Sinan Eren Erk ve Derya Yücel: Şeffaflık, gerçekçi ve dirençli yöntemlerle edinilebilir

Sinan Eren Erk ve Derya Yücel: Şeffaflık, gerçekçi ve dirençli yöntemlerle edinilebilir
İlker Cihan Biner, güncel sanat dosyasının beşinci bölümünde, Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği (AICA) üyeleri Derya Yücel ve Sinan Eren Erk ile Türkiye'de güncel sanatın ahvalini, sanat kurumlarındaki şeffaflık ve demokrasi meselesini konuştu.

İlker Cihan BİNER


Artı Gerçek - Türkiye'de uzunca bir süredir kültür - sanat alanına iktidar kurumlarından yönelen müdahaleler, güncel sanat alanın halihazırda yapısal problemleriyle birleşince kültür üretimlerine katkı sunan; bu alanda yazan, eser üreten, düşünen insanlarla konuştuğumuz bir güncel sanat dosyası yapma fikri kaçınılmaz oldu.

Son zamanlarda etkisini gittikçe arttıran baskı ortamı ciddi boyutlara vardı. Sansürle karşı karşıya kalan küratörler, sanatçılar var. Geçenlerde ‘Kültür Sanat Alanına Ayrımcılığa Karşı’ adında yayınlanan anonim metin tam da bu sıkışmışlığa karşı bir yanıt niteliğindeydi.

Biz de dosya kapsamında sanatçılara, küratörlere, sanat eleştirmenleri/yazarlarına, sanat yayınlarındaki editörler dahil olmak üzere konuştuğumuz isimlere, Türkiye'de güncel sanat sahasında yaşanan zorlukları, sanat-politika ilişkisini ve daha pek çok şeyi sorduk.

Dosyanın beşinci bölümünde, Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği (AICA) üyeleri Derya Yücel ve Sinan Eren Erk ile Türkiye'de güncel sanatın ahvalini, sanat kurumlarındaki şeffaflık ve demokrasi meselesini konuştuk.

Küratör ve Sanat Yazarı Derya Yücel

'SANAT ORTAMINDA ŞEFFAFLIĞA İHTİYAÇ VAR'

AICA üyeliğiniz nasıl başladı? Hangi amaçla AICA'ya üye oldunuz?

Derya Yücel: Beral Madra’nın daveti ile 2006 yılında AICA TR üyesi oldum. Sonraki yıllarda da Fırat Arapoğlu ve Sinan Eren Erk başkanlıkları dönemlerinde toplam 6 yıl Yönetim Kurulu’nda görev aldım. AICA, sanat alanında mesleki ve profesyonel bir örgütlenme biçimi anlamında hala ilk ve tek dernek olarak işlev görüyor. Bu anlamda, derneğin sanat eleştirisi, sanat yazını, müzecilik, küratöryal çalışmalar alanlarında nitelikli üretimlerin hayata geçirilmesi, Türkiye’nin sanatsal üretimi ve birikimi üzerine bir bellek oluşturması, mesleki ilkelerin ve hakların belirlenmesi/korunması, uluslararası açılım kazanması gibi işlevlerinden dolayı üye oldum.

Sinan Eren Erk: AICA Türkiye’den biraz geç şekilde üniversite yıllarında haberdar oldum. Yüksek lisans eğitimim sırasında ise AICA’nın uluslararası yapılanmasını bu kez farklı bir ülkede inceleme şansım oldu. Türkiye’ye döndükten bir süre sonra yazdığım yazılar, katıldığım söyleşiler, küratörlüğünü yaptığım sergiler vb. şeyler giderek birikti ve 2018 yılında bu referanslarla AICA Türkiye’ye üyelik başvurusunda bulundum.

AICA Türkiye’ye başvurumun temel amacı, bence kültür sanat alanında artık neredeyse dezavantajlı sayılabilecek bir ülke içinde kısıtlanmış ama potansiyeline inandığım bir entelektüel grubun paylaşım alanına dâhil olmak istememdi. Çünkü bu tip birlikteliklerin, tüm üyelerini besleyebileceğine inanıyordum; buna halen de inanıyorum.

Bu benim için hem ulusal hem de uluslararası ölçekte gerek ifade özgürlüğü, muhalif duruş, eleştirel konumlanma, gerekse de entelektüel paylaşım için verimli bir zemin oluşturma ihtmali demekti. Bu yapının hem bir parçası olarak bu amaçlar doğrultusunda çalışmak, hem de tüm bu değerli insanların çalışmalarından yararlanmak, birlikte gelişmek, sorumluluk almak istedim. Sonrasında da zaten bir dönem yönetim kurulu üyeliğine ve ardındaki dönemde yönetim kurulu başkanlığına seçildim. Şu an ise yönetim kurulunda değilim; ancak bir üye olarak derneğe katkıda bulunmaya devam ediyorum.

Editör ve Sanat Yazarı Sinan Eren Erk

AICA’nın Türkiye'ye sanat eleştirisi anlamında ne gibi katkıları oluyor?

Derya Yücel: AICA TR, 1953 yılında ‘Sanat Tenkitçileri Cemiyeti’ adıyla kurulmuş bir sivil inisiyatif ve tüm dernekler gibi 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında kapatılmış. O döneme kadar zamanının sanat ortamı bağlamında ulusal pek çok sergi, konferans, yayın gibi üretimler gerçekleştirmiş, uluslararası iş birliklerini hayata geçirmiş, bunlar arşivlerde mevcut. 1992 yılında yeniden açılsa da bir süre yeterince faal olamamış ama 2003 yılında Beral Madra başkanlığında yeniden aktif hale gelmiştir. 2007’de Türkiye’nin önde gelen uzmanları ve kurumlarıyla iş birliği içinde müzecilik ve koleksiyonculuk üzerine workshop dizisi, IFEA ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi iş birliğinde Düşünce Üretme ve Tartışma Toplantıları Dizisi, 2017’de Bienaller üzerine uluslararası bir panel, 2019 yılında ‘16. İstanbul Bienali ile Antroposen Çağında Disiplinler arası Karşılaşmalar’ başlıklı uluslararası panel ve 2021 yılında pandemi döneminde çevrim içi uluslararası bir kongre organize ettik.

2013 yılında gerçekleştirdiğimiz ‘1980’den Günümüze Türkiye’de Görsel Sanatlar: Tanıklıklar ve Paylaşımlar’ başlıklı sanat alanına yönelik gerçekleştirdiğimiz en kapsamlı panel dizisini kitaplaştırdık.
Ve bunların dışında üyelerimizin pek çoğu sanat kurumlarıyla iş birlikleri içinde eğitim programları gerçekleştirerek sanat alanına yönelik yeni projelerin hayata geçebilmesi adına derneğe destek oldular.
Belirttiğim gibi arşivlerde de bulabileceğiniz tüm bu katkılar ve daha fazlası Türkiye’nin sanatsal üretimi ve birikimi üzerine bir bellek oluşmasına katkıda bulunuyor.

AICA olarak, yalnızca kültür ve sanat alanı değil toplumsal olarak daha geniş bir çerçevede kimi zaman farkındalık oluşturmak kimi zaman duyarlılık ortaya koymak ya da özgürlükçü ve eleştirel tepkileri dillendirmek ve dayanışma göstermek için tutum alma gibi bir sorumluluğumuz olduğunu da düşünüyoruz. Ancak unutmayalım ki Türkiye genelinde sanat yazarı, sanat eleştirmeni, sanat kurumu profesyoneli, akademisyen, müzeci, küratör olarak profesyonel üretim gerçekleştiren 130’dan fazla üyesi bulunan bir dernek olduğumuz için çeşitliliğin hassasiyetlerinin de farkında olmamız gerekiyor. AICA TR olarak, amaçlarımız ve ortaklıklarımız kadar farklılıkları da olan bir topluluk olduğumuzu düşünüyorum.

Sinan Eren Erk: Özgür bir ifade ortamının kültür sanat alanındaki gelişimin temelinde olduğunu düşünüyorum. Karşılıklı anlayışın, toleransın ve yapıcı eleştirinin olmadığı hiçbir topluluğun gelişebileceğine inanmıyorum. AICA Türkiye’nin konumu bu anlamda önemli bir yer tutuyor. Bu çoğunlukla akademisyenlerin, yazarların, küratörlerin, sanatçıların ve kültür sanat alanındaki farklı profesyonellerin hiyerarşik duvarlar olmaksızın bir araya gelebildiği bir topluluk. AICA Türkiye’yi üyeler arasında kimi zaman sertleşen tartışmaların dahi yaşanabildiği ama bunun bile yapıcı sonuçlara yol açtığı bir entelektüeller birliği olarak görüyorum.

Birbirinin dilini ve referans noktalarını farklı alanlardaki insanlardan daha iyi anlayan, bu nedenle ürettiği sözlü, yazılı ya da görsel her şeydeki eleştirel dili, birbirinden aldığı geri bildirimlerle doğru kurabilecek bireylerin katkıları, elbette kültür sanat ortamına da yansıyor. Bu kimi zaman siyasal erki veya toplumsal adaleti sorgulayan bir çerçeve içinde AICA Türkiye web sitesi üzerinde de bulunabilecek amaçları gerçekleştirmeye yönelik bir çaba. Derneğin veya dernek üyelerinin yazdığı yazılar, yaptığı konuşmalar, oluşturduğu etkinlikler hem bu tip bir direncin dayanak noktalarını oluşturuyor hem de bunlar üyelerin dayanışmasıyla birbiriyle bağlantılı ve konusu ne olursa olsun bütüncül bakışa sahip bir eleştiri havuzuna dönüşüyor.

Bunlara en güncel örneklerden biri Feshane Artİstanbul’da açılan “Ortadan Başlamak” sergisinin ardından yaşanan olaylara dair hem AICA Türkiye Yönetim Kurulu tarafından düzenlenen konuşmaların hem de aralarında benim de olduğum birçok üyenin bireysel çabalarıyla yaptığı yayınlardır. Kendi aralarında konuşan ve farklı bakış açılarını izleyiciye, okuyucuya, dinleyiciye taşıyan bu etkinliklerin tümü bir araya gelmesi Türkiye’deki kültür sanat ortamına dair bütüncül bir bakışı oluşturuyor. Bunlar aynı zamanda yerel yönetimlerden başlayarak tüm siyasi otoritelerin de toplumun nabzını tutmaları, kültür sanat ortamının reaksiyonunu izleyebilmeleri için önemli bir referans, göz ardı edilemeyecek bir eleştiri, bir kamuoyu niteliği taşıyor.

Sanat kurumlarında hangi açılardan bir şeffaflık ve demokrasinin olması gerekiyor? Sizce Türkiye’de sanat kurumlarında bu anlamda bir cemaatleşme mi var?

Derya Yücel: Düşünsel, çoğulcu, eleştirel bir sanat ortamının yaratılması için şeffaflık ve demokratik yaklaşımın en temel ilkelerden biri olması gerekliliği elbette tartışmasız bir gerçeklik.
Kurumlar kendi vizyon ve misyonları dahilinde yerel sanat ortamının gelişmesi, desteklenmesi, sürdürülebilir yöntemlerin olgunlaştırılması gibi sorumlulukları olduğunu da unutmamalıdır. Dolayısıyla bu sorumlulukları hayata geçirme noktasında hem yönetimsel olarak hem de iş birlikleri ve iletişimlerinde şeffaf ve demokratik olmak zorundadır.

Bu da yerel sanat ortamına karşı alınması gereken bir sorumluluktur. Ben 2004 yılından itibaren kurumdan bağımsız çalışan bir küratörüm. Dolayısıyla, Türkiye’de sanat kurumlarında bu anlamda bir cemaatleşme var mı sorunuza vereceğim net bir yanıtım yok. Çünkü kurumsal yapılarla proje bazlı iş birlikleri dışında sürekli bir ilişkim ya da bağım olmadı.

İçsel yapının işleyişiyle ilişkili deneyimim de yok. Sanat tarihine baktığımızda çok kısa bir tarih diliminde oldukça uzun bir yol alınmış olduğunu görüyoruz, ancak yine eleştirel bir pencereden baktığımızda tarihte her zaman içerilenler ve dışlananlar olduğunu da görüyoruz, dolayısıyla kurumlarla iş birliğinin kaçınılmazlığı ya da gerekliliğini inkar etmek çok inandırıcı değil, ancak bu ilişkileri niyetler üzerinden değil, sonuçlar bakımından değerlendirmek daha doğru olur. Yerel sanat ortamında cemaatleşme konusunda yalnızca kurumlar değil sanatçıların da küratörlerin de ve diğer sanat aktörlerinin de daha dürüst, açık sözlü ve samimi olması gerekir.

Sinan Eren Erk: Her şeyden önce, birer vatandaş olarak hepimizi temsil eden ve içinde Türkiye ya da Türkiye’deki bir kentin adı geçen tüm sanat kurumlarının sorumluluğunun diğerlerinden çok daha fazla olduğunu siyasal erke hatırlatmamız gerekli. Ancak bu durum diğer kurumların topluma bundan daha az sorumluluğu olduğunu göstermiyor elbette.

Son dönemde İstanbul Bienali’nin küratörünün kim olacağıyla ilgili yaşanan olaylar, Venedik Bienali Türkiye Pavyonu için belirlenen küratörün buna tepki vererek çekilmesi, bundan kısa süre sonra İstanbul Modern’in direktörünün kurumla yollarını ayırması, Feshane’de yaşananlara dair İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bana göre yetersiz açıklamaları; kurumlar söz konusu olduğunda şeffaflığın ve demokratik bir ortamın bütçelerden, bu yapılarla çalışacak sanatçıların, yazar veya küratörlerin seçim süreçlerine, yapılacak sergilerin içeriğinden kültürel politikaların oluşturulmasına kadar her konuda büyük bir gereksinim olduğunu gösteriyor.

Ben önümüzdeki aylarda bu konuda yeni örneklerin yaşanacağına, şeffaflığın gereksiniminin yeniden ve yeniden karşımıza çıkacak bir tema olacağına inanıyorum. Dolayısıyla son dönemdeki birkaç örnek bile kurumlar içinde kamplaşmaların ve belli bir gücü kontrol etmeyi amaçlayan bazı çıkar gruplarının varlığını işaret ediyor, hatta altını çiziyor. Ancak bu nepotik yapının yakın gelecekte tamamen yok olmasa bile sendeleyeceğini, sallanacağını ve yıkılmaktan korkarak değişmek zorunda kalacağını düşünüyorum. Elbette burada bir dernek olarak AICA Türkiye’ye ve üyelerine de eleştirel anlamda katkıda bulunmak için büyük iş düşüyor.

Yaşanan İKSV krizi ya da sanat kurumlarındaki anti-demokratik tutumlar ve Artİstanbul Feshane'deki 'Ortadan Başlamak' sergisine yönelik soruşturma dahil olmak üzere tüm bu sorunlar karşısında güncel sanat ortamında başka türlü örgütlenmelere ihtiyaç var mı? Sizce nasıl bir dayanışma gerekli?

Derya Yücel: Sanat kurumlarındaki anti-demokratik tutumları tüm kurumlara mal etmemek ancak yakın zamanda yaşadığımız vakaları yine o kurumların kimlikleri üzerinden okumamız gerektiğini düşünüyorum.

Yerel sanat ortamında sanatı ve sanatçıyı kurumsal ve ekonomik düzeyde temsil eden mekanizmalar uzun zamandır kamusal işleyişin özel sermayeye emanet ettiği -terk ettiği- bir alanda gelişti. Sermayenin kurumsal yatırımları ile beslenerek güçlenen bir çağdaş sanat ortamının mevcudiyetini görmezden gelmek inandırıcı olmaz. Yaşanan İKSV krizi ya da sanat kurumlarındaki anti-demokratik tutumların tümünü bu olguyla ilişkili buluyorum.

İktidar paylaşımı hem politik hem ekonomiktir dolayısıyla sermaye, politik açıdan uyumlu pozisyonunu finansal çıkarları için korumak durumundadır. Türkiye’de yerel sanat ortamında kimi zaman daha az belirgin olan ancak son yıllarda daha da agresif bir biçim alan anti-demokratik tutumlar, sansür, oto-sansür, sessizleştirme, sindirme, uzlaştırma mekanizmaları genel atmosferin bir yansıması.

Yine de sistemin içinden sistemi dönüştürme mottosu günümüzde hala mümkün mü tartışılır ama sistemi oluşturan bu bütün, yalnızca gücü elinde tutanın baskısında olsa da tamamen kontrolünde olamaz.

Bunu da unutmamak gerekir. Bir direnç meselesi bu, eleştiri kurumunun, etik ilkelerin, demokratik kontrol mekanizmasının ve diyaloğun kısırlaştığı bir sistemde işlerin çarpık yürümesi riski çoğu zaman ortaya çıkıyor. Yine de ana arter dışında alternatif bir hafızayı oluşturan yapılar, stratejiler, topluluklar, bireyler hep olur, vardır. Türkiye’de de böyle olduğunu düşünüyorum. Doğru pozisyon alındığında sanat mekanları ve kurumlar da bir direnme noktası gibi işlev görebilir ki elimizde kalan belki de son kamusal alanlar burasıdır. Dolayısıyla, farklı yöntemler, çeşitli yollar vardır ve sizin hangi minvalde yürüdüğünüzü bilmeniz yeterlidir.

Feshane'deki 'Ortadan Başlamak' sergisine yönelik soruşturma dâhil olmak üzere tüm bu sorunlar karşısında güncel sanat ortamında bir örgütlenme gördüğümü söyleyemeyeceğim ne yazık ki.
Yalnızca sosyal medyada yapılan siyah fon üzeri dişi metinle tepkisel bir cümle paylaşmak maalesef bana biraz naif geliyor.

Bu elbette benim kişisel görüşüm ama bu tür paylaşımlar hali hazırda çoğu bizlerle benzer dünya görüşlerini paylaşan ya da kendi kapalı gruplarımız içinde yapılan kısır dayanışmalar olma riski taşımakta ya da genele kıyasla çok az kişiye ulaşan etkisi de tartışılır bir refleks. Bir aradalık ve dayanışma göstermek elbette oldukça değerli, en azında kurumlar, kişiler ve organizasyonlar üzerinde bir etki uyandırmak, farkındalık oluşturmak gerekiyor. Ama nasıl?

İşte bunun cevabını yine gerçek anlamda, yüz yüze, fiziksel olarak bir araya gelinip yapılacak fikir alışverişleri. Bir parçası olduğunu varsaydığımız sistemin dönüşmesi ve aranan cevapların üretilmesi için bir araya gelme pratiğinin işlemesi elzemdir. Ama 2013 Gezi döneminde parlayan ve belki de tarihte ilk kez sanat ortamında çok sesli bir dayanışmanın olasılığını hissettik ancak sanatçı birliği buluşmaları gittikçe zayıflayarak yine ortak bir dayanışma formülü bulunamadan eriyip yok oldu. Körler ülkesinde güneşin doğuşunu anlatmak mümkün müdür? Öncelikle var olan gerçekliği görmezden gelmeden, anlamak gerekiyor, bunun için de hayalperest ve romantik değil gerçekçi ve dirençli bir enerjiye ihtiyaç var.

Sinan Eren Erk: Demokratik, şeffaf, adil, dayanışmacı ve çözümcü olduğu sürece alışılmış yapıların çeşitlenmesi ve yeni alternatiflerin oluşturulması bence sürecin doğası gereği bir zorunluluk. Kültür sanat alanının vizyonunu ve yöntemini günün gerekliliğine göre güncelleyen, fiziksel, çevrimiçi ya da başka şekilde tüm yasal örgütlenmelere ihtiyaç duyulduğuna inanıyorum. Her kafadan bir ses çıkması yerine, belli bir harmoni içinde ilerleyen çok sesli bir eleştirinin varlığının hepimiz için uygar bir yaşam demek olduğunu düşünüyorum.

Egolardan arınmış, kültür sanat kavramının kendisine olduğu kadar onun dokunduğu tüm alanlara da yönelen, birleştirici, kapsayıcı, nefretten uzak ama hakkını da sonuna kadar tüm yasal yöntemlerle savunan, direnen, eleştiren ve karşılıklı iletişimle ilerleyen bir dayanışma ortamından başka seçeneğimiz yok. Bu yöntemi benimseyen bireysel ya da örgütlü tüm çabalar, bizi daha da bağımsızlaştıran insanî çabalardır.

SİNAN EREN ERK HAKKINDA

Sinan Eren Erk, İstanbul'da 1985 yılında doğdu. Ortaokul ve lise eğitimini Galatasaray Lisesi'nde, lisans eğitimini İktisat alanında Marmara Üniversitesi'nde ve yüksek lisansını Küratörlük ve Görsel Sanatlar alanında NABA, Nuova Accademia di Belle Arti Milano’da tamamladı. 12. İstanbul Bienali'nde küratör yardımcısı, Documenta 13'te katılımcı / konuşmacı ve İstanbul Tasarım Bienali'nde Milano'da Adhocracy bünyesinde yine küratör yardımcısı pozisyonlarında çalıştı. Ulusal ve uluslararası projelerde bağımsız küratör ve sanat yazarı olarak çalışmaya devam eden Erk, sanatçı kitapları, kataloglar, basılı veya çevrimiçi farklı mecralar için yazı yazıyor, editörlük yapıyor. Aynı zamanda konuşmacı ya da moderatör olarak söyleşilere katılıyor, seminer ve eğitimler veriyor. "Sanat Dedikleri Tuhaf" Şey adlı bir podcast yayını da bulunan Erk, Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği AICA Türkiye üyesidir.

DERYA YÜCEL HAKKINDA

Küratör, sanat yazarı ve AICA Türkiye (Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği) üyesi. YTÜ Sanat Yönetimi lisansı (BA, 2006), YTÜ Müzecilik yüksek lisansı (MA, 2010) ve İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi doktorasını (PhD, 2022) tamamladı. 2004 yılından itibaren gerçekleştirdiği ulusal ve uluslararası çok sayıdaki küratöryel sergileri arasında “Save As” Milano Trienale Bovisa İtalya (2008), “28. Günümüz Sanatçıları İstanbul Sergisi” Akbank Sanat İstanbul (2009), ‘Nil Yalter’ Viyana Galerie Hubert Winter (2011), “Reunion...Buluşma” Sabancı Müzesi İstanbul (2015), BASE Yeni Mezunlar Platformu Sergileri (2017-2022), Nazlı Gürlek ve Fırat Arapoğlu ile birlikte 4. Mardin Bienali (2018) bulunmakta. Ayrıca, İBB Miras tarafından restore edilerek yeniden işlevlendirilen endüstri mirası “Cendere Sanat”ın danışmanlığı ve açılış sergisi “Akışın Tanığı” küratörlüğünü Ebru Yetişkin ve Marcus Graf ile birlikte Ekim 2022 tarihinde gerçekleştirdi. 2006-2017 yılları arasında İstanbul Kültür Üniversitesi’nde, 2009 yılından itibaren İstanbul Bilgi Üniversitesi Sanat ve Kültür Yönetimi Bölümü’nde öğretim görevlisi olan Yücel, Ocak 2015 tarihinden itibaren Sabancı Üniversitesi KASA Galeri’nin Sergi Projeleri direktörü olarak çalışmakta. Kitapları, Yeni Medya Sanatı ve Yeni Müzecilik (2012), Nil Yalter Sanatçı Monografisi (2013) İrfan Önürmen Sanatçı Monografisi (2015), Semiha Berksoy: Cataloque Raisonne (2017), Ali Alışır Sanatçı Kitabı (2019) ve Nadide Akdeniz Sanatçı Kitabı (2020), Fırat Engin Sanatçı Kitabı (2023) dışında çok sayıda sanatçı ve sergi katalogları, derleme kitaplar, basılı/dijital mecralarda sanat üzerine yazıları yayımlandı.

Öne Çıkanlar