Yazar Hüseyin Ayrılmaz: Kirmançkî eğitim diline dönüşmeli
Esra ÇİFTÇİ
Artı Gerçek - Güçlü bir sözlü geleneği ve hafızası olan Zazaca, (Kirmançkî), yazı ile ilk olarak 19. yüzyılın son çeyreğinde tanıştı. Ancak Cumhuriyet tarihinin ilk 50 yılı uzun bir suskunluk dönemi olarak geçirildi ve hiçbir yazılı eser verilmedi. 2000’li yıllardan sonra ivme kazanan Zazaca (Kirmançkî) UNESCO’nun son yıllarda yayımladığı raporlara göre, kaybolma tehlikesi altında olan dillerden biri.
Zazaca roman yazan yazar Hüseyin Ayrılmaz, Kirmaçki dilinin önemini ve Gaban de Ju Çe Xawaçur (Vadide Bir Ev) kitabını Artı Gerçek’e anlattı.
'DİLLE İLGİLİ NİÇİN BU KADAR AZ ÇALIŞMA VAR?'
Hüseyin Ayrılmaz, uzun yıllardır Kirmançkî makaleler yazdığını ama ilk defa roman kaleme aldığını söylüyor. Ana dili olan Kirmançkî’ye ilişkin her zaman bir şeyler yapma çabasının olduğunu, Kirmançkî'nin eğitim diline dönüşmedikçe de kaybolacağı kaygısı yaşadığını anlatıyor.
Ayrılmaz, geçen yüzyılda yaşanan katliamlar ve soykırımlarla ilgili sayısız eser ve kitap çıktığını, bunların hepsinin çok değerli olduğunu söylese de, dille ilgili çok az çalışma olmasını eleştiriyor. Gaban de Ju Çe Xawaçur kitabına ilişkin ise şunları söylüyor:
"Kitapta, Dersim toplumunun kültürüne dair günlük yaşam, komşuluk ilişkileri, inanç, itikat ve en çok da dua ile olan ilişkilerini konu edinmeye çalıştım. Hafızamda kalan, duyduklarım, yaptığım sözlü tarih çalışmalarının bende yarattığı birikimle kendi dilimde toplumun sömürge öncesi tarihine biraz uzanmak istedim. O dönemin dilini, itikatını, inancını harmanlayarak, biraz sevda ve bir yol hikayesini konu edindim. Xawaçur bir vadi ve o vadide kadim halkların bolca ayak izleri var. Aynı zamanda doğayla ilişkiler, ki bu bizim için çok anlamlı. Dersim toplumunun kültüründe doğanın yeri ayrı, canlı varlıklara bakışı, bunu inançsal sistemlerin bir kültürü haline getirmeleri benim için çok önemliydi, bunu anlatmaya çalıştım.”
'DEVLETSİZ YAŞAYAN BİR TOPLUMDU'
Ayrılmaz, Dersim toplumunun geçmişte nasıl yaşadığına ilişkin “Devletsiz yaşayan bir toplumdu” diyor. Dersim toplumunun bu dönemde barış içinde bir arada tutmaya çalışan inançsal bir kurum olduğunu belirterek şöyle devam ediyor:
“Aşiret örgütlenmesinin yanı sıra toplumsal yaşama müdahale eden toplumu adeta barış içerisinde bir arada tutmaya çalışan bir inançsal kurum var. Yani 'ocak' sistemi var ve bu ocak sistemi eliyle toplumun arasına dağılan Pir Rayber ilişkisi sayesinde bir şekliyle toplumsal çelişkiler yazılı olmamasına rağmen o örgütlülük ağı içerisinde çözdüklerine tanık oluyoruz. Evet ufak tefek çelişkiler var, aşiretler arası belli şeyler yaşanıyor ama bunlar anında bu itikat yoluyla çözümleniyor ve toplumu birbirine ikrarla bağlıyorlar.”
'1937-38 SONRASI ÇIKAR İLİŞKİLERİ DEVREYE GİRDİ'
Dersim 37-38 Katliamı'ndan sonra işlerin değiştiğini belirten Ayrılmaz, çıkar ilişkilerinin ön plana çıkmaya başladığını ve o inanç otoritelerinin kırılmaya başladığını ifade ediyor:
"O döneme ilişkin mesela ocaklar sisteminde Pir Rayber ilişkisi üzerinden topluma rehber olarak görevlendirilenler, bu toplumu barış içerisinde bir arada tutan dervişler ve kanaat önderlerinin mutlaka mülksüz olması gerekiyordu ve bu inanç siteminde birinci kurallarından biridir. Yani bir insanın beş tane oğlu varsa, baba bu beş oğlundan birine destur veriyorsa, bundan sonra cemaatin huzuruna onu hazırlıyorsa, mutlak suretle onun mülksüz olması gerekiyordu. Bunun nedeni de toplumsal barış için yaptığı cemaatlerde yaptığı toplantılarda taraf tutmadan karar vermesi, o kararı hakkaniyetli ve doğru alması. Nitekim de böyle yapmışlar, böyle bir örgütlenme var.”
'DİL TOPLUMUN KÜLTÜR ANAHTARIDIR'
1900’lerin başında bu kültürün yok olduğunu söyleyen Ayrılmaz, 38 Dersim Katliamı'nda o damarın tamamen kesildiğini belirtiyor. Toplumun bilge önderlerinin Dersim 38 katliamında katledildiğini, burada zincirin koptuğunu ifade eden Ayrılmaz, dilin önemine de değinerek sözlerini şöyle sürdürüyor.
“Dil toplumun kültür anahtarıdır. Bir toplum dilini yitirirse kendini tanıtmak, kendi kültürünü var etmek, tarihini var etmek noktasında mecburen yoksun kalır, yani o anahtarı kaybettiğinde kimse onlara bir toplum olarak değer atfetmez. Bir toplum sanatını, inancını, kültürünü, tarihini, duasını kendi diliyle anlattığında kendisi için bir toplum olur. Onun için tarihte en çok dile müdahale ettiler, en çok dile saldırdılar, en çok dili yasakladılar. Çünkü dil her yanıyla toplumun hafızasıdır. Kirmanckî kitapların az okunduğunu biliyorum. Dolayısıyla az okunmasına rağmen dil konusunda ısrar eden arkadaşların böyle bir kaygısının olmaması gerekiyor. Bu toplumun bütün hazinesini tarihe not düşmek gerek. Bu dilin kalıcı hale gelebilmesi için sanatta, edebiyatta, kültürde bir şekliyle yasaklı olmasına rağmen yaşatmak gerekiyor."