimi yansıtabilmek için sanırım işler üretmem gerekecek. Hissizlikten, uyuşmadan, öfkeye, kimi zaman yok saymaya varan karmaşık bir ruh hali bu. Kimi zaman beni güçlendiren, kimi zaman güçsüzleştiren. Kimi zaman her şeyin absürt bir kurgu gibi göründüğü, bu komediye kahkahalarla gülesimin geldiği, kimi zaman da aşırı gerçekliği ile can yakan ve göz yaşartan tuhaf bir olgu.

Öne Çıkanlar