Suat Derviş'in yeniden basılan eserlerinden Bertolt Brecht'in toplu şiirlerine, sekiz eserle bu haftanın öne çıkan kitapları
Devrimci Kadınlar Birliği kurucusu, Türkiye'nin öncü feminist yazarlarından Suat Derviş'in yeniden basılan eserlerinden Yeşil Gözlü Kız ve yedi farklı kitapla beraber bu haftanın öne çıkanları...
Merve KÜÇÜKSARP
İthaki Yayınları Suat Derviş külliyatına bir yeni eserle daha katkıda bulunuyor: Yeşil Gözlü Kız
Romanlarında ekseriyetle sınıfsal meseleleri ele alan ve dönemin sosyolojik portresini ortaya koyan Suat Derviş (1905-1972), yeni yayımlanan bu eserinde, modernleşen İstanbul’u masaya yatırıyor.
Konya’dan İstanbul’a trenle gelen Beyhan’ın gözünden değişmiş ama allanıp pullanmış görüntüsüne rağmen içi çürük kalmış bir grup insanın hikayesini anlatıyor. Bir yandan Beyhan’ın onların bu “modern” yaşantısına uyum sağlama mücadelesini, diğer yandan taşralı kalan, buna karşı değişmeye teşne çelişkili kadın kalbini, aşk ile olan imtihanını soluk soluğa okunacak bir serüven eşliğinde kaleme alıyor.
Türkçe edebiyatın en önemli kadın yazarlarından biri olan Suat Derviş bir kadının dönüşümünün ekseninde bir toplumun dönüşümünü, o her zamanki korkusuz sert üslubuyla anlatıyor.
Yeşil Gözlü Kız, Suat Derviş, İthaki Yayınları, sf. 240, 2023
Gözler Kanatlar Çiçekler Kuyruklar
Gastro ve PsikeART Dergilerindeki yazılarından tanıdığımız Deniz Gezgin, kültür tarihi ve mitoloji üzerine çalışan bir yazar. Bu konuda makaleler kaleme alıyor, öykü ve romanlarının nüvesini bu minvalde meydana getiriyor. Nitekim Hayvan Mitosları (2007), Su Mitosları (2009), Bitki Mitosları (2009), Ahraz (2012) Deniz Gezgin’in yayımlanmış eserlerinden bazılarıdır.
Deniz Gezgin doğa ve mitolojiden esinlenerek yazdığı yeni romanı Gözler Kanatlar Çiçekler Kuyruklar ile okurun karşısına çıkıyor bu defa.
Yaşamak ile ölmek arasındaki ince çizgide, yerkürenin derinlerine inen bir volkanın etrafında örüyor hikayesini, ölüm, dünya, varoluş gibi pek çok meseleye okurun dikkatini çekiyor.
“Mevsimlerin değiştiği, denizlerin dibe yüzdüğü, göçlerin tersine çevrildiği bir zaman... Dünyanın dört bir yanı yaşamsızlığın hükmü altına girmiş, yapay varlıklar çoğalırken her köşeye değişmeyen ölümcül bir işleyiş sinmiştir. Yine de anbean gelişigüzel bir hareket biçimlenip canlanır; dağlar, taşlar, sular ve uzuvlar yaşamı yaşanır kılacak kıpırtıyı canlı tutup kimseyi yolda bırakmazlar. İlk bakışta göze görünmeyen patikalar birbirlerine bağlanıp, uzayıp iç içe geçer, ağlar örerler.”
Gözler Kanatlar Çiçekler Kuyruklar, Deniz Gezgin, Can Yayınları, sf.96 , 2023
Ruhun parmak izi Mehmet Eroğlu
Issızlığın Ortası isimli ilk romanı ile 1979 Milliyet Roman Armağanına layık görülen Mehmet Eroğlu, 12 Eylül Darbesinin etkilerinin hafiflediği 1980li yılların ikinci yarısından itibaren roman, eleştiri ve senaryo dalında eserler kaleme alıyor. Milliyet Roman Ödülünün yanı sıra başta Orhan Kemal Roman Ödülü olmak üzere yazdığı roman ve senaryolar çok sayıda hatırlı ödüle layık görülmüş, son olarak 2022 yılında Erdal Öz Edebiyat Ödülü’nü kazanmıştır.
Mehmet Eroğlu şimdi de yeni bir roman ile okurlarıyla buluşuyor: Ruhun Parmak İzleri…
“Hayat edinmiş bütün insanların onulmaz bir hastalıktan mustarip olduklarına inanırım: Varoluşlarını anlamlandırma illeti. İster farkında olalım, ister olmayalım, insanın kendisiyle ilgili en önemli sorunu “gezegenin üstündeki varlığını anlamlandırma ve açıklama” konusudur. Ancak bu çabada göz ardı edilemeyecek bir zorluk var: İnsan ömrünün –bu kez hayat yerine ömür demeyi tercih ettim çünkü hepimizin bir hayatı yoktur– süreli olduğunu biliyor olmamız. Bu nedenle, yazgısının eninde sonunda ölüm olduğunu bile bile varlığını anlamlandırma merakıyla ürperen kişi, bir süre sonra, kendisininkini de içeren ama çok daha uzun ömürlü olduğunu bildiği başka bir şeyin, “insanlığın yazgısının” nereye varacağı konusunu gündemine alıyor. “Ben kimim, bu gezegenin üstündeki varlığımın anlamı nedir?” kaygısıyla başlayan araştırma, bizi ister istemez “İnsanlığın yazgısı nereye varacak?” sorusuna ulaştırıyor.”
Mehmet Eroğlu, Ruhun Parmak İzi, İletişim Yayınları, sf.370, 2023
Biz Hiç Değişmedik Gönül- Gönül Hürkuş Şarman’a Mektuplar 1953-1991
1914 yılında dünyaya gelen Gönül Hürkuş Şarman, havacılık tarihimizin efsane pilotlarından biri olan Vecihi Hürkuş’un üç kızından biridir. Avusturya Lisesi’nde bir dönem Türkçe öğretmenliği yapan ve 2015 yılında 91 yaşındayken hayata gözlerini yuman Gönül Hürkuş Şarman aynı zamanda Nezihe Meriç’in İstanbul Üniversite Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden arkadaşıdır.
Nezihe Meriç arşivinden çıkan mektuplardan yola çıkarak derlenen 'Biz Hiç Değişmedik Gönül- Gönül Hürkuş Şarman’a Mektuplar'da (1953-1991), bu iki kadın arasında uzun yıllar boyunca devam eden dostluğun izlerini sürüyor okur.
Büyük bir kısmı Ankara’dan Amerika’ya gönderilen mektuplar sıklıkla 1953 ile 1955 yılları arasında kaleme alınıyor, 1955’ten 1977 yıla değin mektuplar bir hayli seyrekleşiyor, yılda bir iki defa sıklığa düşüyor. Nezihe Meriç ve Gönül Hürkuş Şarman arasında kaleme alınan, Nezihe Meriç Arşivi’nde yer alan son mektup ise 1991 tarihli.
Kitapta, mektupların yanı sıra Nezihe Meriç’in kızı Aslı Şengil Buico’nun ve Gönül Hürkuş Şarman’ın kızı Tül Sayım’ın yazdığı yazılar, onların eklediği bazı dipnotlar ve Nezihe Meriç arşivinden alınan bazı fotoğraflar bulunuyor.
Okurların bir ömür boyu süren sağlam bir dostluğun yanı sıra Türkiye siyaset tarihinin en önemli ve sancılı dönemlerinin panoramasını da bulacağı bir eser…
Biz Hiç Değişmedik Gönül- Gönül Hürkuş Şarman’a Mektuplar 1953-1991, Nezihe Meriç, Yapı Kredi Yayınları, sf. 252, 2023
Bertolt Brecht -Bütün oyunları
Dünya tiyatro tarihinin efsane ismi Brecht’in kaleme aldığı tiyatro oyunları Bütün Oyunları adı altında Everest Yayınları tarafından derlenerek okurla buluşuyor. İlk cildi geçtiğimiz günlerde Firuzan Gürbüz Gerhold’un çevirisiyle yayımlanan bu eserde, Brecht’in epik tiyatro adı altında kaleme aldığı oyunlar yer alıyor. İncil, Baal (1919), Baal (1922), Adam Baal’in özgeçmişi, Gecede Trampet Sesleri, Düğün, Dilenci ya da Ölü Köpek, Şeytan Kovma, Karanlıktaki Işık, Balık Avı, Düzlik, Cangılda, Şehirlerin Cangılında eser içinde yer alan oyunlardandır
Kuşkusuz Bertolt Brecht (1895-1956) bugün tiyatro tarihinin en önemli isimlerinden biridir. Eserleri pek çok dile çevrilir, oyunları her dem sahnelenir. Hayattayken ve vefatından sonra her daim ismi şan ve itibar görür.
Brecht, bir topluluğa bir fikri yaymak amacıyla ortaya çıkan siyasi bir fikir ekseninde şekillenen epik tiyatronun gelişmesini, dönemin siyasi fikirleriyle sönümlenmeden bugünlere ulaşmasını sağlar. Zira eserin niteliği, siyasi amacının üzerinde, ötesindedir.
Brecht, hayatı boyunca hangi fikre inandıysa onu söylemekten ya da eserlerinin nüvesine katmaktan çekinmez. Daha lise yıllarında 1. Dünya Savaşı’nın gölgesi altında milliyetçilik propagandası yapılan okulunda “Anavatan için ölmek hoş ve onurludur,” diyen Horatius’un sözüne muhalif bir deneme yazar ve bu sözün yalnızca boş kafalıların rağbet ettiği bir söz olduğunu satırlarında belirterek okul yönetiminin dikkatini ve öfkesini üzerine çeker. Hakkında okuldan uzaklaştırma kararı verilen Brecht babasının nüfuzu sayesinde eğitimini tamamlar.
Brecht daha sonra Münih’te devam eder eğitim hayatına. Ludwig Maximillian Üniversite’sinde tıp, edebiyat ve doğa bilimi üzerine eğitime başlasa da, bir müddet sonra okulu yarım bırakmak zorunda kalır.
Brecht 1920li yıllardan sonra sanat çevreleriyle yakın mesaiye girer. Berlin’de dönemin edebiyatçılarıyla sık sık bir araya gelir. Berlin Alman Tiyatrosunda dramaturg olarak tiyatroya adımını atan Brecht, Münih Oda Tiyatrosu’nde çeşitli temsiller sahneye koyar. Nitekim 1922 yılında sahneye koyduğu Gecede Trampet Sesleri isimli oyun kendisine Alman şair, tiyatro oyunu yazarı Heinrich von Kleist’ın adını yaşatmak üzere verilen Kleist ödülünü getirir.
1920li yılların ortalarından itibaren Brecht’in politik kişiliği sanatçı kişiliğinin yanında yer almaya başlar. Artık Brecht kendisini bir komünist olarak tanımlamaktadır. Buna rağmen Brecht bir parti veya grup çatısı altına girmekten imtina eder. O siyasi fikirlerini insanlara ulaştırmak için sanatçı yönünü güçlendirir. Nitekim daha sonra yazdığı ve sahneye koyduğu eserleriyle izleyenlerin zihinlerine nüfuz etmeye, böylelikle toplumsal ve siyasi yapıyı dönüştürmeye çalışır. Bu açıdan Brecht kimi zaman sanatı ve edebiyatı araçsallaştırmaktan çekinmez. Ancak Brecht’i safi bir toplumcu yazar olarak değerlendirmek de doğru değildir. Zira o tiyatroya oyuncunun oyunun dışarı çıktığı, seyircinin duyguya kapılıp gitmesini önleyen bir yabancılaştırma efekti ekler ve bu bağlamda yeni bir yorum getirir. Böylece seyirci izlediği oyunu aklıyla özümseyerek yeni bir bilinç oluşturabilecektir. Nitekim bu Brecht’in tiyatrosunun alametifarikası olur.
Yazdıkları her ne kadar halk nezdinde takdir görse de, siyasi muhtevası yüzünden Brecht hayatı boyunca türlü bedeller öder. Oyunları yasaklanır, vatana ihanetle suçlanır, sürgün cezasına çarptırılır, vatandaşlıktan çıkarılır, Naziler tarafından eserleri yakılır. Ancak o vazgeçmez, hayatının sonuna dek yazmaya devam eder. Yıllar süren bir sürgünden sonra Berlin’e dönen Brecht, ömrünün son günlerini bu hazan şehrinde geçirir ve 1956 yılında dünyaya gözlerini yumar. İnsanlığa onlarca, belki de yüzyıllarca baki kalacak eserler bırakarak…
Bütün Oyunları 1, Bertolt Brecht, çev. Firuzan Gürbüz Gerhold, Everest Yayınları, sf. 648, 2023
İlgi Arayışı
Britanyalı psikanalist ve yazar Adam Phillips’in İlgi Arayışı isimli kitabı Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlandı. Freud ekolünden gelen Phillips bu eserinde de, ilgi arayışının hayatımızın üzerindeki hükümranlığını, ilgi nesnesinin psikanaliz ile ilişkisini inceliyor, zihin açıcı bir okuma deneyimi sunuyor.
Doğduğumuz andan itibaren dış dünyaya duyduğumuz ilgiyi tetikleyen birçok şey vardır. Eğitimimiz, ailemiz, yaşadığımız coğrafya çevremiz ve daha hesapta olmayan pek çok etken… Tüm bunlar yavaş yavaş yoğurur bizi, ilgilerimizden mürekkep kişiliğimize şekil verir. Dahası hayatımızdaki pek çok şeyi ilgimizin seyri belirler. Dikkatimizin dümeni de ondandır zaten mütemadiyen. Neye ilgimiz varsa dikkat kesiliveririz. Dikkat verdiğimiz şeyin bedelini ödemeye ise teşneyizdir. Kimi zaman da çekimine kapıldığımız, ilgimizi kaptırdığımız şeyin/kişinin/eylemin bağımlısı oluruz.
Günümüzde ise hiç olmadığı kadar çok şey tarafından ilgimiz cezbedilmeye çalışılmaktadır. Hele internet ortamında… Bu nicelikte bir şeyin çekimine kolay kolay kapılmayız. Diğer yandan günde yüzlerce hatta binlerce imge ve sembol dikkatimizi vermesek de bilincimize giriş yapar ve bilincimize sızan bu imgeler, semboller pey a pey ilgimizi değiştirip dönüştürür.
Bununla birlikte öyle bir zaman gelir ki, hayata ve etrafımıza duyduğumuz ilgi kaybolabilir. Yahut ne istediğimizi, ilgimizin neyin çektiğini fark etmeyebiliriz. Böyle durumlarda dikkat çekme isteği ortaya çıkar kişide. Dikkat çekme arzusu bir çeşit sosyalleşmedir, başkalarıyla etkileşim haline girmek ve böylece başkalarının dünyasına adım atarak kendi isteğimizin ilgimizin ne olduğunu bulma arayışıdır. Hatta sosyalleşme ediminin kendisi dikkat çekme arayışıdır.
İlgimizin -kısa vadede- dağıldığı başka bir durum ise bireyin utanç duyması halinde gerçekleşir. Utanç, “Kendimi görmek istediğim gibi ya da başkasının beni görmesini istediğim gibi göremiyorum” inancından alır membaını. Kişi kabuğuna çekilir ve etrafına dair duyduğu ilgiyi kaybeder. Kendisi için neyin iyi neyin kötü olduğu fikrini de kaybeder aynı zamanda. “Utanç benliğin bir tür etnik temizliğidir.” Kişi çevreye duyarsızlaşır bu yüzden.
İlgi duyduklarımız ve ilgi duymadıklarımız kişiliğimizi şekillendirir. Kendimize dair fikirlerimiz ve zevklerimiz kim olduğumuzu yansıtır. İlgi bir nevi bir kimliktir. “Bana ne ile ilgili olduğunu söyle sana kim olduğunu söyleyeyim,” diyebileceğimiz kadar kimliğimizin bariz bir göstergesidir. Çocukluktan yetişkinliğe adım atarken ilgi alanlarımızı keşfeder, keşfettiğimiz ilgilerimizin peşinden gider, ona göre bir hayat tesis etmeye çalışırız.
Ne var ki ilgi arayışımız ailemiz ve ya çevremiz tarafından törpülenebilir de. Bizler ilgilerimizin istikametinden daha farklı bir yere doğru motive edilmek isteniriz. Bu da bizlerin başarısız ya da mutsuz olmamıza, yeteneğimiz ve ilgimiz olmadığı bir evren kurmamıza ve orada yaşamamıza sebep olur. Freud kişinin ilgi yönelimine kulak vermediği takdirde bunun bilinçaltında kalacağını, rüyalarda kendini gösterebileceğini işaret eder bu mesele hakkında. Kimi zaman da kendi öz denetimimizle ilgilerimizin peşinden gitmeyi riskli bulur, hayatımızı değiştirme korkusu duyarız. Garanti olan şeyi, riske tercih ederek bir ömür boyu ilgilerimizden uzak yaşarız.
Tabii her daim ilgimizin ya da merakımızın peşinden gitmek uygun değildir. Riskin her daim bedeli vardır. Keza uygunsuz bir duruma girebilir, kendimizi rezil edebilir, etrafımızdaki insanlara mutsuzluk getirecek işler yapabiliriz. İlgi arayışıyla bedelleri arasında doğru bir denge gütmek en iyisidir.
Altını çizmek gerekir ki, ilgi yalnızca bizleri maceralara sürükleyecek bir mecra, hayatımızı renklendirecek bir unsur olarak algılanmamalıdır. İlgi aynı zamanda bizleri pek çok alanda geliştirecek, derinleştirecek, sanatta, felsefede, edebiyatta nice eserin yaratılmasına ilham verecek bir itici güçtür de. Bu açıdan baktığımızda günümüzde pek çoğumuzda bir ilgi kaybı olduğunu söyleyebiliriz. İnternet, iletişim teknolojileri ve bilhassa sosyal medya dikkatimizi öyle çalıyor, bizi kısa vadeli merak ve ilgi duygusuyla oyalıyor ki, gerçekten zamanımızı adayacağımız bir işe ilgi duymuyor, duysak da bu adanmışlığı gösteremiyoruz. Bu ilgi kaybı estetik ve sanattan yoksun eserler ortaya koymamızın, yaptığımız işlerdeki uzmanlığın azalmasının yanı sıra hem bir kültür kaybına, hem de bir ahlak kaybına yol açıyor. Dahası insanların etrafındakilere duyarsızlaşmasına ve ahlaki olarak bazı şeylerin yozlaşmasına…
İlgi Arayışı, Adam Phillips, çev. Aydın Çavdar, Ayrıntı Yayınları, sf. 128, 2023
Tıp ve Tarih: Türkiye’de Hekim Öznelliği
Neoliberal sağlık ve ekonomi politikaların en çok etkilediği alanlardan biridir günümüzde sağlık sektörü. Hastanelerin özelleştirilmesi, insan sağlığının bir meta haline gelmesine sebep olmuştur. Devlet hastanelerine yeterli ödenek ayrılmaması, doktorlara uygulanan fiziksel ve psikolojik şiddet, hastane hizmetlerinden faydalanmak isteyen dar gelirli vatandaş sayısına karşın nitelikli personel ve doktor kıtlığı, sağlık hizmetlerini ulaşılmaz hale sokmuş, insanları özel hastanelere mecbur hale getirmiştir.
Özel hastanelerde ise doktorun üzerindeki ticari baskı, doktorun hastanın şikayetlerini dinlemeden, fiziksel olarak muayene etmeden kendisinden birtakım tahlil ve testler istemesine sebep olmakta, bu da hasta ve doktor arasındaki güveni zayıflatmaktadır.
Tüm bunları göz önüne aldığımızda artık doktorluk mesleğinin etik yanları sorgulanmakta, doktorlar bu riskli bölgede kendi meşrebince ve ahlakınca davranmakta, çoğu zaman piyasa şartlarına uyum sağlamaktadır. Zira doktor bir devlet hastanesinde zor ve kısıtlı şartlarda çalışmaktansa hastanın bir müşteri gibi, bedeninin de bir meta gibi görüldüğü özel hastanelerde hizmet vermeyi tercih etmekte, kendisinden istenilen rolü eda etmektedir.
Oysa bundan bir buçuk asır önce Türkiye modernleşmesinin fitili tıbbiyede yakılmış, bir ülkenin entelektüel belleği tıbbiyelilerin muazzam katkılarıyla meydana gelmiştir.
O günden bugüne doktorların, hastanelerin ve sağlık sektörünün geçirdiği evrimi ve kutsal bir meslek olarak addedilen doktorluğun itibarının neoliberalizm ile aldığı darbeleri Özen B. Demir, Tıp ve Tarih: Türkiye’de Hekim Öznelliği isimli eserinde anlatıyor. Sağlık sektörünün ve doktorluk mesleğinin tarihsel bir düzlemdeki seyrini öğrenmek isteyenler için bir referans kaynak meydana getiriyor.
Tıp ve Tarih: Türkiye’de Hekim Öznelliği, Özen B. Demir, Notabene Yayınları, sf. 592, 2023
Kış Ormanında
Bu ormanda bütün hayvanlar dosttur. Her zaman birlikte neşe içinde oynarlar, birbirleriyle dostça, dayanışma içinde yaşarlar.
Ancak ormanda yaşayan hayvanların bu sorunsuz hayatları yiyecek bulma sıkıntısı çektikleri zaman bozulabilir. Bilhassa kışın bütün orman karlar altındayken, ormandaki bazı hayvanlar aç kalabilir, bazıları ise yuvalarından çıkmadan kışı geçirebilirler.
Bunu bilen bazı hayvanlar yazın önlemlerini alır, canlarını dişlerine takarak bütün bir yaz boyunca yuvalarına yiyecek taşır, kışı tasasız ve tok geçirmek için her türlü önlemi alırlar.
Nitekim hikayemizin kahramanlarından sincap böyledir. Her yaz, ormandaki dostları eğlence ile meşgulken civarda yiyecek bir şeyler arar, bulduklarını bir yere taşır, kışın aç kalma sorununa karşı tedbir alır. Ancak sincabın biriktirdiği yiyecekler yalnızca kendisi içindir. Ormandaki dostları için değildir.
Peki ya diğerleri? Mesela sincabın dostları karga, tilki ve fare kışı ormanda nasıl geçireceklerdir? Kış hazırlığı yapmayan bu hayvanlar aç kaldıklarında yiyecek bulabilecekler midir? Sincap dostlarına el uzatıp onlarla yemeğini paylaşacak mıdır? Ormanda onları nasıl bir macera bekliyordur?
Dostluk, yardımlaşma ve dayanışma üzerine keyifli bir hikaye…
Kış Ormanında, Daniella Kulot, İş Bankası Kültür Yayınları, sf. 236, 2023