Mehmet Rauf'un anıları, Çiğdem Toker'in son araştırma kitabı ve altı farklı eserle beraber haftanın öne çıkanları
Edebiyatımızda ilk psikolojik roman Eylül'ün yazarı Mehmet Rauf'un hayatına ve yazarlığına ışık tutan anı kitabından, gazeteci Çiğdem Toker'in kamu harcamalarını şehir hastaneleri üzerinden araştırdığı son kitabına kadar farklı türde sekiz eser...
Merve KÜÇÜKSARP
Şehir Hastaneleri: Milletin Cebinden Kamu-Özel İşbirliği
Gazeteci yazar Çiğdem Toker’in ülkemizdeki şehir hastaneleri gerçeğini tüm çıplaklığıyla ele aldığı eseri Şehir Hastaneleri: Milletin Cebinden Kamu-Özel İşbirliği Tekin Yayınları tarafından yayımlandı.
Çiğdem Toker uzun zamandır kamu sektöründeki harcamaları araştıran ve buna dair kalem oynatan bir gazeteci. Bu yeni kitabında şehir hastanelerinin Türkiye ekonomisine nasıl bir külfet olduğunu ayrıntılarıyla açıklıyor. Üstelik ülkede yaşayanların gerek ana akım medyanın işlevini yitirmesi sebebiyle, gerekse birtakım bilgilerin kamuoyundan bilhassa gizlenmesi neticesinde şehir hastanelerinin ülkenin başına nasıl bir dert olduğundan bihaber olduklarının da altını çiziyor. Çiğdem Toker’ın külfet olarak nitelendirdiği şehir hastaneleri için öngörülen bedel ise 81 milyar doların üzerinde…
Çiğdem Toker anlatısında şehir hastaneleri projesini detaylı olarak açıklıyor. Şehir Hastaneleri, kamuya yönelik bir hizmet olarak görülse de, aslında devlet hastanelerinden çok daha başka bir oluşum. Özel kurum ve kuruluşların hazine arazilerini kullanıp kendilerine bir hastane inşa etmesine, yirmi beş sene boyunca bu hastaneyi işletip sonunda devlete devretmesine dayalı bir sistem. Evet, ilk etapta vatandaşın cebinden para çıkmıyor ancak yirmi beş yıl boyunca her sene adeta katlanan bir meblağ vatandaşın cebine yük oluyor. Ve bugünün ekonomik konjonktüründe böyle bir borcun altına sokulan vatandaşın onayına dahi sunulmuyor.
Çiğdem Toker, Sağlık Bakanlığı’nın her yıl hazine arazilerini kullanan bu hastanelere hem kira vermek, hem de hizmetleri karşılığında bir meblağ ödemek durumunda olduğunun altını çiziyor. Son kertede devletin bütçesinden büyük miktarda paraların çıktığı bu proje yalnızca özel sektörü ihya etmeye yarıyor.
Menşei İngiltere olan bu model, AKP’den önce fikir halinde olsa da, AKP döneminde hızla projelendirilmiş, jet hızında yasalarla onaylanmıştır. 2010 yılından önce ihaleler gerçekleştirilmiştir. Bugüne geldiğimizde ise on dört tanesi hizmete sunulmuş olan on sekiz şehir hastanesi mevcuttur. Projenin tamamı hayata geçirilmemiş olmasına rağmen, şimdiden bütçeye yükü 46.6 milyar liradır, nitekim 2023 bütçesini belirlerken bu rakam baz alınmıştır. Bu rakam, AKP’nin tahayyülünün bile üzerindedir. Üstelik bu projenin asgari bedeli. Tasarlanan şekliyle bittiğinde maliyetin 80 milyarın üzerine çıkacağı da Toker’in verdiği bilgiler arasında yer alıyor.
Toker’in eserinde üzerinde durduğu bir mesele de, şehir hastanesinin protokollerinin, maliyetlerinin gizli tutulmasının, hatta milletvekillerinden bile saklanmasının demokratik olmadığıdır. Zira yirmi beş yıl sürecek ve bütçeye böyle yük getirecek bir proje, illaki halktan toplanan vergilerle karşılanacağına göre bu gizlilik bizleri düşündürmelidir.
Toker, devletin asıl yapması gerekenin büyük finansman gerektiren projeler yapmak değil, var olan köklü hastaneleri onarmak, yenilemek olduğunu da belirtiyor. Bilhassa kırsalda yaşayan yoksul insanların bu hastanelere ihtiyaçları olduğu, ne ki bu hastanelerin yıkıma terk edildiği, bu durumdan vatandaşların bir hayli kötü etkilendiği de Toker’in esefle verdiği bilgiler arasında yer alıyor.
Çiğdem Toker’in şehir hastanelerinin tüm yapım ve işletim safhalarındaki kusurlu kısımlarını masaya yatırdığı çalışmasında dikkati çeken bir başka nokta ise, bu projede daha önce emsali görülmemiş bir maddenin yer alıyor olmasıdır. Keza bu şartlara göre, şehir hastanesi protokollerinde taraflar arasında çıkacak bir ihtilafa Türkiye’deki mahkemeler değil, Londra Uluslararası Tahkim Mahkemesi bakacaktır. Zira bu projede yer alacak uluslararası kuruluşlar Türkiye’deki hukuk sistemine güvenmediklerinden dolayı böyle bir madde konulması yönünde baskı kurmuşlardır. Bu da akla hemen tarihimizdeki ekonomik bağımsızlığın karşısında yer alan kapitülasyonları getiriyor. O kapitülasyonlar ki, Lozan Antlaşmasıyla birlikte kaldırıldığından beri böyle bir konu hiçbir sözleşmede yer almamıştır. Bu açından Çiğdem Toker şehir hastanelerinin bir imtiyaz sözleşmesi olduğunu ileri sürüyor.
Şehir Hastaneleri: Milletin Cebinden Kamu-Özel İşbirliği, Çiğdem Toker, Tekin Yayınları, sf. 328, 2022
Hafıza Kazısı
Alman dili ve edebiyatı konusunda uzun yıllar dersler veren Prof. Dr. Ülker Gökberk, Alman edebiyatının yanı sıra Türkçe edebiyatı üzerine araştırmalarıyla da tanınır. Thomas Mann, Siegfried Lenz, Sten Nadolny gibi yazarların yanı sıra Orhan Pamuk, Bilge Karasu üzerine çok sayıda makalesi vardır. Nitekim Bilge Karasu ve Walter Benjamin üzerine orijinal ismi Excavating Memory: Bilge Karasu’s Istanbul and Walter Benjamin’s Berlin olan bir kitap kaleme almış ve Metis Yayınları tarafından geçtiğimiz günlerde Türkiyeli okurlara kazandırılarak, Hafıza Kazısı ismiyle yayımlanmıştır.
Gökberk, Hafıza Kazısı’nda Karasu’nun vefatından sonra kitaplaştırılan Beyoğlu anlatılarından yola çıkarak sahici bir hafıza kazısı işine girişiyor ve metnin satırlarında ve satır aralarında şehir belleğine dair her türlü argümanı topluyor. Keza Beyoğlu ekseninde azınlık meselesi, sosyolojik değişim, mimari ve şehir planlamadaki bazı konuları da, Karasu’nun anlatılarından çıkarak mercek altına alıyor. Kimi zaman Karasu’nun hayatına, edebi kişiliğine göndermeler yaparak yeniden yorumluyor.
Aynı bağlamda okuru Benjamin’in metinlerinde de dolaştırıyor, Berlin sokaklarında ele aldığı anıların otopsisi yaparak bu iki yazarı karşılaştırmalı olarak ele alıyor.
“Bu kitap, yirminci yüzyılın temsilcisi olan iki yazarı, Walter Benjamin ile Bilge Karasu’yu aralarındaki zamansal ve mekânsal mesafeyi kat ederek birbiriyle konuşturuyor. İçinde bulundukları farklı kültürel ve tarihsel bağlamları düşününce bu iki yazarın ilk başta bir diyaloğun tarafları olması pek olası görünmeyebilir. Walter Benjamin (1892-1940) asimile olmuş varlıklı bir Alman Yahudisi ailenin oğlu olarak II. Wilhelm döneminde ve Weimar Almanyası’nda büyüdü, Nazi işgali altındaki Fransa’dan kaçmaya çalışırken İspanya, Portbou’da hayatını kaybetti. Benjamin modernliğin en önemli filozoflarından ve eleştirmenlerinden biri olarak kabul ediliyor. Bilge Karasu (1930-95) ise yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin çocuğuydu. Ağırlıklı olarak kurmaca eserler yazdı, Türkçe düzyazının ustası olarak övüldü, sanatının felsefi derinliği ve biçimsel yeniliği nedeniyle saygı gördü. İstanbul ve Ankara’da yaşadı, hiçbir zaman yaşadığı ülkeyi terk etmeye zorlanmadı. Ancak Benjamin gibi bir sürgün deneyimine zorlanmamış olmasına rağmen Karasu’nun yazılarına bir yerinden edilmişlik ve farklılık hissi nüfuz etmiştir.”
Hafıza Kazısı, Ülker Gökberk, Metis Yayınları, sf. 312, 2023
Başka Tarih Mümkün müydü?-Ermeni Meselesine Dair Yazılar
Araştırmacı ve yazar Masis Kürkçügil 1947 yılında İstanbul’da dünyaya gelir. Bir dönem Edirne Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi'nde Ekonomi ve İstatistik dersleri veren Kürkçügil, Köz Yayınlarını kurar, ardından Yurt Ansiklopedisi'nde tarih koordinatörlüğü yapar. 1994 yılında Birleşik Sosyalist Parti'yi kurarak partinin bir süre genel koordinatörlüğü görevini üstlenir. 1996 yılında ise ÖDP’nin kuruluşunda yer alır ve partinin uluslararası ilişkiler sorumlusu olur. Kürkçügil, Yazın yayınevini işletmenin yanı sıra Ermeni tarihi üzerine araştırmalar yapmaktadır.
Masis Kürkçügil’in Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlanan Başka Tarih Mümkün müydü?-Ermeni Meselesine Dair Yazılar isimli eseri, Anadolu coğrafyasındaki Ermenilere politik ve tarihi bir perspektiften bakıyor. Ermenilerin bu topraktaki kadim geçmişine, Osmanlılar ile olan ilişkilerine ışık tutuyor. Keza II. Meşrutiyet’in ilanından önce Osmanlı siyasetinde Ermenilerin rolüne, İttihat ve Terakki Fırkası ile Ermenilerin ilişkilerine, önceleri Abdülhamid rejimine karşı omuz omuza mücadele eden Türkler ve Ermenileri, 1915’e götüren olaylar silsilesine değiniyor. Hınçakların ve Taşnakların kuruluş serüveni ve eylemleri de kitabın içinde yer alan konular arasında yer alıyor.
Kürkçügil, Ermeni meselesine titiz ve tarafsız bir tarihçi olarak yaklaşıyor. 1915’te neler olduğunu masaya yatırırken, 1915’in arkasında yer alan tarihsel gerçekliğe ve dönemin siyasi portresine de ışık tutuyor. Başta İttihat ve Terakki’nin önderleri olmak üzere 1915’teki olayların sorumluluğuna sahip olan Osmanlı devlet adamlarını ele alıyor. Ermeni siyasi tarihinden kimi figürlerin portresini de okurla paylaşıyor.
Başka Tarih Mümkün müydü?-Ermeni Meselesine Dair Yazılar, Masis Kürkçügil, Ayrıntı Yayınları, sf. 208, 2023
Dünlükler
Onur Çalı uzun zamandır Parşömen Sanal Fanzin isimli internet mecrasını yayına hazırlıyor, edebiyatseverlerle buluşmasına vesile oluyor. Parşömen Sanal Fanzin ise muhtevasındaki kıymetli içerikle her gün daha fazla takipçinin okuduğu bir mecraya dönüşüyor.
Onur Çalı Parşömen Sanal Fanzin’in yanı sıra çeşitli dergi ve sitelerde yazılarına ve öykülerine rastladığımız bir yazar ve çevirmen. Eksik Yıl (2012), Geçen Sene Doğanlar (2014), Huma Kuşları (2015), Kaplumbağa Makamı (2019) gibi öykü kitapları, Başak Çetin’le birlikte yazdığı Ahiku Dünya (2013) bir şiir kitabı ve kendisine Vedat Günyol Genç Deneme Yazarı Ödülünü getiren Sonra Hayat (2021) isimli bir de deneme kitabı bulunuyor.
Onur Çalı, Parşömen Fanzin’de Dünlükler başlığı altında yayımladığı güncelerini bu defa İthaki Yayınları etiketiyle kitaplaştırdı. Çalı’nın Dünlükler adı verdiği denemeler, yıllardır her gün tuttuğu günlüklerden seçkileri içeriyor. Çalı ise uzun zamandır günlük tuttuğunu, bu notlar bir önceki güne dair olduğundan, bu denemelere “dünlükler” adı vermenin daha doğru olduğunu düşünüyor.
Ancak gelişigüzel denemeler değil, Çalı’nın Dünlükler’de okura ilettiği; aksine belli bir kurgusu ve planı olan, bununla birlikte Çalı’nın öykücü üslubundan biraz daha farklı yazılar…
“Kimi içe doğru atar adımlarını, kimi dışa. Adımlarının her biri sağda solda bir yerleri işaret ediyor gibidir. Kimisi uzun ve ağır adımlarla yürür. Kimi küçük ama hızlı adımlar atar. Başka biri de çıkar, kısa ve ağır adımlarla arşınlar yeryüzünü. Kimi yürürken konuşur kendisiyle. Kimi sağa sola selamlar vererek yürür. Yürürken telefonla konuşmayı sevenler de vardır. Başını önünden kaldırmadan, adımlarını izleyerek yürüyenlere de rastlanır. Kimi Ford Taunus gibi yaylanarak yürür, kimi içinden (kimisi de bencileyin dışından) şarkı türkü söyleyerek...
Dünlükler, Onur Çalı, İthaki Yayınları, sf. 128, 2023
Fahim Bey ve Biz
Türkiye edebiyat ve basın tarihinin maruf simalarından biri olan Abdülhak Şinasi Hisar (1887-1963), edebiyata dönemin hatırlı dergilerinde çıkan şiir, kitap eleştirisi yazılarıyla adım atar. Kendisine edebi mahfillerde asıl ününü ise 1921 yılında İleri ve Medeniyet isimli gazetelerde yazdığı yazılar getirir. Bunu Varlık, Ülkü ve Türk Yurdu dergilerinde yayımlanan yazıları takip eder.
Edebi üslubunda Meşrutiyet kuşağı edebiyatçıların izleri bulunan Hisar, metinleri boyunca geçmişin izini sürer. Bu açıdan Hisar’da, çayda eriyen bir madlen tadıyla ve ıhlamur kokusuyla geçmişe giden Proust’un izleri görülür. Keza onun metinlerinde de evler, sokaklar, eşyalar, karakterleri geçmişe götüren bir zaman makinesi işlevi görür. Hisar bunu yaparken kimi zaman nostaljiye senalar düzer. Bu açıdan hüzün vardır satır aralarında. Zamanın tek yönlü oluşuna dair esef vardır. Metinleri benzer duyguları ihtiva eden Tanpınar’dan farklı olarak geçmiş ile bugüne dair bir terkip isteğiyle değil bizatihi geçmişin özlemiyle doludur Hisar. Fahim Bey ve Biz (1941), Boğaziçi Mehtapları (1942), Çamlıca’daki Eniştemiz (1944), , Boğaziçi Yalıları(1954), Geçmiş Zaman Köşkleri (1956) onun en meşhur eserlerindendir.
1942 yılında CHP Roman Yarışması'nda üçüncülüğü kazanan Fahim Bey ve Biz ise Hisar’ın edebiyat çevrelerinde tanınmasına sebep olan eserlerinin başında gelir. Fahim Bey ve Biz, çağa ayak uyduramayan, geçmişe takılı kalan, bu sebeple hayata tam anlamıyla tutunamayan, hayalleriyle hayatı arasında engin bir kopukluk bulunan, toplum tarafından tuhaf karşılanan ve sonunda büyük çıkmaza giren Fahim Bey'i ve onun hikayesini anlatır. Hisar, bu eserinde birtakım şahsi anılarına, otobiyografik öğelere yer verir.
Fahim Bey ve Biz , Abdülhak Şinasi Hisar, Everest Yayınları, sf. 212, 2023
Anneliğin Sıra Dışı Tarihi
Yüzyıllar boyu tarihçiler annelik mefhumunu yok saydılar, bu konuda yazılanları, günlükleri ve notları ciddiye almadan bir erkekler tarihi inşa ettiler. Keza Kutsal Kitaplar anneliğe senalar düzerken, ideolojiler de anneliği kutsallaştırdılar, bir kadının varoluş sebebini salt anne olmakla açıkladılar. Azınlık bir edebiyatçı taifesi dışında hamilelik sürecinde kadınların yaşadıklarından, anneliğin ikircikli yapısından bahseden olmadı.
Üstelik yalnızca erkekler değil, eli kalem tutan kadınlar da eserlerinde ekseriyetle anneliğin pembe taraflarını kayıt altına aldılar. Anneliğin karanlık tarafı uzun zaman görmezden gelindi. Sanki biri annelikte yaşadığı zorlukları anlatsa, her şeyin büyüsü bozulacakmış gibi…
Oysa annelik dikenli bir gül bahçesiydi. Zaman zaman dikenleri acıtan ama her şeye rağmen güzelliklere gark olan… İyi yanları kadar zorlukları ve çıkmazları da konuşulması şart olan.
Sarah Knott, yüzyıllardır göz ardı edilen annelik mefhumunu iyisiyle kötüsüyle mercek altına alıyor. Ve bunu yaparken tarihi bir şuurlar hareket ediyor. Geçmişten bugüne toplumların ve ideolojilerin anneliğe bakışını, annelik bahane edilerek kadınların özel alanlara nasıl hapsedildiğini anlatıyor. Bu amaçla çeşitli zamanlardan ve coğrafyalardan kadınların tuttuğu günlükleri, mektupları, giysi ve eşyaları, mahkeme kayıtlarını inceliyor, kişilerin deneyimlerinden anneliğin mahrem tarihine dair alternatif bir metin üretiyor.
Anneliğin Sıra Dışı Tarihi , Sarah Knott, çev.Merve Öztürk, Mundi Yayınları, sf.320, 2023
Mehmet Rauf’un Anıları
Edebiyatımızda ilk psikolojik roman olarak anılan Eylül’ün yazarı Mehmet Rauf (1875-1931) İstanbul'da dünyaya gelir. Akranlarına göre sıkı bir tedrisattan geçen Rauf, İngilizce ve Fransızca öğrenir. Küçük yaştan itibaren Avrupa edebiyatını yakından takip eder. Fransız yazar Paul Bourget'nin yanı sıra Türkçe edebiyatta Halid Ziya’dan bir hayli etkilenir.
Mehmet Rauf, ilk hikayesini 16 yaşındayken kaleme alır. Hatta bu hikaye Halit Ziya Uşaklıgil‘in İzmir’de çıkardığı “Hizmet” gazetesinde yayınlanır. Daha sonra ise 1896 yılında Servet-i Fünûn'da yazmaya başlar. Mehmet Rauf bu yazılar sayesinde tanınmaya başlar.
Takip eden yıllarda roman, hikâye ve tiyatro türünde eserler verir. Metinlerinde psikolojik tahliller oldukça baskındır. Tıpkı Halid Ziya gibi Mehmet Rauf’un romanlarında da ekseriyetle İstanbul ve çevresinde yaşayan seçkin aileler ve bu aile fertleri arasında vuku bulan aşklar konu edilir. Rauf, Servet-i Fünûn romanının Halid Ziya’dan sonra ikinci önemli ismi olarak edebiyat tarihimizde yer alır.
Mehmet Rauf’un Anıları, Mehmet Rauf’un çocukluğundan itibaren hayatını, edebiyat ile tanışmasını ve yazar olmaya dair duyduğu hevesin kaynaklarını anlatmasıyla başlıyor. Bir döneme damgasını vuran Edebiyat-ı Cedide’yle olan mesaisi ve edebiyat dünyasından kişilerle olan ilişkileri de kitabın ilerleyen satırları arasında yer alıyor. Keza Rauf, eserlerinin, bilhassa Eylül’ün yazım sürecini de okurla paylaşıyor.
Kitapta 20. yüzyılın başındaki edebiyat ortamı anlatılıyor ve edebi mahfillere damga vuran kimi şahsiyetler de boy gösteriyor. Keza Mehmet Rauf’un Halit Ziya ile tanışması, aralarındaki hukukun aldığı seyir de bu iki yazarın okurlarının ilgisini çekecek metinler arasında yerini alıyor. Halit Ziya’nın yanı sıra, Recaizade Ekrem Bey, Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin Bey ve Hüseyin Cahit de kitapta anlatılan portrelerden bazılarıdır.
Mehmet Rauf’un Anıları, Yay.haz. Rahim Tarım, Yapı Kredi Yayınları, sf.224 , 2023
Temizlik Günü - Minik Yardımcılar Kitap Açıklaması
Çocuklara bazı sorumlulukları öğretmek zordur. Bu zorluğa rağmen onlara oyun oynamaktan ve koşturmaktan başka bir hayatın da olduğunu anlatmak, yetişkinlerin dünyasına adım atmadan önce bu dünyayı tanıtmak gerekir. Bunun için yetişkinler ve çocuklar arasındaki sınırlar kaldırılmalı, çocuklara bazı deneyimler kazandırılmalıdır. Anne ve babalar çocuklarını günlük rutinlerine, mesela evde yaptıkları işlere dahil etmelidirler. Bu yolla onlara hem sorumluluk almayı, hem de dayanışmayı öğretebilirler.
Ancak kimi zaman çocuklar anne ve babaların işlerinin oyunlarını oynamak yerine bu işleri gerçekten yapmayı yahut bu deneyimde yer almayı arzulamamakta, oyun oynama konforundan uzaklaşmaktan çekinmektedir. Böyle durumlarda onları zorlamak yerine ev işlerini veya küçük sorumlulukları eğlenceye dönüştürmenin yolları aranmalıdır.
Temizlik Günü, çocukları evdeki küçük sorumluluklarla tanıştırmanın, onlara, zorlanmadan yetişkinlerin dünyasına adım atabilecekleri eğlenceli bir okuma deneyimi sunuyor. Metinlerin yanı sıra Geroge Birkett tarafından yaratılan resimlerle kitap, çocukların ilgisini çekmenin yanı sıra onları iletişim kurma, empati yapma ve dayanışmaya da yönlendiriyor.
Temizlik Günü - Minik Yardımcılar Kitap Açıklaması, Kolektif, İş Bankası Kültür Yayınları, sf. 24, 2023