Bakırhan'dan iktidara çağrı: 'Siyasi tutsaklar serbest kalmalı, sürgündekiler dönmeli'

DEM Parti Eş Genel Başkanı Bakırhan, AİHM'nin Demirtaş kararını hatırlatarak, tüm siyasi tutukluların serbest bırakılmasını istedi ve ekledi: Sürgündeki siyasetçiler de dönmeli. Konuşmasında Öcalan'ın bugün açıklanan mesajını da hatırlatan Bakırhan, demokratik entegrasyon yasalarına dikkati çekti.

Bakırhan'dan iktidara çağrı: 'Siyasi tutsaklar serbest kalmalı, sürgündekiler dönmeli'

Artı Gerçek - Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı partisinin grup toplantısında konuştu.

Bakırhan, AİHM'sinin Selahattin Demirtaş ile ilgili kararının kesinleşmesinin ardından, Türkiye'nin AİHM kararlarına uymakla yükümlü olduğunu hatırlatarak, Kobane davası dahil tüm siyasi tutukluların serbest bırakılması gerektiğini söyledi.

Bakırhan, İmralı hayatinin Abdullah Öcalan ile görüşmesinin ardından yaptığı yazılı açıklama ile ÖCalan'ın mesajını paylaştığını hatırlattı ve Öcalan'ın 'Kürt olgusunun tüm boyutlarıyla Cumhuriyetin yasallığına dahil edilmesi ve bunun için güçlü bir geçiş süreci temel alınmalıdır' sözlerinin demokratik entegrasyon ile mümkün olduğunu söyledi.

Bakırhan konuşmasını 6 Kasım YÖK'ün kuruluşu ve üniversitelerde yaşananlara değinerek sonlandırdı.

'4 KASIM'DA DÖŞENEN YOL HAKKARİ'DEN İSTANBUL'A UZANDI'

Bakırhan'ın konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle:

"Tam dokuz yıl önce, 4 Kasım 2016’da demokratik siyaset susturulmak istendi. Eş Genel Başkanlarımız Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş ile milletvekillerimiz evlerinden alınıp tutuklandı. Bu tarih, iktidarın Kürt meselesine yaklaşımda yaşanan radikal bir paradigma değişiminin miladı olarak okunmalıdır. O gün hedef alınan sadece arkadaşlarımız değildi; onların temsil ettiği “üçüncü yol” siyaseti, yani demokratik Kürt siyasetiyle Türkiye’nin sol ve sosyalist güçleri arasında kurulan ittifak dağıtılmak istendi.

4 Kasım’da siyasi iradeye yapılan müdahale kısa süre içinde yerel yönetimlere de sıçradı. O gün döşenen yol, bugün Hakkâri’den İstanbul’a uzanan kayyım uygulamalarıyla sürdürülüyor.

Buna rağmen geçen tüm zorlu süreçler karşısında inandıklarımızdan vazgeçmedik. Geri adım atmadık ve bugün de buradayız: Barışın, eşitliğin ve özgürlüğün en ön safındayız. Demokratik siyaseti susturmak isteyenlere yanıtımız nettir: Barışın dili susmaz. Bugün yeniden konuştuğumuz barış süreci de tam olarak 4 Kasım’da dayatılan tasfiye politikalarına karşı gösterilen direncin ve toplumsal ısrarın bir sonucudur.

'SÜRECİN SELAMETİ İÇİN KUMPAS DAVALARI SON ERMELİ'

Şimdi bu sürecin selameti için kumpas davalarının sona ermesi gerekiyor. Barışı konuşacaksak, kumpaslar bitmeli. Türkiye, AİHM kararlarına uymakla yükümlüdür. Bu hukuksuzluğun sürdürülmesinin artık ne vicdani ne de siyasi karşılığı kalmıştır.

*Türkiye'nin itirazı reddedildi: AİHM’in Demirtaş hakkında ihlal kararı kesinleşti

'SİYASİ TUTSAKLAR SERBEST KALMALI, SÜRGÜNDEKİLER DÖNMELİ'

Yüksekdağ, Demirtaş, Ali Ürküt, Nazmi Gür, Alp Altınörs, Günay Kubilay, Aynur Aşan, Bülent Parmaksız, Dilek Yağlı, İsmail Şengül, Pervin Oduncu, Zeynep Karaman, Zeynep Ölbeci ve Zeki Çelik özgür olmalıdır.

Ayrıca Leyla Güven, Selçuk Kozağaçlı, Can Atalay, Osman Kavala, Semra Güzel, Selçuk Mızraklı, Mehmet Sıddık Akış, Cihan Karaman, Bekir Kaya, Ayşe Gökkan ve adını sayamadığımız yüzlerce, binlerce tüm siyasi tutsak arkadaşımız derhal serbest bırakılmalıdır; Selim Sadak gibi sürgünde bulunan arkadaşlarımız da topraklarına dönebilmelidir.

Tam da 4 Kasım'ın yıldönümünde çağrımızı yineliyoruz; sürgündekiler ülkesine, tutsak siyasetçiler meydanlara, barış bu topraklara dönmelidir.

'DEVLETİN DEMOKRATİK DÖNÜŞÜMÜ'

1 Ekim’de başlayan süreç sadece bir barış süreci değildir; aynı zamanda devletin demokratik dönüşüm imtihanıdır. Peki devletin demokratik dönüşümü ne demek? Türkiye ortak evimizdir; bu yüzden duvarları tek tipçilikle örülen, pencereleri tek yöne baktırılan bir evde ortak yaşam olmaz.

Demokrasinin temeli olan denge ve denetleme mekanizmaları yok edildi. Yargı siyasi bir aygıta dönüştü. Meclis etkisiz kılındı. Yerel yönetimler merkezin kıskacıyla nefessiz bırakıldı. Kim kimi denetliyor belli değil. Oysa demokrasilerde Meclis yürütmeyi denetler; yargı herkes için eşit çalışır; hükümet de Meclis’e hesap verir.

Peki ne yapılmalı? Devletin halka hükmetmediği, halka hizmet ettiği bir düzen kurulmalı. Hiç kimsenin kimliğinden ve inancından dolayı ötekileştirilmediği bir ortak yaşam inşa edilmeli. Yargının bağımsız, Meclis’in güçlü ve yürütmenin şeffaf olduğu gerçek bir denge ve denetim sistemi tesis edilmeli. Sorunlar şiddetle değil, müzakere ve diyalogla çözülsün; toplumsal barış sağlansın. İrade yerelde, halkın bizzat kendisinde olsun; güçlü bir yerel demokrasi güvence altına alınsın.

'KÜRT MESELESİ ÇÖZÜLDÜKÇE TÜRKİYE DEMOKRATİKLEŞİR'

Daha onlarca öneri yapabiliriz ama sözün özü şudur. Bir ülke barışıyla büyür, korkularıyla küçülür. Biz barışla ülkeyi ve demokrasiyi büyütmek istiyoruz.

İçtenlikle söyleyelim. Bu süreç toplumun tüm kesimlerini içine almak zorunda. Bunun yolu da 2024 Ekim’de başlayan süreci gerçek bir demokratik dönüşüme çevirmekten geçiyor. Mardin’den Muğla’ya, Kars’tan Hatay’a herkes bu dönüşümün öznesi olmalı. Çünkü biliyoruz ki Kürt meselesi, Türkiye demokrasisinin kilit taşıdır. Kürt meselesi çözüldükçe Türkiye demokratikleşecek, demokratikleşme genişledikçe hepimiz daha özgür nefes alacağız.

ÖCALAN'IN MESAJINA VURGU

Dün heyetimiz Sayın Öcalan ile bir görüşme gerçekleştirdi. Bu vesile ile bir açıklama yaptılar. Sayın Öcalan Kürt olgusunun Cumhuriyetin yasallığına dahil edilmesi için demokratik entegrasyona dikkat çekerek ciddiyet ve sorumluluğa herkesi davet ettiğini belirtmiş. Peki bunu nasıl yapacacağız? Elbette demokratik entegrasyon yasalarıyla yapacağız. Demokratik entegrasyon, özünde birbirine alışma, birbirine sahip çıkma ve uyum demektir. Bunu en iyi, zıttı olan asimilasyonla kıyaslayarak anlatabiliriz. Yıllardır bu topluma dayatılan asimilasyon “Unut!” der. “Dilini, kimliğini, benliğini, onurunu unut, benim gibi ol” der. Asimilasyon eritir, yok eder, tek tipleştirir. Sayın Öcalan’ın tarif ettiği demokratik entegrasyon ise “Var ol!” der. “Sen Kürt olarak, o Türk olarak, bir diğeri Alevi, Süryani olarak; hep birlikte demokratik cumhuriyetin eşit yurttaşları olalım” der. Biri yok eder, diğeri kucaklar. Biri reddeder, diğeri sahip çıkar. Aradaki fark bu kadar açıktır.

*Öcalan'dan açıklama: Kürt olgusu tüm boyutlarıyla Cumhuriyetin yasallığına dahil edilmeli

DEMOKRATİK ENTEGRASYON YASALARI

Açıkça söylüyoruz: Demokratik entegrasyon bir bölünme değildir ama bir teslim olmak da değildir. Demokratik entegrasyon, tarafların birbirini kabul etmesi ve birlikte yaşamayı esas almasıdır. Farklı renklerin, farklı kültürlerin bir araya gelip birbirini tamamlamasıdır. Önemli olan birlik ve uyumdur. Bunun yolu da demokratik entegrasyon yasalarından geçmektedir. Sıkça dile getirdiğimiz, henüz adım atılmamış ama önümüzdeki günlerde atılmasını umut ettiğimiz yasalardan söz ediyoruz. Tarih bize bu fırsatı sunuyor.

'SOSYAL YARDIMA MUHTAÇ HANE SAYISI 4.5 MİLYONU AŞTI'

Milyonlar bugün bir kuru ekmeğe muhtaç hale getirildi. Bunu biz söylemiyoruz, sokak söylüyor. Perişan durumdaki esnaf haykırıyor, açlıkla yüz yüze kalan asgari ücretliler ve emekliler feryat ediyor. Üstelik bu tabloyu sadece biz değil, iktidarın kendi verileri de ortaya koyuyor. 2026 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı’na göre sosyal yardıma muhtaç hane sayısı 4,5 milyonu aştı. Türkiye’de yaklaşık 18 milyon kişi yardıma muhtaç. Bu sıradan bir rakam değil, büyük bir toplumsal çöküşün fotoğrafıdır.

Peki iktidar ne yapıyor? Sürekli yurttaşın cebine uzanıyor, halkın kesesinden yandaşlara kaynak aktarıyor. Bu yıl yalnızca yol, köprü, tünel müteahhitlerine garanti ödemeleri için bütçeden 102 milyar lira ayrıldı. 102 milyar lira! Buna karşılık yoksulluk artık sadece istatistik değil, gündelik hayatın gerçeği. Mutfaklar yangın yeri; etin tadını unutan, sebze-meyveye hasret kalan aileler var. Rakamlar da bunu söylüyor: 2013’te kişi başı makarna tüketimi 4,4 kiloydu, 2025’te 8,1 kiloya çıktı. Bu artış refahın değil, yoksullaşmanın göstergesidir.

'KİRA ARTIŞINDA AVRUPA'DA BİRİNCİYİZ'

Kira meselesi başlı başına bir kabus. Son dört yılda kiralar 8 kattan fazla arttı. İnsan hakları, hukuk, gelir dağılımında gerilerdeyiz ama kira artışında Avrupa’da birinciyiz. Açlık sınırı 28 bin 412 lira, yoksulluk sınırı 92 bin 547 lira. Peki asgari ücret ne? 22 bin 104 lira. En düşük emekli aylığı ne? 16 bin 881 lira. 4 milyon emekli bu parayla yaşamaya çalışıyor. Asgari ücretliler ayın ortasında cebi boş kalarak hayatta kalma mücadelesi veriyor.

'ASGARİ ÜCRET EN AZ 46 BİN LİRA OLMALI'

Bu yüzden DEM Parti olarak diyoruz ki: 2026 yılı için asgari ücret en az 46 bin lira olmalıdır ve yılda iki kez enflasyona göre güncellenmelidir. İktidar “az kaldı, düzeliyoruz” masalları anlatsa da her gün bir önceki günü aratıyor. Çünkü tercihi belli: Varsa yoksa sermayeye kıyak. İki yıldır “düşecek” denilen enflasyon yeniden yükselişe geçti. Tekstil başta olmak üzere üretim alanları krizde; tesisler kapanıyor ya da yurtdışına taşınıyor. Bedelini kim ödüyor? İşçiler. Ama işçiler direniyor. Digel Tekstil’in direnen kadın işçilerini, Smart Solar işçilerini buradan selamlıyoruz.

YÖK'ÜN KURULUŞU

Son olarak birkaç noktayı vurgulamak istiyorum. 6 Kasım, 12 Eylül’ün ürünü olan YÖK’ün üniversiteleri karanlığa hapsetmesinin yıldönümüdür. Tam 44 yıldır bilimsel özgürlük ve akademik özerklik boğuluyor, gençlerin söz hakkı gasp ediliyor. Akademisyenler ihraçlarla, öğrenciler ise gözaltılar ve disiplin cezalarıyla susturuluyor. Üniversiteler fikir üreten, eleştiren, tartışan kurumlar olmaktan çıkarılıp iktidara biat eden yapılara dönüştürülmek isteniyor.

'ÖZGÜR, EŞİT, ANADİLDE EĞİTİM'

Öğrenciler bugün düşük bursla, yüksek kirayla, yetersiz yurtlarla ve büyük bir geleceksizlik duygusuyla boğuşuyor. Liyakatsizlik ve torpil her alanda yaygınlaşmış durumda. YÖK ve iktidar gençliği bir özne değil, tehdit olarak görüyor. En son Hacettepe’de yaşanan pala ve satırlı saldırılarda saldırganların korunması, buna karşı dayanışma gösteren öğrencilerin cezalandırılması bunun en çarpıcı örneklerinden biridir.

DEM Parti olarak gençlerin yanındayız. Özgür, eşit, parasız ve anadilinde eğitim mücadelesinden vazgeçmeyeceğiz. Gündüz vakti üniversitede kaybettirilen Rojinlerin, Gülistan Dokuların kaybolmadığı bir gelecek kurana dek bize rahat yok." (HABER MERKEZİ)

dem parti Tuncer Bakırhan grup toplantısı