Nifas ekibiyle söyleşi: Annelik üzerine bir sorgu

Nifas ekibiyle söyleşi: Annelik üzerine bir sorgu
MaaPerform’un yeni oyunu Nifas'ı metnin yazarı Şirin Öten, oyuncular Burcu Gölgedar ve Süreyya Bursa ile konuştuk.

Abdullah EZİK


MaaPerform’un yeni oyunu Nifas, Zeynep ile asperger sendromlu eşi Mert’in bebekleri Ada’yı kaybetmelerinin ardından yaşanan birtakım meseleler üzerinden gelişir. Kendi içerisinde annelik, aile ilişkileri, normallik ve normalize etme gibi birçok farklı sorunu kuşatan oyun, aynı zamanda giriştiği sorgulamalarla izleyicilere hayata dair birtakım sordular yöneltmeyi de ihmal etmez.

Şirin Öten tarafından yazılan, yönetmenliğini Erdal Baran Şahin’in üstlendiği Nifas’ın oyunculuklarını Burcu Gölgedar (Zeynep), Süreyya Bursa (Mert), Umay Anadolu Kaboğlu (Özlem) ve Şirin Öten (Sevim) üstleniyor.

Nifas oyunu üzerine metnin yazarı Şirin Öten, oyuncular Burcu Gölgedar ve Süreyya Bursa ile konuştuk.

Nifas, ele aldığı mesele ve işaret ettiği sorunsallarla dikkat çeken, kendi içerisinde birçok konuyu tartışmaya açan bir oyun. Bu kadar kaotik bir ortamda Nifas’ı nasıl bir düşünce ile, hangi meseleleri tartışmaya açma niyetiyle kaleme aldınız?

Şirin Öten: Aslında bir kadın olarak sadece kendimden yola çıktım. Ben hiç doğum yapmadım, hatta çocuk sahibi olmayı da istemedim. Ancak her kadına yapılan uyarılara elbette maruz kaldım. Hiç çocuk sahibi olmak istemeyişim birçok insana inandırıcı gelmedi. Hatta travmatik bir durum olabileceğini, iç güdülerimi bastırdığımı, sonradan pişman olacağımı söyleyenler oldu. Bu telkinler bir süre sonra benim kendimi sorgulamama sebep oldu. “Ben neden hiç anne olmak istemiyorum? Gerçekten bastırdığım, örtmeye çalıştığım bir sorunum mu var?” gibi sorular sormaya başladım. Nedir bu sürekli söylenen, benim bastırdığım iç güdüler? Biyolojik yaşım geçince pişman olacak mıyım gerçekten? Bu sorular içimde büyüdükçe beni araştırmaya yöneltti. Bu konuda yazılmış çok az bilimsel ve tutarlı kaynak olduğunu, ortada dolaşan onlarca mesnetsiz bilginin birer tevatürden ibaret olduğunu fark ettim. Ataerkil toplum aile yapısını ve kadına yüklediği rolü sağlamlaştırmak için birçok mesnetsiz bilgi üretmişti ancak bilimsel veriler bununla örtüşmüyordu.

Çok sağlam temellere dayanıyormuş gibi görünen “annelik hissi, annelik iç güdüsü” gibi kavramlar tüm kadınların kimyasıyla oynuyor. Anne olan kadınlar, bu bilgiler ışığında anneliklerini inşa etmeye çalışıyor, olmayanlar kendilerini eksik hissediyor, olmak istemeyenler de kendilerinde bir tuhaflık olabileceği hissine kapılıyor. Okumalarım ışığında fark ettiğim bu durum beni kadınlarla sohbet etmeye yöneltti. Çevremdeki kadınlardan dinlediğim gerçekler, internette gerçek ismini saklayarak içini döken kadınlar, bana hamilelik ve lohusalığın karanlık tarafını gösterdi. Bir kadın “Hamileyim!” dediğinde, müthiş bir bayram havası yaratılıyor. Kadınlar bu bayram havasını bozmamak için gerçek duygularını, korkularını, alışma sürecinde yaşadıkları zorlukları bastırmak, gizlemek zorunda kalıyorlar. Çünkü toplum kendi varsayımlarına öyle sıkı bağlı ki, gerçek duygularını aleni yaşayan bir kadın yargılanmak, ayıplanmak tehlikesiyle karşı karşıya. Tüm bunları anladığımda bir yazar olarak anlatılmayanı anlatmak isteği beni tetikledi. Anne olmanın kutsal, toz pembe tarafı çokça anlatılmıştı ancak karanlık tarafı yok sayılıyordu. Artık bunun anlatılması gerektiğini düşündüm ve bundan on bir yıl önce oyunu yazdım. Şimdi filmlerde ve dizilerde ufak tefek dokunuşlar yapılsa da on bir yıl önce bu mesele benim için oldukça el değmemiş bir meseleydi.

Zeynep ve asperger sendromlu eşi Mert, evlilikleri, olaylara yaklaşımları, birlikte olma mücadeleleri ile dikkat çeken iki karakter. Öte taraftan hikâyenin arka tarafından her birinin farklı travmalarının olduğu bir süre sonra ortaya çıkıyor. Bu dar çemberde Zeynep ile Mert’i bir araya getiren, birleştiren, onlardan bir “aile” çıkaran (çıkar mı?) temel dürtü nedir? Nasıl bir aile söz konusu burada?

Şirin Öten: Elbette ben bir oyun yazarı olarak, anlatmak istediklerimi bazı göstergelerle ve eylemlerle örmek zorundaydım. Zeynep toplumun dayattığı rollerden bunalmış, kendi gerçeğini olduğu gibi yaşamak isteyen bir kadın. Mert’in asperger oluşu, Zeynep’in yorulduğu toplumsal anlamlardan ve yüklerden arınmış bir iletişim kurmalarına olanak sağlıyor. Zeynep, kadınlığını, anneliğini toplumsal normlara göre şekillendirmeyi reddetmiş. Ancak bu reddediş onun sürekli yargılanmasına sebep olmuş. Mert varoluşuyla bu toplumsal alt anlamlardan ve yargılardan uzak, onları kavrayamıyor.

Mert’in kafası sıfır ve birlerden oluşuyor. Hamile bir kadın gergin olabilir, korkması normaldir çünkü bunu kitaplar yazar. Onun için bu kadar basit. Ötesini sorgulamıyor. Elinde nesnel bir veri yoksa kimseyi suçlamak ve yargılamak onun için saçma. Ancak oyundaki diğer karakterler tüm varsayımlarını kendi yargıları üzerinden geliştiriyorlar. Aslında bana göre toplumun genel sorunu bu. Günümüzde biri doğru bir şey söylüyorsa bile, bundan daha önemlisi söyleyenin kimliği olabiliyor. Onun siyasi görüşü, yaşam tarzı hatta tuttuğu takım bile ne söylediğinden daha önemli hale gelebiliyor.

Böyle olunca da toplumsal alt anlamlar, onlarla ters düşmemek için söylenen iyi niyetli yalanlar müthiş bir iletişim karmaşasına yol açıyor. Zeynep zeki ve entelektüel bir kadın olarak bu karmaşadan yorulmuş, Mert’in yalınlığına ve yargısızlığına âşık olmuş. Gerçeğini filtrelemek zorunda kalmadan anlaşabiliyor Mertle ve yargılanmıyor, yadırganmıyor. Aslında topluma göre Zeynep de “Normal” değil, Mert de. Bu onların ortak kümesi. Diğer yandan oyunda bir asperger sendromlu karakter olmasının göstergesel olarak önemli olduğuna inanıyorum. “Normal” dediğimiz düşünce biçiminin ne derece sağlıksız olduğunu görünür kılmak için Mert’in bebeğin kaybı karşısında gösterdiği tavır bir kontrast oluşturuyor. Oyunda Mert’in krizlerini görüyoruz. Bu yüzden seyirci de tıpkı Özlem karakteri gibi Zeynep’in neden böyle bir adamla evlendiği sorusunu soruyor belki ancak, bu krizlerin üstesinden gelebilen tek kişi de Zeynep. Hatta Zeynep’in tükendiği noktada “Ada kayıp!” diyerek acısını en sade haliyle paylaşabildiği tek kişi de Mert.

Ada’nın yokluğu, bir ânda her şeyin ters yüz edilmesine olanak tanıyan, bastırılan tüm duyguları gün yüzüne çıkaran patlayıcı bir etki yapıyor oyunda. Bu yokluk, Mert, Zeynep, Özlem ve Sevim Hanım üzerinden neyi ortaya koyuyor; bastırılmış onca mesele/duygu, bu yokluk üzerinden kendisine nasıl bir anlam buluyor?

Şirin Öten: Bilinmezliğin insanda yorumlama isteğini tetiklediğine inanıyorum. Bir bebeğin beşiğinden bir anda kaybolması aklın sınırlarını zorlayan bir bilinmezlik. Herkesin aklı böyle bir durumda mantıklı bir cevap bulmaya çalışıyor. Bu cevabı bulmak öylesine önemli ki neyi kırıp döktüğünün bile farkında olmayabiliyor insan. Oyunda da tam olarak bu yaşanıyor aslında. Mantıklı bir cevap için herkes sonuna kadar birbirine yükleniyor. Mert hariç. O sadece üzülüyor ve yargı geliştirmeksizin durumu anlamaya çalışıyor. Diğer yandan böylesi bir bilinmezlik Mert’in krizlerinin tetiklenmesine sebep oluyor. Diğer karakterler yargılayarak ve saldırarak bu bilinmezlikle baş etmeye çalışırken Mert’in böyle bir düşünme biçimi olmaması onun nöbet geçirmesine sebep oluyor. Annelik meselesinin, kadınlar üzerinde yarattığı etkinin aslında bu yargılama, cevap bulmaya çalışma dürtüsüyle çok doğrudan bir bağı olduğunu düşünüyorum. Bence tüm toplumsal yargıların böyle bir temeli var. Dolayısıyla Ada’nın kaybolması belki de oyunda sadece bir varsayım. İnsanın nasıl toplumsal yargıların tuzağına düşmeye meyilli olduğunu görünür kılan bir varsayım.

Oyunda aynı zamanda Mert’in annesine (Sevim Hanım) hayat veriyorsunuz ki bu karakterin de kendi içerisinde geçmişi ve oğlu ile arasında ciddi bir kopukluk söz konusu. Bu anne-oğul ilişkisi ve annenin oğluna yabancılığı üzerine gerek yazar gerekse oyuncu olarak ne söylersiniz?

Şirin Öten: Bu noktada yönetmenimiz Erdal Baran Şahin’den bahsetmek zorundayım. Çünkü benim oyun yazarı şapkamı çıkarıp, oyuncu şapkamı takmam bir hayli zor oldu. Oyuncu tarafına geçince kendi yazdığım Sevim karakterini yargılamaya, eleştirmeye hatta çok köşeli bulmaya başladım. Resmen oyuncu olarak yazara çamur attım. Karakteri yumuşatmaya çalıştım. Bu noktada Erdal beni durdurdu ve dramaturjik verilerle beni ikna etmeye çalıştı. Metinde değişiklik yapmama izin vermedi. İyi ki de vermemiş. Ben bir oyuncu olarak köşeli ve sert bulsam da Sevim gibi karakterler tam olarak yukarıda bahsettiğim toplumsal yargıların taşıyıcı kolonları. Ben ilk oyuna kadar Sevim’in gerçekliğini hep sorguladım ancak yönetmenimize teslim oldum. İlk oyundan sonra aldığım tepkilerden bu kadının ne kadar gerçek olduğuyla yüzleştim. Sevim annelik konusundaki eksikliğinden darbe yememek için kendine kabuklar örmüş bir kadın. Ne yazık ki toplumun annelik dayatmalarının önemli sonuçlarından biri, annenin çocuktaki bir hastalığın ya da anormalliğin müsebbibi olarak kendini görmesi şeklinde açığa çıkıyor. Sevim bu durum karşısında kendini korumaya almış ve oğlunun özel durumuna rağmen atalarından öğrendiği annelik rolünü hiç esnetmemiş. Oğlu normal olmadığı için atalarından öğrendiği annelik çalışmamış ancak Sevim bunu kabul ederse, tüm atalarına ihanet etmiş olacak. Bu ağır bir yük. Bu yüzden kendi yöntemlerini ısrarla Zeynep’e dayatıyor. Hatta normal ve sağlıklı bir çocuk doğurmuş olduğu halde Zeynep’in, Ada ile bağ kuramamış olması Sevim’i çileden çıkarıyor. Ben ilk oyuna kadar bu kadarını kabullenmekte çok zorlandım, kendim yazmış olmama rağmen bana çok sert geldi. Ancak yönetmenimizin karakteri esnetmemiş olmasından dolayı minnettarım. Oyun seyirciyle buluştukça Sevim’i hak vermesem de anlamaya başladım. Bu da benim için ilginç bir deneyim.

Oyunda iki farklı anne modeli de söz konusu: Ada-Zeynep ve Mert-Sevim. Burada söz konusu olan iki anne figürü arasındaki temel farkları nasıl düşünmek, ele almak gerekir? Zeynep ile Sevim hangi noktada birbirlerinden ayrılır/ayrışır?

Şirin Öten: Bana göre oyunda finalde adı geçen Ayşe’yi de sayarsak beş annelik modeli var. Zeynep, Özlem, Sevim, Sevim’in kayınvalidesi ve Ayşe. Ayşe finalde sadece adı geçen ve çocuk sahibi olmak isteyip olamadığı için acılar çeken bir kadın. Özlem, erken yaşta anne olup yaşadığı tüm zorlukları pozitif biçimde bastırıp, annelik konusunda uzman rolü oynayan bir kadın. Sevim yanlış bir annelik rolü inşa ettiği için oğluyla bağ kuramamış ancak bununla yüzleşmeyi reddeden bir kadın. Zeynep tüm duygu durumlarını, hiçbir kisveye bürümeye çalışmadan, anneliği anlamaya, kendi annelik yolunu bulmaya çalışan bir kadın. Özlem’in telefonda konuştuğu kayınvalidesi ise Sevim’in bir benzeri olmakla birlikte eşine şiddet uygulayan feodal bir evlat yetiştirmiş ve gelinini oğlunu yalnız bıraktığı için hâl hatır sormadan yargılayan bir kadın. Sevimden farkı oğlunun “Normal” olmasından kaynaklı elinin güçlü olması. Tüm bu kadınların farklı annelik modelleriyle bir bakış açısı yaratmaya çalıştım bir yazar olarak. Annelerimizin, anneliği nereden tuttuğu hepimizin tüm ömrünü etkiliyor bence. Oyunu yazarken asla anne olmanın kötü bir şey olduğunu söylemeye çalışmadım elbette. Ancak annelik kavramına yüklediğimiz anlamlar hem sağlıksız kadınlar hem de onların yetiştirdiği sağlıksız çocuklar olarak toplumu oluşturuyor diye düşünüyorum. “İyi anne” olmak herkesin kendi özel ve biricik yolculuğunun sonunda ulaşılacak “iyi” neyse orası olmalı bence. Tüm kadınlara kendi öznel anneliğinin ya da anne olmak istememe hakkının teslim edilmesini canı gönülden diliyorum.

Zeynep, bebeği ile eşi arasında sıkışıp kalmış, o arada daha birçok şeyi idare etmek, dengede tutmak zorunda kalan bir karakter. Onun mücadelesi ve azmi bütün bir oyunu biçimlendiriyor. Zeynep karakterine çalışırken onu zihninizde nasıl tahayyül ettiniz role nasıl hazırlandınız?

Burcu Gölgedar: Dengeyi sağlamaya çalıştığı yer olarak sadece Mert’in kriz anlarını sayabiliriz. Onun dışında Zeynep’i, bazen acımasızca da olsa dürüstçe tepkilerini, isyanlarını, korkularını olduğu gibi gösterebilen biri olarak görüyorum. Asıl sıkışmışlığının da Mert ile bebek arasında değil, kendi anne-bebek ilişkisini, kendinin bulmasına izin verilmeyişinden doğduğunu düşünüyorum. Bu korkusunu da tek anlayan Mert. Zeynep’i yargılamadan, manipüle etmeden, ders vermeden olduğu gibi dinleyen tek kişi o, ve bu çok güçlü bir bağ kurulmasını sağlıyor. Ada kaybolduğunda, Zeynep’in önceliğinin Mert’in krizini engellemek olması, tek dayanağını da korumaya ihtiyaç duyması olarak yorumlanabilir.

Zeynep, bir noktada bütün karakterleri dengeleyen bir karakter olarak değerlendirilebilir. Mert, Özlem, anne... Hepsi Zeynep ile ilişkileri üzerinden oyunda anlam ve yer buluyor. Tüm bu karakterlerin ortasında Zeynep nasıl bir bütünleştirici değere sahip?

Burcu Gölgedar: Oyundaki kadın karakterlerin hepsinin annelikle ilgili bir yarası var. Zeynep’in kopukluğu, açıkça, dürüstçe kabul ettiği bocalayışı onların yaralarını tazeliyor ve bu kendi içlerinde veremedikleri savaşı Zeynep’e yöneltmelerine sebep oluyor. Aslında birleşilen tek yer herkesin annelik üzerine hırpalanıyor olması. Hem kendi içlerinde verdikleri savaş, hem de maruz kaldıkları bir şiddet bu baskı. Çünkü Özlem çok genç yaşta anne olmuş ve hayatından çok ödün vermiş bir kadın, bu yüzden Zeynep’in açıkça yaptığı sorgulamalar onun için çok tehlikeli sular. Sevim de asperger oğluyla hiçbir zaman istediği bağı kuramamış, yetersiz ve eksik hisseden bir anne. Bu eksiklik hissini örtmeye çalışma yollarından biri de Zeynep’e annelik dersleri verme çabası belki. Zeynep’in bir denge ilişkisi kurabildiği tek kişi Mert. Onunla da karşılıklı bir denge kurduklarına inanıyorum. Biri gerçekten yıkıldığında onu kaldıran ya da beraber yıkılabilen bir çift onlar.

Zeynep, “kendisini bir türlü anne gibi hissedemeyen” bir karakter. Anneliğin bu derece sorgulanması özellikle günümüzde oldukça önemli/özel bir mesela olarak değerlendirilebilir. Zeynep’in anneliğe dair yürüttüğü tüm bu sorgulamalar kendi içerisinde ve onun karakterinde nasıl bir anlam taşıyor? Zeynep’i annelik hissinden bu denli uzaklaştıran nedir?

Burcu Gölgedar: Zeynep’in, anne-bebek ilişkisinin nasıl kurulması gerektiği konusunda ona baskı uygulayan insanlarla çevrili bir hayatı var. Dolayısıyla o “bir türlü anne gibi hissedemeyişin” temelinde, anne olmanın ne demek olduğuna dair pek çok kendinden emin ve değişmez görülen tanımlar arasında boğulmak yatıyor. Daha en başından ne hissedeceğini, ne kararlar alacağını, neyi ne kadar seveceğini başkaları söylemiş Zeynep’e. Bunlar başkalarının beklediği hızda, beklediği şekilde gelişmeyince de bir suçluluk hissi, yetersizlik hissi kocaman bir korku oluşturmuş Zeynep’te. Bu korku da sıkışmışlığı ve öfkeyi doğurmuş, Zeynep’in kendi anneliğini keşfetmesini, Ada’yla ihtiyaç duyduğu bağın kurulabilmesini engellemiş.

Asperger sendromlu bir karakter olan Mert, konuşmaları, tavırları, düşünceleri ile diğer karakterlere göre daha farklı bir yerde duruyor. Şüphesiz bu sendrom ve karakterin kendi içerisinde barındırdığı birtakım zorluklar ona dair bir oyunculuk çalışması yürütürken sizi de etkilemiştir. Mert karakterine nasıl hazırlandınız ve sizin için onun karakterini biçimlendiren temel mesele ne oldu?

Süreyya Bursa: Asperger sendromunda bir spektrum var. Spektrumun bir ucundaki insanlar, özel bakıma ihtiyaç duyarken diğer ucundakiler hayatın içine kolayca karışabiliyor ve Mert karakterinde olduğu gibi düzenli bir işe girip, aile kurup, çocuk sahibi olabiliyorlar. Kriz anları dışında, bu insanların birer aspie (asperger sendromuna sahip birey) olduğunu fark etmek neredeyse imkânsız. Oyuna çalışırken ilk olarak bu bilgiyle karşılaştım ve çok şaşırdım. İtiraf edeyim zorlandım da çünkü ön hazırlığımı Rainman’de Dustin Hoffman’ın canlandırdığı karaktere yakın bir yerden yapmıştım. Yazarımız ve rol arkadaşım Şirin, aspergerle ilgili bütün bildiklerini paylaştı. Provalar boyunca da yönetmenimiz Erdal’la birlikte çok yönlendirici oldular. Youtube’da yaşadıklarını kanalları üzerinden paylaşan çokça aspie var. Onların da çok faydası oldu tabii.

Ama karakteri sadece aspie olması üzerinden ele alamazdım. “Bir aspie ile tanıştıysanız, bir aspie ile tanışmışsınızdır” deniyor asperger ile ilgili olarak. Yani her biri kendine özgü, özgün karakterler. Mert özelinde odaklandığım nokta, gerçek ve yalan ile ilişkisi oldu. Mert pembe yalanları ve ikili anlamları anlamlandırmakta zorlanıyor. Gerçeği istiyor. Gerçeği öğrendiği sürece de her durumla başa çıkabiliyor.

Zeynep anneliği ne derece hissedemezse Mert babalığı o derece derinden hissediyor, yaşıyor. Onun Ada’ya bağlılığı, o ortadan kaybolunca gün yüzüne çıkan davranışları bunu daha keskin bir şekilde ortaya koyuyor. Bu noktada Mert nasıl bir baba figürü olarak ön plana çıkıyor?

Süreyya Bursa: Aslına bakarsanız Mert de babalığı pek derinden hissetmiyor. Hatta Zeynep’e şöyle diyor oyunun bir yerinde: “Normal erkeklerde de babalık hissi yokmuş, ben de herkes gibi baba olabileceğim yani.” Kendisinde babalık hissi olmadığının Mert de farkında. Ancak çocuğun kaybolmasıyla birlikte herkes birbirini suçlamaya ve biriken çatışmaları açmaya o kadar yöneliyor ki, Ada’nın kayıp olduğu gerçeğinden uzaklaşmayan tek karakter olan Mert, Ada’ya en bağlı kişi gibi gözüküyor. Mert’in krizini tetikleyen şey de, Ada’ya bağlılığından çok, mevcut durumu anlamlandıramaması oluyor. Ada Evden nasıl çıkar? Kapı zorlanmamış, pencereler kapalı. Yani belki kaçırıldı bilgisi gelse Mert’e; öfkelenirdi, üzülürdü yine ama krizi tetiklenmeyebilirdi.

Öte yandan, babalık meselesini çok önemsediği bir gerçek. Kızına kendisini adayacağına dair söz verdiği için kızının ismini Ada koyması mesela, bu durumun göstergesi. Bana kalırsa Mert, babalık meselesini, normal (asperger sendromu olmayan) insanlara yakınsama, onlar gibi olma fırsatı olarak da görüyor ve bu yüzden de babalığın hakkını vermeye çok kararlı. Tabii bu oyuncu olarak benim yorumum. İzleyiciye bu konuda daha farklı bir okuma yapabileceği alanlar verildiğini düşünüyorum oyunda. Özellikle duygusal bir okuma/alımlama alanının mevcut olduğunu kabul ediyorum.

Mert, geçmişinde birtakım travmaları olan, bunları tam anlamıyla atlatamamış bir karakter olarak ön plana çıkıyor. Annesi ile ilişkisi ve zamanla ortaya çıkan kimi sırlar bunu açıkça gösteriyor. Geçmişi ve travmalarıyla yüzleşmek Mert’i nasıl etkiler? Tüm bunlar Mert’i, karakterini ve yaşamını sizce nasıl şekillendiriyor?

Süreyya Bursa: Mert, sendromu sebebiyle fazlasıyla rasyonel bir karakter. Travmalar ise doğrudan hislerimizle bağlantılı. Duygusal anlamda normal insanlara benzememesi sebebiyle Mert, travmalarını da farklı sebeplerden, farklı şekillerde biriktiriyor ve yaşıyor. Oyun boyunca annesi ile olan mesafesinin, köpeği Zizi’nin kaybına ilişkin travmasıyla bağlantılı olduğunu öğreniyoruz. Tam da Zizi’nin kaybına benzer bir şekilde, kızı kayıpken, annesinin yıllar sonra gelen itirafı ile çok daha gergin anlar yaşanacağını bekleyebilir seyirci. Ancak Mert için o noktada önemli olan, kendisine gerçeğin söylenmesi. O oraya odaklanıyor. Spoiler olacak ama annesiyle arasındaki travmayı çözüme bağlayan şeyi, annesinin sonunda gerçeği itiraf etmesi oluyor.

Yalanla ilişki kuramıyor Mert. Belki şundan da kısaca bahsetmek iyi olabilir. Mert travmasının üstünü örtmüyor. Tersine travması, Zeynep ile ilişkilerinde sorun çözücü bir oyuna dönüşüyor. Bu da bana çok ilginç ve güçlü bir tavır gibi geliyor açıkçası.

Öne Çıkanlar