The Dig: Bir mağara duvarındaki ilk el izinden bu yana var olmanın hikayesi
Medine KILIÇ
ARTI GERÇEK - Ralph Fiennes, İngiliz Hasta’dan bu yana artık "bir başkadır" benim için. Onu artık hangi filmde görsem İngiliz Hasta’yı izliyorum zihnimin bir yerlerinde. Bu hüzünlü, melankolik, çekingen adam oynadığı karakterlere hep özel bir çekim katıyor ve izleyici de olsanız ona bağlanmış halde buluyorsunuz kendinizi.
Ralph Fiennes'ın The Dig'de oynadığını ve yaş aldığını okuduğumda merakım katlandı, hemen o gece izledim filmi. Ralph Fiennes oynuyorsa ve hele de yaş almışsa izlemek kaçınılmazdı.
The Dig'de Ralph Fiennes'a Carey Mulligan eşlik ediyor. O da melankolik ya da ölümü yanında taşıyarak yaşamaktan olsa gerek hep kırgın ve dudakları geçmeyen hüzünle morarmış halde.
Küçük oğluyla taşrada seçkin bir hayat süren Edith Pretty (Carey Mulligan), kocası ölmeden önce içinde birçok höyük barındıran araziyi arkeolojik kazı yapmak üzere satın almış. Fakat kocasını kaybedince kazı planı beklenmedik şekilde suya düşer. Ancak Edith Prettyi kazı fikrinden vazgeçmez. Bir süre sonra höyüklerin altındaki sırları ortaya çıkarmak üzere; kendi kendisini yetiştirmiş olan arkeolog Basil Brown (Ralph Fiennes) ile anlaşır. Bu tutkulu ve alaylı arkeoloğun çabalarıyla önemli bir tarihsel keşif yapılır.
Büyük Britanya’da 1939 Sutton Hoo kazılarını anlatan hikayede kazı ilerler ve derinleşirken kazıcılar arasındaki ilişkiler de aşklar da derine iner ve çeşitlenir. İzleyici Brown ve Pretty arasında aleni bir aşka hazırlanırken –ki yakınlaşmaları o yöndedir- kazıya yardımcı olmak için gelen Pretty’nin kuzeni ile yeni ve genç kadın arkeolog arasında başlayan aşk öne çıkar ve Edith Pretty ile Basil Brown artık konuşmayan aşıklardır. Film boyunca herkes onlar dahil bu aşkı hisseder ama hiç dile gelmez. Tıpkı binlerce yıllık gemi kalıntısının tekrar toprak altına alınıp muhafaza edilerek gömülmesi gibi.
The Dig, 2.Dünya Savaşı'nın hemen öncesindeki zaman diliminde geçiyor. Kazı alanının üzerinden arada bir uçan savaş uçakları herkesin endişe ile beklediği savaşın habercisi gibi.
Film aslında hem keşif, hem de kayboluş ve ölüm hikayesi. Kasvet, hayattan kopuş, dünyayı ölümle terk etmenin kaçınılmazlığı filme yayılmış, ruhu olmuş adeta. Kazıyla ortaya çıkarılan bir mezar, kazı sırasında göçük altında kalarak canlı canlı mezara giren Basil Brown, kocasının mezarına sık sık çiçekler bırakan ama yakında öleceğini bilen bir kadın… Bütün bunlarla seyirciye ölüm realitesi hatırlatılıyor.
Kazı yapılan arazi tahminen bir mezarlık, kazılan höyükte ise antik dönemlerden kalma önemli bir savaşçının ya da kralın mezarı bulunuyor. Höyükte mezar görevini gören bir gemi ve gemiyle birlikte gömülmüş eşsiz bir hazine keşfediliyor. Edith Pretty, Londra’dan gönderilen ekibi kırmayarak arazisinde bulunan hazineyi Londra Müzesi'ne bağışlıyor ama Basil Brown’un adının da kazı tarihinde geçmesi kaydıyla. O anda tarihe ve bilime sadakat ile aşka sadakat aynı kararda buluşuyor.
Edith Pretty’in artık iyice suyu yüzüne çıkan rahatsızlığının endişeye sevk ettiği Basil Brown hayat ve ölüm hakkında konuşurken "Bir mağara duvarındaki ilk el izinden bu yana daima bir şeyin parçasıyız" diyerek ölüme giderken teselli ve unutulmazlık vaat ediyor.
Edith Pretty’nin "Hayat gelip geçici, öyle anlar var ki kaçırmamalısın" nasihati ise eşcinsel eğilimlerini fark ettiği kocası ile yakında savaşa pilot olarak katılacak olan genç adama duyduğu ama bastırdığı aşkı arasında kalan kadın arkeoloğa ışık tutuyor. Çünkü hayatın gelip geçici olduğunu en iyi kalp kapakçıklarında sorun olduğu ve her an ölebileceğini öğrenmiş olan bir kadın en iyi bilebilir.
Her an gelebilecek ölümü beklerken küçük oğlunun annesinin öleceğinin farkında olması ve ona gökyüzünde buluşma sözü vermesi, buluşacakları zamanın hikayesini yazması, hikayenin başrolünde uzay pilotu olarak kendisinin bulunması… Filmin bu bölümünde ise da anne-oğul arasında örülmüş olan büyük sevgi bağına tanıklık ediliyor.
Film bir ölüm ve hayatta yapılması gerekenler ile tarihe tutkuyla bağlılık ve önü alınamayan trajedilerin öyküsü. Çekim mekanları ise çoğunlukla geniş ve düz çayırlıklar. Arka planda savaşın sesi. Radyodan haberleri dikkatle dinleyen endişeli insanlar.
The Dig görsel açıdan da bir hayli tatmin edici. Yayıldıkça yayılan düzlükler, düzlüklere gizem ve çekim katan bitkiler, çiçekler, otlar. Rüzgar, yağmur ve toprak. Şehirsiz bir film The Dig. Bir iki kez görünen kasabayı saymazsak tamamen doğal mekanlarda çekilmiş, huzur veren bir film.
The Dig
Yönetmen: Simon Stone
Oyuncular:
Ralph Fiennes
Carey Mulligan
Lily James
Yapım yılı: 2021