Murathan Mungan’ın sinema üzerine denemelerinden, Thoreau’nun Walden'ına...
Merve Küçüksarp Haftanın öne çıkan kitaplarını yazdı. Murathan Mungan'ın Işığına Tavşan Olduğum Filmler adlı deneme kitabı şairin sinema üzerine denemelerini içerirken, Thoreau’nun Walden'ı Mahir Ünsal Eriş çevirisiyle okurla buluşuyor.
Osmanlı’dan Erken Cumhuriyet’e Hayvan Katliamları ve Himaye-Kediler, Köpekler, Kargalar
Hemen her gün, sokakta, caddede veya yaşadığımız mahalde bir hayvanla karşılaşıyoruz. İnsanların hunharca muamelesi karşısında yaralanmış, kör edilmiş, tekmelenmiş, uzuvları kesilmiş hayvanlara da rastlıyoruz zaman zaman. Gazetelerde ve sosyal medyada, hayvan katliamlarını, işkencelerini okuduğumuzda irkiliyor, insanoğlu ve insankızının ruh ikliminin ne denli dehşetengiz olabileceğini hayvanların akıbeti üzerinden okuyoruz. Ancak hayvanlara yapılan işkenceler üzerine ne kadar esef duyarsak duyalım, çoğu zaman kendimizle hesaplaşmaya girmiyor, hayvanları korumak üzerine yeterince sorumlu davranıp davranmadığımızı sorgulamıyoruz.
Oysa insanın içindeki safi kötülüğe dair bir tür turnusoldur hayvanlar. Onun içindeki, merhameti, sevgiyi, öfkeyi, gaddarlığı, sapkınlığı ya da kötülük istencini ortaya çıkabilir, bir insanın bir hayvanlarla olan mesaisi. İnsan denen varlık kendini gizleyebilecek sosyal meşkeler takabilirken başka insanlarla iletişime geçtiğinde, ki en kötücül olanı bile eğilimlerini koruyabilirken kibarlık kalkanıyla başka nazarlardan, hayvanlara karşı maskesizdir çoğunlukla. Hayvanlara eziyetin ve kötü davranmanın bir bedeli -çoğunlukla- yoktur. Güçlünün güçsüze zulmünün asırlar boyu süregelen hikayesinin tezahürüdür insanın hayvanlara yaptığı bütün kötücül edimler.
Diğer yandan bir kap yemek ya da su yahut sadece ilgi bekleyen bir hayvan kimi zaman onun merhametinin, iyiliğinin ve şefkatinin ortaya çıkması, “insan” olmanın kıvancını duyması için ala bir fırsat da olabilir. Ama şunu unutmayalım ki, hayvanlara karşı her birimiz sorumluyuz; kafeslere tıkıp seyir objesi haline getirenler de, sofralarımızı zenginleştirmesi için mezbahalarda adeta katledilmelerine razı gelenler de, hayvan katliamları karşısında kayıtsız haldekiler de… Unutmayalım ki, cehennemin taşlarını kötüler değil, kötülüğe göz yumanlar da döşer çoğunlukla.
Osmanlı’dan Erken Cumhuriyet’e Hayvan Katliamları ve Himaye, işte bu minvalde bizlerin hayvanlarla olan imtihanının tarihini soruşturuyor. İnsanların hayvanlara kötü davranmaya iten nedenlerin ne olduğunu soruşturarak başlıyor anlatı; ve bunun yalnızca küçük hayvanları avlayan ve büyük hayvanlardan tarafından avlanan atalarımızdan genetik olarak bize geçmiş bir intikam kodu olabileceğinden bahsediyor. Antik çağlardan bu yana filozofların ortaya attığı ve dini söylemin sahip çıktığı, doğanın ve bütün kainatın insanlık için var olduğu ve ona hizmete amade olduğu “eşref-i mahlukat” fikrinin de buna yol açmış olabileceği hakkında fikir yürütüyor. Ve bu kısa girizgahtan sonra Osmanlı topraklarına çeviriyor merceğini. Osmanlı tarihinde münferit vakalar olarak arz edilen hayvan katliamlarının hiç de öyle olmadığını, toplu katliamlar yapıldığını belirtiyor.
Osmanlı’da sürgün müessesine oldukça rağbet edilirdi. Toplumun huzurunu bozan suçlularÜ, serseriler, marjinaller ve de hayvanlar oldukları yerden uzaklaştırılır, sürgün, kimi zaman da tecrit edilirdi. Üstelik kimi zaman “medenileşme” adı altında yapılır, sürgün nesnesi zararlı olsun ya da olmasın, sokak ve caddelerin görüntüsüne zarar getiriyor algısı yaratılarak toplatılır, sürgün, ne yazık ki bazen imha edilir ve sokaklar ve caddeler “arılaştırılırdı”. Kargalar, kediler ve köpekler de mahallelerden uzaklaştırılan canlıların başında yer alırdı. Yöneticiler bu hayvanlara insan sağlığı ve huzurunu tehdit ediyormuşçasına adeta savaş açar, yaptıkları uygulamaların ahalide merhamet ve ya isyan uyandırmasını önlemeye çalışırlardı. Bilhassa II. Mahmut döneminden sonra hayvanlara karşı sistemli bir politika güdülmüştür. Bu bakış, Cumhuriyetin ilk yıllarında bazı seçkinler ve yöneticiler tarafından sürdürülmüştür.
“Dünyayı mevcut halinden biraz daha güzel kılan ne var diye sorsak eminim dikkate değer bir kesim buna hayvanlar diye cevap verirdi. Bu kısım insanlar, muhtemeldir ki evrenin tüm canlılarıyla birlikte güzel olduğunun farkında olanlardı. Ancak kabul edelim ki çoğunluk için hayvanların varlığını anlamlı kılan, insanın mutlak faydasıydı. Nitekim Salah Birsel’in tarihten referans alarak söylediği gibi “hayvan sevgisi insan yaşamında pek bir yer” tutmuyordu. Bu yüzden gün geçtikçe her köşe başında hayvanlar daha da sömürülüyor ve himayeye muhtaç hale geliyor. Buna karşılık hayvanların çektiği acılara, uğradıkları katliamlara oranla bir karşıtlık inşa edilemiyor.”
Ömer Obuz, Osmanlı’dan Erken Cumhuriyet’e Hayvan Katliamları ve Himaye isimli çalışmasında 19. Yüzyılın başından erken Cumhuriyet’e değin, bir imha politikası ile yaklaşılan hayvanların, ama bilhassa kedi, köpek ve kargaların maruz kaldıkları muameleyi mercek altına alıyor ve Osmanlı toplumunun hayvan meselesi üzerine şefkat ve nefret ekseninde karnesini meydana getiriyor.
Osmanlı’dan Erken Cumhuriyet’e Hayvan Katliamları ve Himaye, Ömer Obuz, İletişim Yayıncılık, sf. 208, 2022
Kurmacanın Yapısı
Gürsel Korat, Kurmacanın Yapısı isimli çalışmada, edebiyat tarihinin izini sürüyor ve eski çağlardan bu yana kurmacanın sözlü ve yazılı kültürdeki yansımalarını araştırıyor. Kurmacanın üç çağı olan, kahraman odaklı destansı anlatım, olay odaklı anlatım ve karakter odaklı anlatımın tarihsel gelişimini, sözlü ve yazılı hikaye anlatma geleneğini mercek altına alıyor.
Korat’ı bu çalışamaya iten ise 2007 yılında dramatik yapı analizi üzerine dersler verdiği sırada, Walter J. Ong’un Sözlü ve Yazılı Kültür isimli kitabında, belleğe dayanan sözlü kültür ve belleği yazıya aktaran yazılı kültür diye iki bölüme yer vermiş olmasının zihninde uyandırdığı yankılar… Bu yankıların eşliğinde sözlü ve yazılı kültür üzerine araştırma yaptığında matbaanın bu iki alanı birbirinden kronolojik bağlamda ayırdığını, matbaa öncesi dönemde mitoslar, destanları, masallardan ibaretse ve sonrasında bu sözel kültürden uzun bir müddet uzak durulur. Korat bu bağlamda sözel ve yazılı kültürü oluşturan yapı taşlarını da eserinde anlatır.
Korat’ın çalışmasında not düştüğü bir mesele de, sözel anlatıda, hikayeyi anlatıcının jest ve mimikleri daha canlı kılarken, kelimelerin ve anlamların görsel karşılığı insanların daha cezbederken, yazılı anlatıda bunun olmadığını, insanların evrimsel olarak da görsel kültüre daha yatkın olmalarıdır. Bugün pek çoğumuzun uzun ve girift metinler okuyamadığı, daha ziyade tv izleyip internette dolaşarak vakit harcadığı günümüze, Korat’ın deyişiyle ise bu “gözel kültür” çağına bu denli kolay uyum sağlamamızın bir nedeni de görsel kültüre evrimsel yatkınlığımız olsa gerek!
Korat, bu bağlamda “bir kurmacayı nasıl anlatıyoruz” sorusundan yola çıkarak bu iki temel anlatım şeklinin kökenlerine, kurmaca tarihindeki yerine odaklanıyor. Bu bağlamda ilk çağlardan bu yana filozof ve yazarların sözel ve yazılı kültür üzerine yaptıkları değerlendirmelere yer veriyor. Bir kurmacanın nasıl anlatılageldiğini kimi zaman Batı Kanonuna atıf yaparak açıklıyor. Korat, edebiyatın yanı sıra sinema, resim ve heykel sanatlarındaki anlatım dilini masaya yatıyor.
Kurmacanın Yapısı, Gürsel Korat, Everest Yayınları, sf. 172, 2022
Walden
Daha önce Yürümek isimli kitabı Türkiyeli okurlarla buluşan Henry David Thoreau’nun anadilindeki ilk baskısını 1854 yılında yapan eseri Walden, Mahir Ünsal Eriş’İn çevirisiyle Can Yayınları etiketiyle yayımlandı.
Thoreau, doğa ile baş başa kalmak ve bu sayede tefekküre dalmak üzere gittiği Massachusetts civarında bulunan Walden Gölü’nün kenarında, kendi inşa ettiği bir kulübeye yerleşir ve burada iki sene boyunca doğaya ve insanın özüne dair gözlemlerde bulunur. Büyük şehrin gürültüsünden ve telaşından uzakta geçirdiği süre boyunca hayatın anlamını arar bir yandan. Hayatın anlamını ararken, insanın fazla eşyalarla, nesnelerle kendini zenginleştirdiğini zannederken nasıl fakirleştirdiğini, sadeleşmenin nasıl bir bilgelik ve erdem göstergesi olduğunu fark eder. Bunun yanı sıra insan, sırf toplum ona dayattığı için kendine ait olmayan arzular ve uğraşlar peşinde bir ömür vakfetmektedir. Başarı, moda, par gibi birtakım gelgeç hırslara kapılmak yerine kendini bu gibi dayatmalardan yalıtarak doğa ile bütünleşerek kendini bulmalı, keşfetmelidir. Zira yalnızlık ıssızlık değil, insanın derinleşeceği, hayatın anlamına dair arayışa çıkacağı bir yol arkadaşıdır. Nitekim Thoreau doğa ile bütünleşmişken düşünceleriyle çıktığı bu serüveni bu sözlerle ifade eder:
“Düşünerek, hem aklımızı koruyup hem de kendimizden geçebiliriz. Zihnin bilinçli bir çabasıyla eylemlerden ve sonuçlardan uzak durabiliriz; ve ister iyi ister kötü olsun her şey, bir sel gibi yanımızdan geçer gider. Biz bütünüyle Doğa’ya dahil değiliz. Ancak nehirdeki dalgaların karaya attığı odun parçası ya da gökyüzünden onu izleyen bir İndra olabiliriz. Teatral bir gösteriden etkilenebilir ama öte yandan beni daha çok ilgilendiren gerçek bir olaydan hiç etkilenmeyebilirim. Ben kendimi sadece deyim yerindeyse, düşünceler ve yakınlıklardan oluşan bir sahnede varlık bulmuş bir insan olarak tanıyorum ve tıpkı diğerlerinden ayrı durduğum gibi kendimden de ayrı durabileceğim mutlak bir ikiliğin farkındayım. Tecrübem ne kadar yoğun olursa olsun bir parçamın beni eleştirmek için var olduğunun farkındayım, sanki benim bir parçam değil de bir müşahit gibi tecrübemi paylaşmadan kayıt altına alıyor, söz konusu ha ben olmuşum, ha siz. Yaşamın oyunu –bu trajedi de olabilir- sona erdiğinde izleyici kendi yoluna gider…”
Walden, Thoreau’nun kendini adeta bir denek olarak konumlandırarak, doğa ve insan ilişkisine, yalıtılmış bir dünyada insanın oluş hallerine ve hayatın anlamına dair kaleme aldığı bir eser aynı zamanda.
Walden , Henry David Thoreau, çev. Mahir Ünsal Eriş, Can Yayınları, sf. 251, 2022
Çocuk ve Ergen Çalışmaları: Çocuk, Ergen ve Bedeni
Yapı Kredi Yayınları tarafından okurlarla buluşturulan “Psikanaliz Defterleri” serisinin bu dokuzuncu kitabında, çeşitli uzmanların çocuk ve ergen kavramına dair yazıları bulunuyor. Çocuk ve bedeni kavramının psikolog ve psikiyatristler tarafından mercek altına alınmasına daha da ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde, kitap, konuşulmayan meseleleri ele alıyor, tabuları yıkıyor, neyin tabu olacağının neyin olmayacağını analiz ediyor. Ailelerin konuşmaktan çekindikleri meseleleri cesurca konuşmaları gerektiği, Freud’un öne sürdüğü “bastırlan bir şeyin mutlaka geri döneceği” ilkesinden yola çıkarak vakalarla vurgulanıyor.
Kitaba, Elsa Schmid-Kitsikis “Beden ve Ruhsallık: Kuramsallaştırma”, Eglé Laufer
“İçsel Nesne Olarak Beden”, Talat Parman “Çocukluktan Ergenliğe Mastürbasyon”,
Neslihan Zabcı “Bedensel Ruhsal Gelişimde Kapsanma Eksikliği Olarak Hiperaktivite”,
Pınar Arslantürk - Ece Naz Ermiş “Fakat yara hiç iyileşmediğinden akmaya devam ediyor…”,
Türkü Şahin “Ergen, Beden ve Giysinin Sınırları Arasında: İğrence Dair Bir Deneme”,
Sezai Halifeoğlu “Spor Yapan Hayvan”, Alper Şahin “Ergenin Bedeni, Hastalıkları: Psikanalitik Psikosomatik Bir Bakış”, Diran Donabédian “Ergenlik Dönemi Psikosomatiğinde Duygulanımın Yeri, J.-C. Elbez “Ergenlik ve Kanser”, Myriam Boubli - Jean-Claude Elbez “Ergenlikte Hipokondri Bozukluğu: Bir İçselleştirme Çalışması mı?”, Myriam Boubli “Bebekleri Hastaneye Kaldırılan Annebabalarda Özdeşleşim Biçimleri ve Savunma Yöntemleri” ve Irène Nigolian “Ergenlik ve Psikosomatik” isimli yazılarıyla katkı yapıyorlar.
Çocuk ve Ergen Çalışmaları: Çocuk, Ergen ve Bedeni, Kolektif, Yapı Kredi Yayınları, sf. 184, 2022
Gece Kuşu ve Bir Yarasa Bir Kıza Aşık Oldu
Gazeteci ve öykücü Kenan Hulusi Koray’ın (1906-1943) kaleminden korku türündeki eseri Gece Kuşu ve Bir Yarasa Bir Kıza Aşık Oldu İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. Kenan Hulusi Koray, Serveti-i Fünun’da öykülerini yayımlatarak adım attığı edebiyat dünyasında önceleri fantastik edebiyat içerisinde değerlendirilecek eserler verir, daha sonra ise gerçekçi konulara yönelerek kaleme alır eserlerini. Dönemin “millici” diye nitelendirilen edebiyatçılarına ve edebiyatın bir ülkü uğruna sığlaşmasına tepki olarak doğan Yedi Meşaleciler topluluğunda yer alır. Topluluğun diğer önde simaları, Sabri Esat Siyavuşgil, Ziya Osman Saba, Yaşar Nabi Nayır, Muammer Lütfi, Vasfi Mahir Kocatürk ve Cevdet Kudret’tir.
Kenan Hulusi Koray, 27 yaşında Tifüs hastalığı yüzünden vefat edene dek beş öykü kitabı yayımlatmıştır. 1938 yılında gazete sayfalarında yer alan, 2004 yılında yeniden yayımlanan Osmanoflar isimli roman da kaleme almıştır. Kenan Hulusi Koray, ülkemizde hala tam anlamıyla bir edebiyat türü olacak kadar olgunlaşmayan korku türünün ilk örneklerini vermiştir. Gece Kuşu ve Bir Yarasa Bir Kıza Aşık Oldu isimli kitabı, Koray’ın korku türünün hatırı sayılır türü sayılacak i,ki öyküsünden meydana geliyor.
“Bir gün hepimizi ileride bekleyen ölüm, o kadar güzel olarak kanatlarını açmıştı ki, uyandıracak olsaydım, bu kanatların birdenbire havalanarak başka bir tarafa gideceklerini zannediyordum.”
Türk korku edebiyatının değeri geç anlaşılmış kalemi Kenan Hulusi Koray’dan, birlikte okunması oldukça manidar iki tekinsiz öykü: “Gece Kuşu” ve “Bir Yarasa Bir Kıza Âşık Oldu.”
Ülkemizde korku kültürünün önemli başvuru kaynaklarından Gerisi Hikâye podcast programını hazırlayıp sunan yazarlar Demokan Atasoy, Işın Beril Tetik ve Galip Dursun’un sonsözüyle...
Gece Kuşu ve Bir Yarasa Bir Kıza Aşık Oldu, Kenan Hulusi Koray, İthaki Yayınları, sf. 88, 2022
Ücret Patriyarkası
Silvia Federici, Marksist feminizm ve radikal feminizm ekolüne mensup bir yazar ve kuramcıdır. New York’ta bulunan Hofstra Üniversitesi’nde aynı zamanda sosyal bilimler dalında profesör titriyle dersler verir.
Federici feminizm alanında eserler üretmenin yanı sıra feminizmin başka bir alanına emek ile olan ilişkisine de değinmiştir. Bilhassa ev içi görülmeyen emek meselesinin hala büyük bir handikap ve muamma olduğu ve kadın emeğinin sömürülmeye devam ettiği günümüzde bu konudaki çalışmaları takdire değerdir. Keza ev içi emeğinin meşrulaşması ve bu emeğin paraya dönüştürülmesi üzerine, kendisinin de kuruluşunda görev aldığı 1970lerdeki Wages for Housework (Ev İşi İçin Ücret) örgütlenmesi üzerine kaleme aldığı Wage Against Housework isimli kitabı buna emsaldir.
Nitekim geçtiğimiz günlerde Sel Yayıncılık tarafından okurlarla buluşturulan Ücret Patriyarkası isimli çalışma, Federici’nin toplumsal cinsiyet bağlamında emek ve ücretlendirme politikalarına dair yazdığı yazılardan oluşuyor. 1970li yıllardan bu yana kapitalizmin güçlenmesinin altında kadınların evlerde görünmeyen emeklerinin olduğunu, evlerinde yalıtılmış haldeki kadınlar toplumsal örgütlenmenin önünde bir engel teşkil edeceğinden bunun toplumsal muhalefeti nasıl zayıflattığını, buna karşın çalışan kadınların da iş alanlarında, bilhassa fabrikalarda emeklerinin sömürüldüğünü ve eşit ücretten yoksun kaldıklarını anlatıyor.
Ücret Patriyarkası, Silvia Federici, çev. Reha Koldaşlı, Sel Yayıncılık, sf. 152, 2022
Işığına Tavşan Olduğum Filmler
Işığına Tavşan Olduğum Filmler, Murathan Mungan’ın sinema üzerine yazdığı denemelerden meydana gelen ikinci kitabı. Mungan bu kitaptaki yazılarla, okurlarda, film seyrederken kullanacakları farklı bir mercek oluşturmayı amaçlıyor. Bu mercek ki, izlenilen film, okurun zihninde ima ettiği putları kıran yahut o putları yalnızca allayıp pullayan bir bir sanat eseri olsun, okurda farkındalık seviyesini arttıran, görünenin altında yatan dünyalara dikkatini çekmeye çalışan bir mercektir.
Mungan, yazılarında dünya sinema tarihinde iz bırakmış yönetmenleri ve onların ünü kendilerini aşmış filmlerini ele alır. Bu filmlerde seyircinin dikkatsizce geçtiği sahneler hakkında aydınlatıcı bilgiler verir. Kimi zaman okura ayna tutar; kimi zaman da onun başka dünyalara girmesine olanak tanıyacak bir kapı aralar. Yönetmenlerin zamanı aşan atılımlarından bahseder. Angelopoulos, Tarkovski, Kurosawa, Antonioni, Coppola, Haneke, Parajanov Mungan’ın kalemine doladığı isimlerin başında yer alıyor.
Işığına Tavşan Olduğum Filmler, Murathan Mungan, Metis Yayınları, sf.264 ,2022
Meraklı Salsal-Pırpır Gölge Kim?
Timaş Çocuk kitaplarından çocukların keyifle okuyacakları bilişsel gelişimlerini olumlu yönde destekleyecek yeni bir kitap: Meraklı Salsal-Pırpır Gölge Kim?
Meraklı Salsal, meraklı ve iyi niyetli küçük bir salyangozdur. Kimi zaman yaramaz, kimi zaman da çok uslu davranmaktadır. Meraklı Salsal ailesi ve kardeşiyle birlikte yemyeşil bir ormanda yaşamaktadır. Ormanın içinde bütün gün bir oraya bir buraya ha bire dolanmakta, etrafı inceleyip araştırmaktadır. Meraklılığı ve araştırıcılığı sayesinde Meraklı Salsal ormanda ne gibi keşifler yapacak, hangi maceralardan geçecektir? Meraklı Salsak arkadaşlarını da yanına katarak girdiği bu orman serüveninden hangi deneyimlerle ayrılacaktır?
Çocukları öğrenmeye ve keşfetmeye özendiren eğlenceli bir hikaye…
Meraklı Salsal-Pırpır Gölge Kim?, Asiye Aslı Aslaner, Timaş Çocuk Yayıncılık, sf. 32, 2022