Ahmet Şık’tan Can Atalay sorusu: Sinan Ateş suikastıyla mı ilgili?

Can Atalay’la ilgili Bakan Tunç’a seslenen Ahmet Şık, “Anayasa’yı ilga etme suçunu işleyen bu yargı tasarrufunun, Ateş suikastı ile bir ilgisi var mı?” diye sordu. Şık, Atalay’ın tutukluluğunun iktidar içi gerilimin bir parçası olabileceğine dikkat çekti.

Artı Gerçek - Türkiye İşçi Partisi (TİP) İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, Anayasa Mahkemesi'nin "hak ihlali" kararının uygulanarak Hatay milletvekili Can Atalay'ın tahliye edilmemesine tepki göstererek, bu hukuksuzluğu, Anayasa'yı ilga suçunun işlenmesinin eski Ülü Ocakları Başkanı Sinan Ateş'in suikastıyla ilgisi olup olmadığı sorusunu gündeme getirdi.

Şık, "Bu krizi önünde bulan ve fırsata çevirmeye çalışan Recep Tayyip Erdoğan'a sesleniyorum. Bu krizden yola çıkarak cumhurbaşkanlığı seçimine dair yüzde 40 tartışması başlatan Erdoğan, kendi iktidarının küçük ortağına, Sinan Ateş suikastındaki MHP bağlantıları nedeniyle, cumhurbaşkanlığı seçiminde bir değişikliğe gitmek yönünden şantaj mı yapıyordur? Ve Can Atalay böyle bir iktidar kavgasının, böyle berbat bir yargı düzeninin parçası olarak bir kanunsuzluğun esiri olarak mı içeride tutulmaya devam edilmektedir" dedi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, AYM’nin Can Atalay ile ilgili ikinci ihlal kararını da uygulamamasına itiraz eden hukukçular, avukatlar ve TİP üyeleri Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde bir araya gelerek basın açıklaması yaptı.

Açıklamada, TİP Hatay Milletvekili Can Atalay'ın avukatı Akçay Taşçı, TİP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, TİP Parti Meclisi üyesi, avukat Özgür Urfa, Özgürlükçü Hukukçular Derneği Avukat Eylem Arzu Kayaoğlu, Çağdaş Hukukçular Derneğinden Avukat Oğuzhan Topalkara bir konuşma yaptı.

"TÜRKİYE'DE HİÇBİR YURTTAŞIN, HUKUK GÜVENLİĞİ YOKTUR"

Avukat Akçay Taşçı, şikayetleri sonucu Anayasa Mahkemesi'nin ikinci kez "hak ihlali" kararı verdiğini belirterek şunları söyledi:

"Dedi ki 'Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmaması diye bir şey olamaz'. Bu kararı 15 üye 15 oy birliğiyle verdi. Daha önceki ihlal kararında 'Can Atalay'ın milletvekili dokunulmazlığından faydalanması mümkün değildir' diyen üyeler de bu ikinci ihlal başvurusunda 'Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanması zorunluluktur' diye karar verdiler. Ve biz bu kararın uygulanması için geçen haftadan beri buradayız.

Bugün Türkiye'de bir milletvekilinin hukuk güvenliği yoktur. Bundan çok daha önemlisi belki de çok daha tehlikelisi Türkiye'de hiçbir yurttaşın, hukuk güvenliği yoktur. Alacak takibinizde hukuk güvenliğiniz yoktur. Kiracınızla ilişkinizde, hukuk güvenliğiniz yoktur. Çalışansanız işverenle ilginizde, hukuk güvenliğiniz yoktur. Malınıza mülkünüze devlet çöktüğünde hukuk güvenliğiniz yoktur. Her bir yurttaştan talep ettiğimiz, rica ettiğimiz şey bunu düşünmesidir. Herhangi bir uyuşmazlığı çözmek için gittiğiniz mahkemeler birbirlerini tanımamaktadır. Bir siyasi inat uğruna memleket, memleket yargısı bu hale getirilmiştir.

Düşünmemiz gereken, mücadele etmemiz gereken. budur. Ve biz bunun mücadelesini vermeye devam edeceğiz. İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği karara İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde itiraz ettik. Hukuki miydi? Değildi. Çünkü 13. Ağır Ceza Mahkemesi kanun yolunu göstermemiş. Fakat bir hukukilik tartışmasından çıkmış durumdayız. Biraz sosyal medya tabiriyle söyleyelim. Bütün tuşlara basmak zorundayız artık. Kanuni olup olmadığına bakmaksızın hukuki olup olmadığına bakmaksızın bütün yolları denemek zorundayız. Bu mücadeleden vazgeçemeyiz. Bu memleketten vazgeçemeyiz."

TİP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık ise şunları dile getirdi:

"BU KAİNATTA BUNLARI CENNETİNE KABUL EDECEK BİR TEK DİN BİLE YOK: Şimdi ezan molası verdik denk düştü. Hani buradaki din şarlatanlarından biri olsaydım ezan şahidimdir ki diye başlardım ya lafa onu diyen din şarlatanlarından şunu söylemek şart. Bu kainatta bunları cennetine kabul edecek bir tek din bile yok. Öncelikle bunu bilsinler. Şimdi avukat arkadaşlarımız süreci özetliyor. Bir süredir hepinizin tanık olduğu bir hukuksuzluk ve hatta kanunsuzlukla karşı karşıyayız. Bu konuda önce bütün yurttaşlara şunu hatırlatmak gerekiyor.

Dünyanın her tarafında yargı, yurttaşı, siyasi iktidara ve çeşitli güç odaklarına karşı baskıdan, zulümden onları köleleştirmekten ve teba haline getirmekten koruyan mekanizmanın adıdır. Ama Türkiye'de böyle bir yargı düzeni hiçbir zaman olmadı. Çok uzun zamandır da bunun en rezil örneklerini, en kepaze örneklerle karşımızda çıkan olaylarda görüyoruz. O yüzden siyasi, ahlaki, vicdani, hukuki, insani herhangi cümlenin burada cübbe giyip ama cübbelerinin altına hançerini, silahını saklayan insanlara değeceğini düşünmüyorum. Ve mevzunun iktidarla ilgili kısmına dair bazı sorular sorulacak.

SİNAN ATEŞ SUİKASTIYLA BİR İLGİSİ VAR MIDIR?: Biliyorsunuz, birkaç gün sonra öldürülmesinin yıl dönümü olacak. Ülkü Ocakları eski Başkanı Sinan Ateş öldürüldü. İktidarın ortağı MHP'yle bağları olan birtakım tetikçiler ve onlarla ilintili, geçen dönem Meclis'te de olan bir milletvekilinin adının karıştığı bir dosyayla ilgili soruşturma var. Ben şunu soruyorum. İktidarın küçük kanadına soruyorum. Ve iktidarın kendisine, Adalet Bakanı'na soruyorum. Can Atalay'la ilgili olarak Anayasa'yı ilga suçunu işleyen bu yargı tasarrufunun Sinan Ateş suikastıyla bir ilgisi var mıdır, yok mudur? Sinan Ateş soruşturmasını yürüten savcının, zanlı avukatlardan birinde ele geçirdiği ve MHP'nin üst düzey bir yöneticisi ile Ülkü Ocakları'nın üst düzey bir yöneticisi arasında Sinan Ateş'e yönelik bir saldırı planlamasına dair konuşmalarının tespit edilmesiyle ilgisi var mıdır? Ve iktidarın AKP kanadına sesleniyorum.

ERDOĞAN KÜÇÜK ORTAĞINA ŞANATAJ MI YAPIYORDUR?: Bu krizi önünde bulan ve fırsata çevirmeye çalışan Recep Tayyip Erdoğan'a sesleniyorum. Bu krizden yola çıkarak cumhurbaşkanlığı seçimine dair yüzde 40 tartışması başlatan Erdoğan, kendi iktidarının küçük ortağına, Sinan Ateş suikastındaki MHP bağlantıları nedeniyle cumhurbaşkanlığı seçiminde bir değişikliğe gitmek yönünden şantaj mı yapıyordur? Ve Can Atalay böyle bir iktidar kavgasının, böyle berbat bir yargı düzeninin parçası olarak bir kanunsuzluğun esiri olarak mı içeride tutulmaya devam edilmektedir.

Bu soruların aynısını sadece Can Atalay için değil, Çiğdem Mater için, Osman Kavala için, Tayfun için, Mine için, Selahattin Demirtaş Gülten Kışanak için seçilmiş Kürt milletvekillerin hepsi için herhangi bir hukuksuzluğun esiri, siyasi rehinesi olarak içeride tutulan herkes için sorması gerekiyor. Bu tür mücadelelere, hak, hukuk, eşitlik, demokrasi, barış mücadelesine destek vermekten korkan yurttaş da herhangi bir güvence altında olmadan yaşamına nasıl devam edeceğine dair kendisine bir soru sorması gerekiyor. Dün söylemiştim, tekrar etmekte bir sakınca yok. Bu korkunun esiri olmaktansa korkacağınız tek şey olmalı bu ülkede. Bu zalimliğe boyun eğmekten, diz çökmekten teslim olmaktan korkun."

TİP Parti Meclisi üyesi avukat Özgür Urfa da şunları söyledi:

"HAKİMLER SAVCILAR KURULU BUGÜN DERHAL TOPLANMALIDIR: Dün ilk tepkimizi göstermiş, ilk değerlendirmemizi yapmıştık. Şunu belirtelim. Tabelaya mahkeme yazmakla mahkeme olunmayacağı, üzerine cübbe giymekle hakim olunmayacağı dün ortaya çıkmıştır. Artık 13. Ağır Ceza Mahkemesi muhatabımız değildir. Çünkü bir mahkeme değildir. Bir çağrıda bulunmak istiyoruz. Bir sorumluluk çağrısı. Birinci olarak; Hakimler Savcılar Kurulu'na çağrıda bulunuyoruz. 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin imza atan hakimlerinin görevden uzaklaştırılmaları için, açığa alınmaları için Anayasa'yı kaç kere daha ihlal etmeleri gerekmektedir?

Kaçıncı Anayasa Mahkemesi kararı uygulanmadığında görevden alınacaktır? Hakimler Savcılar Kurulu bugün derhal toplanmalıdır. İki kere anayasayı yok sayan, Anayasa Mahkemesi'ni yok sayan bu tavrın hukuki bedeli ödenmelidir. Cezai sorumluluğu yerine getirilmelidir. Görevden el çektirilmelidir. Birinci çağrımız HSK'ya.

ANAYASA MAHKEMESİ VERDİĞİ KARARIN TAKİBİNİ YAPMALIDIR: İkinci çağrımız; Anayasa Mahkemesi'ne ve üyelerinedir. Verdikleri gerekçeli kararda Anayasa'yı korumakla yükümlü olan kurumun kendileri olduğu yani Anayasa Mahkemesi olduğu yazmaktadır. O halde verdikleri kararın takibini yapmalılar. Kendilerinin yok sayılmalarının hesabını sormaları gerekir, hukuk düzeni içerisinde. Bugünden sonra Anayasa Mahkemesi'ne kim neden başvuracaktır. Ellerindeki başvurularla ilgili nasıl karar vereceklerdir? Eğer bu karar uygulanmazsa bundan sonra verecekleri hangi karar nasıl uygulanacaktır? Anayasa Mahkemesi üyeleri gereğini yapmalıdır. Kararlarının arkasında durmalıdır.

BAROLARI VE BAROLAR BİRLİĞİ'Nİ GÖREVE DAVET EDİYORUZ: Üçüncü çağrımız, barolara ve Türkiye Barolar Birliğinedir. 'Artık yeter' diyen barolarımız, Barolar Birliğimiz gereğini yerine getirmelidir. Olağanüstü toplanarak bir eylem planı ortaya koymalıdır. Yoksa bugünden sonra bu adliye binalarına girmenin, herhangi bir dava açmanın, duruşmaya katılmanın hiçbir hükmü kalmamıştır. Aile mahkemeleri bizi tutuklaybilir. Ağır ceza mahkemeleri bizi boşayabilir. Herkes kafasına göre takılabilir. 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararından sonra ya buna dur diyeceğiz, ya buna dur diyeceğiz.

Başka bir çare bulunmamaktadır. Baroları ve Barolar Birliği'ni göreve davet ediyoruz. Son olarak halkımızı göreve davet ediyoruz. Artık son noktadayız. Ya bundan sonra elimizde kalan hakları mücadele edip kaybettiğimiz hakları geri almak için bir arada, omuz omuza mücadele edeceğiz ya da işte bu adliyenin önünde yarın benim için, öbür gün başka bir arkadaşımız için her gün toplanmaya, kınamaya devam edeceğiz. Hep birlikte bu karanlık düzene karşı mücadeleye davet ediyoruz."

Özgürlükçü Hukukçular Derneği Avukat Eylem Arzu Kayaoğlu da bası açıklamasında şunları ifade etti:

"YILLARDIR BURADA ADALET NÖBETİ YAPIYORUZ: Aslında biz sadece bugün değil haftalardır burada bütün hukuk kurumları olarak bir adalet nöbeti tutuyoruz. Tıpkı öncesinde Cumhuriyet gazetesinin avukatlığını yapan diğer avukat arkadaşlarımız ve yine Cumhuriyet gazetesinde yazarlık gazetecilik yaptığı için yargılanan Ahmet Şık gibi gazeteci arkadaşlarımız için yıllardır burada adalet nöbeti yapıyoruz. Yargıdan, yargıçlardan, hakimlerden, savcılardan adaletin uygulanmasını istiyoruz. Dün itibariyle aslında bir daha tescil edildi.

Can Atalay bu sistemin AKP-MHP faşist sisteminin ve yargının siyasi ve hukuki rehinesidir. Anayasa Mahkemesi'nin ikinci defa vermiş olduğu karara rağmen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin ve bundan sonraki aşamada da yine Yargıtay 3 Ceza Dairesi'nin verdiği kararlar Can Atalay'ın Gezi davasında yargılanan diğer arkadaşlarımızın, tıpkı Kobani Kumpas davasında yargılanan Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Gülten Kışanak, Ayla Akat, Sebahat Tuncel gibi siyasi rehineleridir.

ORTADA SADECE AKP VE MHP'NİN, DEVLET BAHÇELİ'NİN İSTEDİĞİ BİR YARGI DÜZENİ VAR: Herhangi bir anayasa yok, hukuk yok, yargı yok, adalet yok, ceza kanunları yok. Ortada sadece AKP ve MHP'nin istediği, Devlet Bahçeli'nin istediği bir yargı düzeni var. Ve bize düşen tek şey, sadece buradaki avukat meslektaşları olarak değil aslında bir bütün olarak halkımıza düşen tek şey, yargının, adaletin, hukukun yerine gelmesi için, hakkın, hakikatin ortaya çıkarılabilmesi için sesimize ses katmak. Sesimizi yükseltmek dışında başka hiçbir çaremiz yok. Bu düzenden hiç kimse azade değil. Bizi burada dinleyen, dinlemeyen herkes 'Beni ilgilendirmez, benim başıma gelmez' diye düşünmesin.

Son 5-6 senede yüz binlerce insan bu ceza mahkemelerinde yargılandı. Haksız, hukuksuz şekilde işinden, ailesinden, yurdundan edilir bir duruma geldi. Bunların hepsi AKP-MHP faşist iktidarının ve onun eli kolu olan yargı düzeniyle yerini bulmuş bir durumda. Bizim tek amacımız, hukukun, adaletin yerini bulması, hukukla ilgili bütün mekanizmaların işlemesidir. Herkesi sadece buraya değil, bulunduğu her alanda ortak mücadeleyi, var olan mücadeleyi yükseltmeye çağırıyoruz."

“BU ÜLKE DE HUKUK BİZİM İÇİN DEĞİL, ADALET BİZİM İÇİN DEĞİL, BİZE UYGULANMIYOR”

Çağdaş Hukukçular Derneği adına avukat Oğuzhan Topalkara şunları söyledi:

"Eylem Arzu Kayaoğlu'nun da dediği gibi biz yıllardır aslında bu adliye önünde bir adalet nöbetindeyiz. Önce Cumhuriyet davasına yakalanan meslektaşlarımız için daha sonra Çağdaş Şükürler Derneği Vakıf Bürosu avukatları için, Ezanlarını Hukuk Bürosu ve avukatları için burada adalet nöbeti tutmaya devam ediyoruz. Yıllardır devam eden bir sürecin Can Atalay nezdinde aylardır bir kez daha görüyoruz ve tanık oluyoruz, şahit oluyoruz.

Zira adaletin, hukukun, yargının, mahkemenin bizim için değil, egemenler ve yönetenler için olduğunu bir kez daha bu kısa süreçte tecrübe etmiş bulunuyoruz. Aslında biz yıllardır bu adliye önünde arkamıza adliyeye mahkemeye dönüp yüzümüzü halka, vatandaşlarımıza sokaktan geçen herkese dönerken bir şeyin farkındaydık. Bu ülke de hukuk bizim için değil. Adalet bizim için değil. Bize uygulanmıyor. Mücadeleye, daha fazla birlikte dayanışmaya çağırıyoruz." (ANKA)

Öne Çıkanlar