Ahmet Türk ilk kez açıkladı... Özal, 1993'te silah bırakmaya dair ne teklif sundu?

Deneyimli Kürt siyasetçi Ahmet Türk, 1993 ateşkesi öncesi PKK'nin silah bırakmasına dair Turgut Özal'ın sunduğu teklifi ile kez açıkladı: 'Herkes gelecek, bir dilekçe verecek. Bu zarf 5 yıl açılmayacak...'

Ahmet Türk ilk kez açıkladı... Özal, 1993'te silah bırakmaya dair ne teklif sundu?

Artı Gerçek - Gençlik yıllarında ilgi duyduğu siyasette 1970'lerden bu yana aktif bir şekilde yer alan Ahmet Türk, Mezopotamya Ajansı'nda verdiği röportajın ikinci bölümünde yaşamına ve siyaset hayatına dair merak edilen soruları yanıtladı.

Deneyimli Kürt siyasetçi Ahmet Türk, 4 Eylül 1993'te katledilen Demokrasi Partisi (DEP) Mardin Milletvekili Mehmet Sincar'ın cenaze töreninde yaşananlardan, kanser tedavisinde geldiği aşamaya kadar birçok konuya değindi.

Ahmet Türk, 17 Nisan 1993'te şüpheli bir şekilde yaşamını yitiren dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile olan anısını da ilk kez paylaştı.

Ahmet Türk'ün röportajından bazı bölümler şöyle;

*İçerisinden geçtiğiniz süreçlerin yaşamınızda bıraktığı izleri de merak ediyoruz. Siyasi hayatınızda sizi en çok etkileyen an hangisiydi?

Yani o kadar dönem yaşadık ki, bir yerde cezaevi, bir yerde sis bombaları, gazlı dönemler... Joplarla bir dönem etrafımız sarılarak bizi susturmaya çalışan şeylerle karşı karşıya kaldık. Hayatımda beni en çok etkileyen Mehmet Sincar'ın (Katledilen DEP Milletvekili) şehit edilmesinden sonra Batman'a gittiğimizde bir tek insanın bizi karşılamamasıydı. Diyarbakır'a gittik. Hiç kimse ortada yok. Bir garajın içinde bizi oturttular kimse görmesin diye. Bir dolmuş bize kiraladılar. Batman'a gittik. Ve orada anmaya giderken, şehit olduğu yeri ziyaret ederken bir tek insanın olmaması ve burada saygı duruşunda bulunurken Hizbullah Marşı'nın çalınmış olması bizi etkileyen bir durumdu. Hizbullah marşı önemli değil, biz biliyorduk böyle bir şey. Ama bir tek insanın cesaret edip oraya gelmemesi bizi çok etkilemişti. Yani çok dürüstçe ve açıkça söylemek gerekirse, o dönemlerde bir yere gittiğimizde korku içinde gidiyorduk.

*Sağlık sorununuz devam ediyor mu?

Yok yok, tedavi iyi gidiyor. Kolay kolay ölmem. (gülerek)

*3 Mayıs'ta hayatını kaybeden Sırrı Süreyya Önder ile yakındınız. Birlikte birçok süreci atlattınız, son süreçteki görüşmeleri de birlikte gerçekleştirdiniz. Önder'e dair neler söylersiniz?

Çok değerli bir insan, değerli bir dost, değerli bir yoldaş, hoş bir insandı. Çok saygılı bir insandı. Ayrıca bizim ilişkilerimizde abi-kardeş ilişkileri vardı. Olabildikçe demokrat olmak önemli. Kürt veya Türk olmak önemli değil. Mazlumun yanında olmak önemli. Sırrı Süreyya Önder de mazlumların yanında yerini aldı. Ve sonuna kadar bu yolda yürüdü. İnanıyorum ki eğer bugün sağ olsaydı süreç için, demokratik gelecek için daha aktif rolünü yerine getirirdi. Bu vesileyle kendisini tekrar saygı ve rahmetle anıyorum.

*Size "ağa" diyen de var, "Apê (amca) Ehmed" diyen de... Ahmet Türk kendisini nasıl tanımlıyor?

Benim ailemde ağalık yok. Hiç kimse de bize "ağa" dememiş. Bugüne kadar hiçbir insan "Ahmet Ağa" diye beni çağırmamış. Herkes ya "Ahmet abi" demiş, ya benden küçükler "Ahmet amca" demiş, ya da dostlar "Ahmet Bey" diye hitap etmiş. Yani ağalık lakabı ailemizle bağlantılı bir şey değil. Evet, bazı aşiret ağaları var. Ağa olarak kendilerini lanse ediyor ama biz öyle bir aile değiliz. Nasıl bir aile? Belki halkla iyi ilişkileri olan, geçmişten bugüne bir aile olarak insanlar saygı duyuyor. Hem şahsıma hem aileye. Tabii aile büyüdükçe bazı sorunlar çıkıyor. Orada da gerçekçi olmak lazım. Geçmişte toplum tarafından desteklendik. Özellikle o kan davası süreçlerinde bütün Mardin bizden yanaydı. Diğer karşı taraftan yana değildi. Çünkü haksızlığa uğrayan bir aileydik. Yani onun için öyle bir ağalık falan şeyimiz yok. Ki böyle bir şeyden de nefret ediyorum, "ağa" kelimesinden açıkçası.

*Bazı konuşmalarınızda Turgut Özal'ın ölümü ve öncesine değiniyorsunuz. Ölümünün sizi çok etkilediğini söylemiştiniz. Bunun nedeni nedir?

Aslında onun (Özal'ın ölümü) öncesi var. O dönemde Şam'a gitmeye karar verdiğimizde kendisi ile bir görüşme yaptık. Bize "Ya tabii ki size gitmeyin demiyorum, size gidin de demiyorum. Yarın başınız belaya girerse sonra... Ama giderseniz şu mesajlarımı iletin" dedi. İkincisi, "Bizim partiden de bazılarını beraberinizde götürseniz sizin açınızdan rahat olur. Yani bir soruşturmayla karşı karşıya gelme riski azalır" dedi. "Ben şöyle düşünüyorum. Bunu aynen oldu gibi Öcalan'a anlatın" dedi ve şöyle devam etti: "Bir; herkes gelecek bir dilekçe verecek. Bir zarfın içine koyacağız. Bu zarf asla açılmayacak, 5 yıl içinde. Hiçbir suç işlemediği zaman, hiçbir soruşturma yürütülmeyecek. Yani bir bir itirafçı olma dilekçesi değil. Dilekçe verecek. İşte şeyi (silah) bırakıyorum. Demokratik siyasete katılıyorum. Bundan sonra da silahla ilişkimi kesiyorum. Böyle bir dilekçe verecek, bu zarfın içine bu zarf açılmayacak. Bu işin kolay olmadığını biliyorum ama ben Süleyman Demirel gibi korkak değilim. Allah'tan başka da kimseden korkmuyorum. Herkesten daha da milliyetçiyim ama bu sorunu çözmek zorundayız."

Bunun üzerine biz gittik. Bar Elias'ta (Lübnan'da) Sayın Talabani'ydi, Kemal Burkay'dı, Sayın Öcalan'dı, oturduk, sohbet ettik, görüştük. Bir ateşkesin yapılmasına karar verildi. Tabii bütün hepsi "3 aylık bir ateşkes" dedi. Ben buna karşı çıktım.

*Neden?

Dedim ki ya 3 ay gibi bir zaman koymayalım. "Yok" dediler, "3 aylık bir zaman koyalım" dediler. Tabii ki onlar öyle deyince bizim yapacağımız bir şey yoktu. Sonra geldik Türkiye'ye. Biliyorsun o zaman Süleyman Demirel bir açıklama yaptı ve dedi ki "Kabak bile 3 ayda yetişmez." Öyle bir açıklama yaptı. Orada haklı oldum. Ben dedim ki "Hiç zaman süre koymayalım. Sürecin gelişmesine bakalım." Ama sonuçta öyle bir karar çıktı. Herkes 3 aylık süreci savundu. (MA)

Ahmet Türk