Türkiye’de dergi geleneğinin dünü, bugünü: ‘Dergicilik yapmak tamamıyla bir cengaverliğe dönüştü’

Türkiye’de dergi geleneğinin dünü, bugünü: ‘Dergicilik yapmak tamamıyla bir cengaverliğe dönüştü’
Dergi geleneğini, dergicilikteki nicel ve nitel değişiklikleri, yaşanan sorunları Tanıl Bora, Semih Gümüş ve Merve Erol ile konuştuk: “Medyaların yeni düzeninde, eskisi gibi “bağlayıcı” olamazlar. Mecralar arasında bir mecra olmaya gönül indirecekler"

Cengiz Anıl BÖLÜKBAŞ


ANKARA - Dergiler ve dergicilik Türkiye’nin tarihinde önemli bir yer tutuyor. Sanatın her dalını,
bütün bilimleri, felsefeyi, tarihi, toplumsal hayatı izlemeye, yansıtmaya ve onu eleştirmeye çalışanların
yolu her zaman dergilerden geçti.

Türkiye’de toplumsal hareketlerin belli başlı kavramlarının işlenmesinde ve birer siyasal araç olarak kullanılmasında da dergiler daima etkili bir rol üstlendi. Cemal Süreya’nın deyimiyle “edebiyatın mutfağı” da oldular.

Ancak “on binlerce yıllık insanlık tarihinin biriktirdiği büyük kültür hazinesinin sürdürücüleri” olan dergiler, uzunca bir süredir büyük sorunlarla karşı karşıya. Öte yandan dergiler, mali, siyasi ortamın ve yeni iletişim biçimlerinin etkisinin en çok görüldüğü alanlardan da biri.

Bu haber dizisine vesile olan olay, Notos Edebiyat Dergisi’nin bayi sayısını azaltmasıydı.

Şüphesiz dergicilik ilk defa sorunlarla karşı karşıya kalmıyor. Ne yolun ağzındalar ne de nereye gideceğini bilemez durumdalar.

Türkiye’de dergi geleneğini, dergicilikteki nicel ve nitel değişiklikleri, yaşanan sorunları ve çözümleri konuşmak üzere Birikim Dergisi’nden Tanıl Bora, Notos Edebiyat Dergisi’nden Semih Gümüş ve 1+1 Express’ten Merve Erol’a bağlanıyoruz.

‘DERGİLERİN ALTIN ÇAĞI GERİDE KALDI’

Türkiye’de dergi mefhumunun önemli bir gelenek olduğunu söylemek mümkün. Geçmişten bu yana, pek çok yazar bir araya gelerek ortak üretim yaptı, dergi çıkardı. Türkiye'de dergicilik nasıl bir yer tutuyor?

Tanıl Bora: Tabii, dergiler Türkiye’de edebiyatta da siyasi düşüncede de önemli yer tuttu. Birçok siyasi akımı, dergiler üzerinden tanımlamıyor muyuz? Kadroculuk, Yöncülük… Dergiler sadece içerikleriyle, ortaya attıkları “yeni söz”lerle değil, çevreler, mahfil oluşturarak etkili oldular. 'Ortamlar' yarattılar, ilişki ağları ördüler. Şüphe yok, dergilerin altın çağı geride kaldı. Medyaların yeni düzeninde, -genel olarak toplumsallığın yeni düzeninde-, eskisi gibi “bağlayıcı” olamazlar. Mecralar arasında bir mecra olmaya gönül indirecekler. Bahsettiğimiz işlevleri, daha mütevazı şartlarda, zamana zemine uyarlamaya çalışacaklar. Aslında bir bakıma, onarmaya ve yaşatmaya çalışacaklar.

Tanıl Bora

Semih Gümüş: Dergicilik deyince, oldukça geniş bir yelpazeye açılmış oluyoruz. Medya holdinglerinin yaptığı dergiciliği bunun dışında tutalım. Orada her şey ticari çıkarlara göre yapılıyor. Çok iyi bir dergi, beklendiği kadar reklam almıyorsa pat diye kapatılıyor.

Bağımsız dergilere gelince, evet, dergiciliğin bizde oldukça canlı olduğunu söyleyebiliriz. Elbette bir zamanlar, yakın geçmişe kadar. O canlılık bugün artık kalmadı. Hem aktüel dergicilik hem de sanat ve edebiyat dergiciliği vazgeçilmez bir tutku olarak yapılırdı. Bugün iki nedenle dergicilik yapmak tamamıyla bir cengâverliğe dönüştü; İlki ekonomik. Bu belirleyici. Bir liralık giderler için 28 lira, yani 28 katı para ödeyerek dergicilik yapmak neredeyse olanaksızlaştı. Bizim dergimiz Notos yakın bir geçmişe kadar en yaygın dağıtılıp en çok satılan edebiyat dergisiydi. Artık öyle değil. Hem Türkiye genelindeki dağıtımdan geri çekilmek, daha sınırlı dağıtım yapmak zorunda kaldık hem de dolayısıyla daha az sayıda basmak. İkinci sorun da zaten okur sayısının azalması. Okur sayısının azalmasının da iki nedeni var: Onun da ilki ekonomik, yani okurların da parası az; ikincisi de moral, okurların bu ülkenin koşullarında morali bozuk.

Semih Gümüş

Merve Erol: Türkiye tarihinde bir dergicilik anlayışı, eğilimi var, evet, ama yine de kimi başka coğrafyalar kadar tutarlı, istikrarlı bir gelenekten bahsetmek zor. Pek çok faktörün yanında siyasal iklimin, baskı ve sansür mekanizmalarının bunda etkisi büyük. Öte yandan, Türkiye’de siyasal akımların, yapıların tarihini, tahlillerini, iç tartışmalarını araştırmak istediğimizde, önce dergilere bakarız. Benzer bir şey edebiyat alanı, oradaki eğilimler, ittifaklar, kavgalar için de geçerli.

Herhalde 50’lerden itibaren birkaç kuşak dergilerle yetişti, eğitim hayatlarına onlarla başladı. Mesela, Milliyet Çocuk gibi dergilerden Hey’e, periyodik çıktıklarına göre dergi sayılabilecek çizgi romanlara kendi adıma çok şey borçluyum. Dergi ayrılığa, okurun terk edişine açık bir form, zamanla bazı dergileri bırakırız, ama sürmelerini de dileriz. Oysa bağımsız yapısını koruyarak elli yılı devirmiş dergi sayısı herhalde bir elin parmaklarını geçmez, halbuki dünyada çok örnekleri var. Bir yayınevine, basın grubuna, siyasal örgütlenmeye bağlı olmadan yüz sayıyı aşabilmiş aylık veya haftalık dergi sayısı da çok az, tabii bir dönem gerçekten Türkiye’ye has bir fenomen olan karikatür dergilerini saymazsak.

Süreklilikten bahsedilemese de, bir dergicilik hevesinin yoğunluğunu görmek mümkün. Eskiden ortak söz, iş üretmek isteyenlerin temel aracı dergiydi, üç sayı da olsa o dergi çıkar, tarihe geçerdi. Şimdi belki bu işlevi yerine getirecek yeni araçlardan bahsedilebilir. Örneğin hafta sonu dergi karıştırmak yerine sosyal medyada gezinmeyi tercih ediyorsak, bunda dergicilik hevesinin kırılmasının, bu kolektif ihtiyacın azalmasının değil, okura ulaşma yolları üzerindeki bazı yapısal arazların, bariyerlerin payı bence daha büyük.

Merve Erol

‘DAĞITIM KANALLARINDAKİ TEKELLEŞME PROBLEMİN EN BÜYÜK KAYNAĞI’

Türkiye'de özellikle yakın süreçte dergilerin sayısında artışların ve düşüşlerin yaşandığı dönemler yaşandı. Mesela Gezi Direnişi'nin ardından peş peşe dergiler çıktı. Bununla birlikte birçok dergi bir gece KHK ile kapatıldı. Nicelik ve nitelik tartışmalarıyla birlikte konuşacak olursak, siyasal atmosferin, kültürel ortamın ve toplumsal olayların dergiciliğe yansıması nasıl oldu? Dergicilik ile kurulan ilişki nasıl değişti? 70-80'li yıllara kıyasla nasıl bir değişimden bahsedebiliriz?

Tanıl Bora: Gezi sonrasında kademe kademe derinleşen hayal ve ümit kırıklığı, kararma, baskılar, belirsizlik rejimi, dergilerin de solgunlaşmasına yansıdı. Kesinlikle sadece dini ideolojiyle sınırlı olmayan muhafazakarlaşmanın ve lümpenleşmenin etkisini ekleyin.

Trol töresinin her yeri sarmasını ekleyin. Dergi, bir heves kurumudur. Hevesle yaşar. Hevesi, -entelektüel hevesi kastediyorum esasen- kıymık kıymık doğrayan bir vasatta, dergilerin soluk alması da zor. Dergi kelimesinin kökünde “derleme” fiili var; sadece yazı dermeyi değil ilişkiler dermeyi, insanları derlemeyi (ve toplamayı!) da anlatır. 12 Eylül darbesinden beri, örgütlenmenin bizzat kriminalize edilmesinin, dergiciliği de adım adım tırpanlayan bir etkisi oldu. Tabii, dijital mecraların gitgide baskın hale gelmesinin etkisini de ekleyin bu erimeye.

Semih Gümüş: Önce şu: Dergilerin en az sayıda bulunduğu dönem içindeyiz. Aynı dönemde hiç bu kadar az sayıda dergi yayımlanmıyordu. 1970’ler hayatın her anlamda canlı ve sıcak yaşandığı yıllardı, dolayısıyla siyasal dergiler ya da edebiyat dergileri de çok sayıda yayımlanıyordu. Çünkü insanların dergilere gereksinimi vardı. Bugün o gereksinim azaldı. Yineliyorum, bunun ilk nedeni ekonomik. İkincisi de basılı dergilerin yerine geçen sosyal medyanın varlığı. Üçüncüsü de, artık şimdiki zamanların kültürü içinde nitelikli bilgiden çok hızlı ve hap bilgi gereksiniminin öne çıkışı. Bundan sonra basılı dergiciliğin hiçbir zaman geçmişteki, sözgelimi 1960’lardaki, 1970’lerdeki kadar canlı olacağını sanmıyorum.

Merve Erol: Gezi üretim ilişkileri başta olmak üzere kendisinden etkilenen bir dergi çevresi yaratabildi mi, emin değilim. Yoksa zaten orada üretilen anonim, otonom dili taklit etmenin imkânı yok, buna çalışmanın anlamı da yok. Gezi’den öğrendiğini, onun mirasını korumaya çalıştığını iddia eden bir siyasi partinin çok kritik bir toplumsal karar anında sadece yöneticilerin dediğiyle yetinmesi, örneğin forumlar düzenlemeyi aklına getirmemesi gibi bir şey olur böylesi.

Gezi’nin ardından yayın hayatına son veren dergiler de oldu. Örneğin Express’i 2014 başında kapatırken üzerimizde çeşitli taban hareketlerinin sürebileceğinin umudu ve gönül rahatlığı vardı, zarar etme pahasına dergiye devam etmek zorunda değildik. Ama 2015’in ikinci yarısında olup bitenler ve siyasal gidişat bizi yine dergi çıkarma fikrine geri getirdi. Yani her iki durumda da, dergiyi kapatmaya karar verirken de, yeniden çıkarırken de toplumsal manzara etkili olmuştu. 2016 başında bu sefer üç aylık periyodlarda çıkmaya başladık, sadece kitabevlerine dağılarak, ki bu mecrada da zincir kitapçılara, marketlere girmek çok zor.

Bu küçük mola ve değişiklik bile alışkanlıklarımız hakkında bir şeyler söyleyebilir: Artık dergileri, gazeteleri bayilerden almıyoruz mesela. Güvenilir müstakil kitapçılar da azaldı. Medyaya genel inançsızlığın ceremesini bağımsız yayınlar da çekiyor olabilir, ama dağıtım kanallarındaki tekelleşme galiba problemin en büyük kaynağı.

DÖVİZ SARMALI VE BÖLÜŞÜM KRİZİ

Pandemi her alanda olduğu gibi dergicilik için de birçok şeyi değiştirdi. Bu süreçte bazı dergiler bazı sayılarını yayımlamadı. Üretim aralıklarını değiştirdi. Bazıları ise yayın hayatına devam edemedi. Bunun yanı sıra mevcut ekonomik durum da dergileri başa çıkması zor bir duruma itiyor. Sizce bu süreçler dergiciliği hem üretim, dağıtım hem de içerik açısından nasıl etkiledi?

Tanıl Bora: Kötü etkiledi. Üretim pahalılaştı, dağıtım imkanları daraldı. Uzun söze gerek yok, çok kötü etkiledi, etkiliyor.

Semih Gümüş: Pandemi dönemi bir ölçüde etkilemişti. Eve kapanma nedeniyle bazı dergiler yayınlarına geçici aralar verdiler. Notos da bir sayısını atlamıştı. Ama asıl darbe sonra gelen döviz krizi oldu. O işleri çok zorlaştırdı. Dergi ve kitap satışları asıl o zaman etkilendi. Ve üçüncü darbe, boynumuzu kıran şimdiki döviz sarmalı ve toplumdaki ekonomik bölüşümden halkın yüzde 95’inin payına bir şey düşmemesi oldu. Biliyorsunuz, artık çalışanların çoğunluğu asgari ücret alıyor. Sorun burada. Bu koşullarda her şey geriye gider. Şunu da kaydedelim: Siyasal iktidarların istediği de budur.

Merve Erol: Pandeminin etkisinden tam emin değilim, çünkü artık dergi eve de sipariş edilebilen bir şey. Dergiciliği bu kadar etkilemişse bu durumun mantıken kitap üretimine ve satışlarına da sirayet etmesi gerekirdi. Ama ekonominin etkisi yadsınamaz tabii. Dergici dergisini icabında gazete kâğıdına da basar, oysa onu dahi bulamıyoruz. Seka’dan sonra Türkiye kâğıt üretmiyor, öyle bir entegre tesisin yeniden kurulması zor. Matbaa fiyatları dahil her şey dövize bağlı. Üstelik pandemi sonrasında kâğıtçılar bir de önden ödeme istemeye başladı.

Dergi ve gazete dağıtım tekeli Hürriyet ve Sabah gruplarında. 2009’da onlar da benzer bir karar alıp paylarını satış sonrası keseceklerine önden ödeme istemeye başladılar, beş binerlik dilimlere göre farklı paralar istiyorlardı. Başta 'Virgül' olmak üzere pek çok dergi o süreçte kapanmak zorunda kaldı. Bizse bir ara dua ediyorduk aman çok satmayalım, ilk beş binlik dilimde kalalım diye. Galiba benzer bir şey şimdi e-dergi veya pdf satılan platformlarda da yaşanıyor, telefon operatörleri kendi kârlarını yükseltirken kendi yağında kavrulabilecek yayınların ayağını kaydırıyor.

‘SAHİCİ KİTABEVLERİ, DERGİLERİ YAŞATACAK ORTAMIN SERPİLMESİNE
KATKIDA BULUNUR’’

Dünyanın birçok yerinde bu sorunlara karşı kimi adımlar atılıyor. Bazı ülkelerde kültürel destek programları veriliyor. Ancak Türkiye'de dergicilik ve yayıncılık en savunmasız alanlardan biri. Türkiye'de dergiciliğin yaşadığı bu sorunlara karşı nelere ihtiyaç var? Nasıl mekanizmalar
kurulmalı?

Tanıl Bora: Bir program sunacak kadar vakıf değilim. İki şey söyleyebilirim. Birincisi, pahaların düşürülmesi. Dediğiniz gibi, dergilerin kültürel habitatın bir parçası sayılarak, öncelikle vergi pahalarından esirgenmesi. İkincisi, gönlümde daha geniş yer tutuyor: Bağımsız kitabevi sayısının artması. Kitabevleriyle dergileri birlikte düşünüyorum, ikisi birbirini yaşatır – yaşatsa, diyeyim en azından. Sahici kitabevlerinin ve kitap bilen, kitap seven kitapçıların çoğalması, dergilerin dağıtım sorununa bir soluk borusu açmakla kalmaz, dergileri yaşatacak “ortamın” serpilmesine de katkıda bulunur.

Semih Gümüş: Bağımsız dergiciler karşılıksız devlet desteği istemez. Ben kendimi bir dergici olarak tanımlıyorum. Neredeyse elli yıldır dergilerin içinde ve yönetiminde yer alıyorum. Devletten kesinlikle karşılıksız destek istemem. Ama devletin de görevleri var, devletse. Dergilerden Kültür Bakanlığı aracılığıyla daha çok satın alma yapabilir. Değil mi destek yapıyor, satın alırken yayıncılara indirimsiz teklifler yapmalı. KDV oranını sıfıra indirirken girdilerdeki KDV’yi de en aza indirmeli. Devlet faizsiz kredi vermeli. Kültür işinden söz ediyoruz. Devlet bunları yapmayıp da ne yapacak. Dağıtım tekelinin dergilerden aldığı karşılıksız bedellere sınırlar getirilmeli. Genel dağıtım için devlet sübvansiyonları düşünülmeli. Bunlar gibi şeyler. Okurlar zaten yapmaları gerekeni özveriyle yapıyor.

Merve Erol: Memet Fuat’ın bir yazısını okuduğumu çok iyi hatırlıyorum, 1965 tarihliydi galiba, ama bir türlü bulamıyorum. Mealen, dağıtım sorunu çözülemezse Türkiye’de kültür hayatı zor gelişir diyordu. Bu zaten kitapçılıkta da en büyük problem, orada da kârın yarısını dağıtımcı alıyor.

Periyodik yayınlarda dağıtım tekellerinin ekonomik sömürüsünün yanında bir de bu yapıların siyasal ilişkilerinin yarattığı sorunlar var. Gazetelerde, televizyonlarda, haber sitelerinde, dergilerde çalışan gazetecilerin sermaye karşısında mesleki özerkliklerini kazanmaları gerekir, belki dağıtım kategorisi de bu mesleki müdahale kapsamında ele alınmalı.

Öne Çıkanlar