CHP'li Salıcı: Tek adam rejimi ağır maliyet getirdi
CHP Genel Başkan Yardımcısı Oğuz Kaan Salıcı, Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde yapılması planlanan değişikliğe destek verip vermeyeceklerini açıkladı.
Derya OKATAN
ARTI GERÇEK - 31 Mart yerel seçimleri ve 23 Haziran İstanbul seçiminin merkezindeki isimlerden CHP Genel Başkan Yardımcısı Oğuz Kaan Salıcı ile hem İstanbul seçimini hem de genel siyaseti konuştuk.
Salıcı'nın Artı Gerçek'in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
- İstanbul seçiminde bu kadar büyük fark bekliyor muydunuz? 23 Haziran akşamı İstanbul'da bir yerel seçime göre oldukça büyük kutlamalar yapıldı. İnsanlar neden bu kadar sevindi?
İstanbul seçimi 31 Mart'ta bitmişti aslında. 31 Mart'ta iktidar, İstanbul'da ortaya çıkan sonucu kabul etmek istemedi. Çünkü daha o geceki hamlelerine baktığımız zaman mesele çok açıkça ortaya çıkıyor. Binali Yıldırım çıktı zafer konuşması yaptı. O sırada bizim elimizdeki ıslak imzalı tutanaklar onun söyledikleriyle tezatlık teşkil ediyordu. Sonra il başkanı çıktı, '3870 oyla kazandık' dedi. Ertesi sabah bütün İstanbul, 'Teşekkürler İstanbul, gönül belediyeciliği kazandı' afişleriyle donatıldı. Yani bir hazırlık yapılmış, her şey önceden kurgulanmış. Anadolu Ajansı yüzde 98,8'de İstanbul'u veremez hale geldi. Anlaşılan o ki biz hazırlıksız, sandıklara sahip çıkmayan bir durumda olsaydık o gece kendi galibiyetlerini ilan edeceklerdi. Ertesi gün sabah saatlerinde YSK Başkanı'nın İmamoğlu'nun önde olduğunu açıkladığı noktaya kadar kendilerinin kazandığına dair bir algı üretmeye çalıştılar. Ama arkadaşlarımız ısrarla sandıklara sahip çıktılar, seçim sürecinin sonuçlanmasını temin ettiler ve o gece boyunca İmamoğlu'nun yapmış olduğu bilgilendirmeler toplum tarafından kabul gördü. O gecenin iki tane kaybedeni var; bir tanesi AA kendisini gömdü, artık kimsenin en azından seçim sonuçlarıyla ilgili sözüne itibar etmesi söz konusu değil. Diğer kaybedeni; seçimin tekrarlanması ortaya çıktığında Binali Yıldırım ağır bir güven kaybına uğramış oldu. Çünkü '3870 oyla kazandık' deyip zafer konuşması yaptıkları bir seçimin aslında 14 bin oy farkla kazanılamayacağını iddia eden demeçler verdiler. Bunu Cumhurbaşkanı da yaptı, Milliyetçi Hareket Partisi genel başkanı da yaptı, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin muhtelif yöneticileri de yaptı. Bir oy farkla seçim kazanılabileceği ve ilk defa bir yerel seçimin yapılmadığı Türkiye'de oyunun kuralını değiştirmeye yönelik bir hamle yaptılar. Vatandaş da sandıktan çıkan iradeye sahip çıkarak, bu sonucu değiştirmeye çalışan iktidarı cezalandırdı. 31 Mart ve 23 Haziran arasındaki oy farkının nedenlerinden bir tanesi bu. İkincisi; Ekrem İmamoğlu'nun İstanbul'u yönetebilecek liyakata sahip olduğunu gördü. Çünkü biz biliyoruz ki, 6 Mayıs'ta YSK, siyasi baskı ile iptal kararı verdiğinde Ekrem İmamoğlu'na oy vermeye karar veren yurttaşlarımızın sayısı artmış. Daha önce Binali Yıldırım'a oy veren ama iptal kararından sonra bunun haksız, hukuksuz, yanlış bir karar olduğunu, aslında sandığa yapılmış bir darbe olduğunu görmüş ve oyunun rengini değiştirmiş.
HANİ BİR BEKA MESELESİ VARDI?
- CHP, 31 Mart'ta çok uzun yıllardır alamadığı belediyeleri aldı ve ayrıca 23 Haziran'da İstanbul'un birçok ilçesinde oylarını arttırdı. Buralarda seçmeni tutmak zor olmayacak mı? Yeni dönemde nasıl bir belediyecilik olacak?
İstanbul seçimi tekrarlandığı ve bir Türkiye seçimine dönüştüğü için aslında 31 Mart'ta almış olduğumuz sonuçlar biraz gölgelendi. 31 Mart'ta Adana'da, Ankara'da 25 yıldan sonra ilk defa seçimi kazandık. Mersin ve Antalya'da seçimi kazandık. Halihazırda CHP'de olan 6 büyükşehri tekrardan kazandık. 10 tane il belediyesi kazandık. Ve şunu gördük 31 Mart'ta aslında CHP'nin izlemiş olduğu siyaset, yani kutuplaştırıcı olmayan, herkesi kucaklayan, hiç kimseyi kökeninden, inancından, başka siyasi partiye oy verdiğinden dolayı itmeyen anlayış kazanmış oldu. Cumhur İttifakı bunu bir genel seçim havasına soktu. En çok konuşulan şeylerden bir tanesi 'beka' meselesiydi. Muhalefeti düşman gibi gören bir anlayışla yürüttüler kampanyalarını. Şimdi sormak lazım hani bir beka meselesi vardı? 31 Mart günü Türkiye'nin beka meselesi çözüldü mü? Vardı da ortadan mı kalktı yoksa bizim dediğimiz gibi bu bir yerel seçimdi, zaten bir beka meselesi yok muydu? Bunu uzun zaman sormamız lazım. Kendi iktidarı için Türkiye'nin geleceğini tartıştıran, Türkiye'nin geleceğini seçim malzemesi yapan Cumhur İttifakı vardı karşımızda. Düşmanlaştıran bir söylem kullandılar, ağır hakarette bulundular ama sağduyu kazandı. Herkes gerginlik olmamasını sağlayacak bir olgunlukta davrandı. Belediyecilik konusuna gelince şu an Türkiye'de nüfusun yarıya yakını CHP'li belediye başkanlarından hizmet alacaklar. Dolayısıyla bizim birinci önceliğimiz bu vatandaşlarımıza iyi hizmet vermek. Şimdi AKP'nin yerel yönetim anlayışının dışında bir anlayış görmeyen genç nesillere başka bir dünyanın mümkün olduğunu, danışarak, konuşarak, kendileriyle ilgili kararlara katıldığı, şeffaf ve hesap veren bir belediye olduğunu gösterme imkanımız var ve biz bu imkanı kullanacağız.
HALKIN TALEPLERİNE KARŞI MUHALEFET EDİLEMEZ
- Sayın İmamoğlu'nun ilk mazbatayı aldığı 18 günlük belediye başkanlığı döneminde çoğunluğa sahip olan AKP'li belediye meclis üyelerinin direnci ile karşılaşıldı. Yine devam edecek gibi görülüyor. Bu dirençler nasıl aşılacak?
Eskişehir Büyükşehir Belediyesi'nde CHP grubu iki dönemdir azınlıktaydı. Ama Eskişehir 10 yılda marka şehre dönüştü. Hatay Belediye Meclisi'nde CHP grubu azınlıktaydı ve belediye başkanımız bu seçimde daha yüksek oyla seçildi. Eğer siz halkın taleplerini belediye meclisine getiriyorsanız, karşınızda muhalefet etmek isteyen mecliste çoğunlukta olan kesimin iradesini nötralize ediyor, muhalefet edemiyor. Çünkü kendi siyasi amaçları çerçevesinde vatandaşın çıkarına olan kararlara muhalefet etmek durumunda kalacak. Başka bir örnek. Sayın İmamoğlu 18 gün boyunca belediye başkanlığı yaptı. 3 temel şeye imza attı. Hanelerde yüzde 40 su indirimi yaptı. Temel haktır. Ulaşımda 85 TL olan öğrenci akbili 40 liraya düşürüldü. Temel haktır. Aynı zamanda dini bayramlarda ücretsiz olan ulaşımı milli bayramlarda da ücretsiz hale getirdi. O dönem bizim azınlıkta olduğumuz belediye meclisinin yapısı aynen devam ediyor. Neden engel olamadılar? Hatta uyuşturucuyla mücadele konusunda arkadaşlarımızın verdiği teklifi reddettiler, sadece CHP'li belediye başkanı istiyor diye, sonra kendileri önerge verdiler. Uyuşturucu ile mücadele bir siyasi partinin konusu olmanın ötesine geçmeli. Online yayınlanan belediye meclisi toplantılarını 3,5-4 milyon insan izledi. Böylece geri adım atmak zorunda kaldılar. Aynı yöntem devam edecek. Vatandaş bizim, kendisinin günlük sorunlarıyla uğraşan, onları çözmeye çalışan bir belediyecilik yaptığımızı Adalet ve Kalkınma Partili üyelerin de ya buna destek olduğunu ya da sırf parti aidiyetinden dolayı vatandaşın alması gereken hizmetleri engellediğini görmüş olacak. Sadece bütçede değil yönetimde de şeffaflık ortaya çıkmış olacak.
MİLLETİN İRADESİ ÖNÜNDE DURMAYIN
- Belediyelerin yetkilerinin kısıtlanması tartışmaları da var. CHP'li belediyeler bu engelleri nasıl aşacak?
Biz bir engelleme çabası olacağı kanaatindeyiz. Zaten emareleri çıkmaya başladı. Ama bunların başarısız olacağı kanaatindeyiz. Sandıktan çıkan iradenin önünde hiç kimsenin durması mümkün değil. Bunun en iyi örneği Recep Tayyip Erdoğan'ın kendisidir. Bunu en iyi bilmesi gereken kişidir. Muhtar olamaz başlıklarının atıldığı bu ülkede cumhurbaşkanı oldu. Şimdi milletin iradesi bizim lehimize tecelli ediyor. Kendisinden istediğimiz milletin iradesi önünde durmayın.
- İstanbul'da sosyal tesislerde alkollü içki verilip verilmeyeceği tartışması var. İmamoğlu'nun Binali Yıldırım'la ortak yayındaki sözleri kendisini destekleyenler tarafından tepki çekmişti. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu tartışmaları?
CHP'yi belirli kodlara sıkıştırıp toplumun gözünde şeytanlaştırma, düşmanlaştırma siyaseti izlemeye çalıştılar. Bunu yıllardır yapıyorlar. Bazen inançsal, bazen kimlik siyasetine sıkıştırmaya, yapmış oldukları işler vatandaşın yararına mı değil mi bunun sorgulanmadığı bir ortam yaratmaya çalıştılar. Bizim ne kimlik ne inanç siyaseti gibi bir derdimiz var, bizim vatandaşın sorunlarının çözülmesi gibi bir derdimiz var. Başı örtülü işçi-başı açık işçi ayrımının yapılmadığı bir Türkiye olmasını istiyoruz. Çünkü hakları eşit. O sigortasız ise öbürü de sigortasız. Biri sosyal güvenlikten mahrumsa öbürü de mahrum. Biz kıyafeti, kökeni, inancı, siyasi aidiyetine bakmadan vatandaşımızın; ezilen, horlanan, ötekileştirilen, emeği sömürülenlerin; yani saray ve etrafındaki küçük bir grup hariç toplumun büyük kesiminin daha rahat yaşayabileceği, birbirinin hukukuna riayet edebileceği, barış ve huzur ortamında yaşayabileceği bir Türkiye istiyoruz. Bunun için kendi tabanını konsolide etmeye yönelik ortaya attığı küçük meselelere takılmak gibi bir niyetimiz yok.
- Sayın Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanlığının tarafsızlığına ilişkin referandum önerisinde bulundu. Bu önerinin çerçevesi nedir tam olarak? Biraz açar mısınız?
Bu ülkede partili cumhurbaşkanlığı sistemine geçildi. Cumhurbaşkanı aynı zamanda bir partinin genel başkanı. Aslında tarafsız olması gereken, bütün hayatımız boyunca tarafsız olan bir konuma bir siyasi partinin liderini yerleştirirseniz diğer siyasi parti liderleri ve tabanlarıyla arasında bir rekabet ilişkisi kurar. Oysa Türkiye'nin bütününü ilgilendiren meselelerde siyaset üstü konumlanması gerekir. Örneğin bir cumhurbaşkanının İzmir'in bir ilçesinde belediye başkanlığı seçiminde taraf olmasını vatandaşımız anlamakta zorluk çekiyor. Ya da bir siyasi parti lehine açıklamalar yapmasını anlamakta zorluk çekiyoruz. Cumhurbaşkanlığı makamının partisiz olması lazım. Sayın genel başkanın ifade ettiği şey tam da bu.
TEK ADAM REJİMİ TÜRKİYE'YE AĞIR MALİYET GETİRDİ
- Yine sayın Kılıçdaroğlu'nun siyasi partilere yönelik 'Tek adam rejimini kaldıralım, güçlü bir demokratik sistem kuralım' çağrısı vardı. Bunun için CHP'nin somut bir yol haritası var mı?
Bir referandum yaşadık biliyorsunuz. Başkanlık sistemine geçişin maddelerinin oylandığı bir referandum. Bizim oradaki tavrımız 'hayır' demekti. 'Hayır'dan kasıt şuydu; mevcut parlamenter sistemin özgürlükçü, denetime açık, yürütme üzerindeki denetim görevini daha rahat yapan bir sisteme dönüştürülmesi, yargının bağımsız olması, güçler ayrılığının tam anlamıyla tesis edilmesi… Baraj tartışması da vardı. Yani seçmen iradesinin barajsız bir şekilde ya da çok az bir yüzdeyle parlamentoya yansıması gerektiğini savunuyorduk. Başkanlık sistemine geçiş için söylenen ne idi? Bu ülkede bir bürokrasi hakimiyeti var, bürokrasiyi aşmakta zorluk çekiyoruz, kararların alınması hızlanmalı diyorlardı. Türkiye’de çözülemeyen bazı meseleler var, onları çözmek için başkanlık iradesine ihtiyaç var deniyordu. Parlamenter sistemin şimdiye kadar Türkiye'yi getirmiş olduğu yer sınırlı, Türkiye'nin önü açılırsa çok daha hızlı bir mesafe alırız deniyordu. Şimdi nerdeyse 2 yıldan beri başkanlık sistemi ile yönetiliyoruz. Türkiye'nin hangi meselesi çözüldü? Türkiye’de karar alma mekanizması hızlandı mı? Şöyle hızlandı; bir kararname imzalıyorlar, sonra imzalamış oldukları kararnameyi düzeltmek için 4 tane daha kararname çıkarıyorlar. Yap-boz tahtasına döndü. Eğitimde benzer bir durum var. Dış politika tam bir facia. Ekonomik olarak derin bir krize girdik. Ve bu krizden çıkmak için doğru yönde bir çaba gösterilmediğini görüyoruz. Kararları hızlı almaya çalışmakla, hatasız almaya çalışmak arasında, danışarak almaya çalışmak arasında büyük bir fark var. Bunların tamamı tek adam rejiminin Türkiye'ye getirmiş olduğu maliyettir. Bu ağır maliyetin ortadan kalkması lazım. Ama sonuçta bu bir yerel seçimdi ve bunu yerel seçimde olması gerekenleri konuşarak geçirdik. Yerel seçim geçti. Erken seçim de istemiyoruz. Şimdi artık iktidarın önünde 4 yıllık bir süre var. Bu 4 yıllık süre içinde Türkiye'nin temel meselelerini çözmek için bizden istediği bir destek varsa, ki biz bunu şimdiye kadar ısrarla söyledik ama hiçbir karşılık almadık. Ekonomiye dair tam bir sene önce 13 maddelik bir paket hazırladık. Bir sene geçmiş olmasına rağmen kriz derinleşiyor ve hiçbir adım atmadılar. Dolayısıyla yaşanan krizin tek sorumlusu iktidar ve başkanlık rejimidir. Bu rejim bu şekilde devam ettiği sürece Türkiye'nin önünün açılması mümkün gözükmüyor.
- AKP Grup Başkanı Naci Bostancı, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ni rehabilite edilmesi konusunda çalışmalar yapıldığını söyledi. Siz böyle bir çalışmayı destekler misiniz?
Yani sisteminin yanlışının farkına varmışlar, onu reforme etmeye çalışıyorlar, mesele bu mu? Biz bunu referandum öncesinde söylüyorduk. Yaşamaya başlayınca akılları başlarına gelmiş ama şunu söyleyeyim, sistemi ne kadar reforme etmeye çalışırlarsa çalışsınlar, sistemin temellerinde problem var.
TÜRKİYE İTTİFAKI DİYE BİR LAF VARDI, NE OLDU?
- Yani CHP böyle bir çalışmaya destek vermez mi?
Çalışmanın ne olacağını bir görelim. Kuru kuruya söylenmiş laflar üzerinden cevap vermek istemeyiz. Hatırlarsanız bir ay önce de Türkiye ittifakı diye bir lafı vardı. Ne oldu?
- Türkiye İttifakı şimdi kulislerde yeniden konuşuluyor. Siz Cumhurbaşkanı'ndan böyle bir adım bekliyor musunuz?
Türkiye ittifakı lafı telaffuz edildi, biz daha içeriğinin ne olduğunu bilmeden, ki hala bilmiyoruz Devlet Bahçeli sert bir çıkış yaptı. Anlaşılan o ki, o içeriğini biliyor. Ve mesele rafa kalktı. Şimdi önce bu lafı ortaya atanların içeriği ile ilgili bir şey söylemesi lazım ki, biz de tartışalım. Tartışılacak bir şey yok ortada. Türkiye ittifakı lafı konjonktürel olarak ortaya atıldı ve sonra rafa kaldırıldı. Şimdi başkanlık sistemi ile ilgili bazı düzenlemeler yapılabilir deniliyor, ne olduğu belli değil. Somut bir şeylerle gelmeleri lazım ki, tartışmaya değer bulunsun.