'Erdoğan da Atatürk rolü istiyor'

Akademisyen Murat Aytaç 'Atatürkçülük siyasetin bilinçdışı varoluşudur. ‘Kurucu Ata’ olma rolüne soyunan herkes bir şekilde Atatürk ile hemhal olur. Özal da Evren de bunu istedi' diyor.

'Erdoğan da Atatürk rolü istiyor'

HABER MERKEZİ- Akademisyen Murat Aytaç, Erdoğan'ın Atatürk vurgusu için "Atatürkçülük Türkiye’de siyasetin bilinçdışı varoluşudur. Atatürk devlet kurucu rolündedir. O yüzden Türkiye’de kurucu Ata olma rolüne soyunan herkes bir şekilde Atatürk ile hemhal olur. Ona muhalefet etse de onu anlamaya başlar. Bu açıdan Atatürkçülük bir devlet kurma siyasasıdır. Böyle bir arzu var: İktidar olmaya şef olmaya, sınırlanmamış iktidar yetkisi kullanmaya" değerlendirmesi yapıyor.

Mezopotamya Ajansı'ndan Kenan Kırkaya, Ankara’da son günlerde en fazla konuşulan konulardan seçim barajının düşürülmesi, AKP ile MHP arasındaki ittifak, Erdoğan’ın "Atatürkçülüğü CHP’ye bırakacak değiliz" açıklamalarını Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden ihraç edilen akademisyen Ahmet Murat Aytaç’a sordu. Aytaç'ın Kırkaya'nın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

Yüzde 10 seçim barajı her seçim öncesi gündeme gelir anacak düşürülmez. Bugün bu konunun yeniden gündeme gelmesi ve partiler arası ittifak tartışmaları var. Konu neden gündeme geldi?

Bu tartışmalar, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile anayasal düzenlemesinin siyasete getirdiği yeniliklerdir. Öncelikle Türkiye’de uzun süreden beridir uygulanmayan yeni türden bir seçim anlayışı sürdürülüyor. Günümüz Türkiye’sinde siyasetin teleolojik hedefi seçimdir. Partiler seçimlere odaklanmış oy makineleri gibi işler. Siyasisini, diskurunu, taktik ve stratejilerini belirleyen temel etkendir seçim. O yüzden seçimi değiştirirsen her şeyi değiştirmiş olursun. 2019 yılında yürürlüğe girecek olan yeni düzenleme ile beraber, aynı anda iki farklı seçim yapılacak, farklı usul ve esaslara göre. Bunlardan biri parlamento ve yasamayı belirlemeye yönelik olacak, ikincisi cumhurbaşkanı belirlenecek aynı anda.

- İki partili sisteme geçilmek istendiği yönünde yorumlar var?

Tam öyle değil. Melez bir yapısı var bu sistemin. Yüzde 60 sağ, yüzde 35-40 arasında değişen bir sol seçmen şeklinde, Türkiye seçmen kitlesi stabilize olmuştu. Hata bunu temel bir ilke olarak benimseyen siyaset analizcileri vardı. Fakat bu artık değişiyor. Önceki seçimlerdeki AKP’nin alabildiği oy yüzde 40-45 civarındaydı. O nedenle yüzde 50 artı 1 üzerine çıkabilmesi için 5 ve üzeri bir oy oranına ihtiyacı var. Yeni seçim gerilimlerini bu çerçevede değerlendirmek lazım. Atatürkçülük tartışmasından tutun da, MHP ile ittifaka kadar… MHP, HDP’nin alternatifi olarak görülmeye başlandı…

'Erdoğan da Atatürk rolü istiyor' - Resim : 1

- HDP’nin başarısından mı bahsediyorsunuz?


Tabii, HDP’nin 7 Haziran’da aldığı yüzde 13’lük oy birçok şeyi değiştirdi. Hatta yüzde 4-5 puanlık bir seçmen kitlesi daha HDP’yi düşünmeye başladı ve yüzde 17-18 potansiyeline yaklaşabilirdi. O yüzden AKP için artık küçük oy gruplarının bile değeri artmış durumda. Çünkü bunlar sonuca etki edecek. Baraj tartışmasını da bu çerçevede değerlendirmek lazım.

- MHP, HDP’nin alternatifi olarak görülmeye başlandı" dediniz. Ama AKP ile ittifak konusunda bu çevreler daha çok HDP’yi suçluyordu.

Ama barajın simgesel bir anlamı vardı ve kalktı. Ama pratik değeri halen sürüyor. Bu baraj meselesinde HDP’yi hariç tutarak söylüyorum, iktidar olmadan önce herkes buna karşıdır ama iktidar olduktan bunu savunur.

Her sopanın iki ucu var. MHP’nin Akşener ve ekibiyle başı beladaydı. Yeni siyasi akıl ve zihniyet Bahçeli’nin bunlarla başa çıkmasını mümkün kıldı. FETÖ vb. suçlamalarla parti içindeki muhalefeti susturdu. ‘Az olsun benim olsun’ anlayışı ile hareket etti Bahçeli. MHP’nin iç çatışmalarında bu bildiğimiz bir taktik. Muhalifleri tasfiye edip küçülmek, bu küçük partiyi, o anki büyük gücü temsil eden partiye eklemlemek ve devlet imkanlarını kullanarak, yeniden güçlenmek…

- Öncesi var mı bu örneğin?

Muhsin Yağcıoğlu ve arkadaşlarının partiden tasfiye edilmesi sürecinde de gördük. Büyük Birlik Partisi’nin ortaya çıkması… Eski Ülkücü kadroların büyük bir kesimi ve Yazıcıoğlu’nun başını çektiği ekip, daha İslami ağırlıklı bir politika yapmak için partiden tasfiye edildi. Bu MHP’yi baya küçültmüştü. Eğer tasfiye olmasalardı partiyi ele geçireceklerdi. Meşru yollarla parti içi muhalefetin elde tutulamadığı koşullarda MHP içerisinde başvurulan bir yöntem bu. Muhalifleri tasfiye edip, iktidar partisine yanaşmak ve devlet imkanları ile yeniden güçlenmek… Özal döneminde de böyle oldu. Şimdi de aynı yöntemlere başvuruluyor.

- Bu MHP’yi çok trajik bir noktaya getirmedi mi? AKP ile ittifak yapmayı adeta küfür sayıyordu ve HDP’yi bununla suçluyordu…

Elbette. ‘Bunlar Kürtlerle anlaştılar, Başkanlık gelecek ardından federasyon, ardından ülke bölünecek’ falan diyorlardı. Üstelik bunu sadece MHP yapmadı, CHP başta olmak üzere hepsi HDP’yi bununla suçluyordu. Tabii ki bütün bunlar 7 Haziran seçimlerinden önceydi. MHP’yi savunmak bana düşünmez ama en sert şekilde eleştirdiğim insanları bile onların gözünde görmek isterim. Yüzde 13 MHP’yi korkuttu. HDP, 3’üncü parti konumuna geldi. CHP ile AKP’nin hükümet kurmak için anlaşma imkanı yok denecek kadar azdı. MHP, HDP’li bakan görmekten korktu. Bir boyutu da budur. ‘Kürtleri böyle engellemiş olduk’ demeye başladılar.

- Baraj tartışmaları da herhalde bununla ilgili. Çünkü HDP yüzde 13 oy alarak aslında barajı yıkmış oldu. Başkaca bir anlamı var mı baraj tartışmalarının?


Baraj tabii ki şuana kadar hep yönetimde istikrar söylemi ile savunuldu. Ancak anayasadaki ‘temsilde adalet yönetimde istikrar’ ilkesinin gözetilmesi gerekiyordu. Türkiye’nin parçalı yapısını da gerekçe yaparak daha çok istikrar meselesi üzerinden konuyu öne çıkardılar. Daha önce aslında çoklu koalisyonlar da kuruldu. Fakat bana soracak olursanız, istikrar meselesinin bu kadar öne çıkarılması: Devletin kurucu ilkelerine meydan okuyabilecek güçleri parlamento dışında bırakmak ile ilgili bir durumdur. Pratik anlamda Kürtleri meclisin dışında tutmak… HDP bunu anlamsızlaştırdı. Baraj fiilen bir anlam ifade etmemeye başladı. Bağımsız aday olma, etrafında dolanma meselesi her zaman yaşanıyordu. Ama barajın simgesel bir anlamı vardı ve kalktı. Ama pratik değeri halen sürüyor. Bu baraj meselesinde HDP’yi hariç tutarak söylüyorum, iktidar olmadan önce herkes buna karşıdır ama iktidar olduktan bunu savunur.

- İktidar olan savunmaya başlıyor…

Bunun nimetlerinden faydalanıyorlar. Türkiye’de uygulanan seçim sistemine göre baraja takılan partilerin oyları, oyu en fazla olan partiye gidiyor. Bunu daha sonra savunuyor olmalarının milletvekillerinin süper emekliliği gibi bir boyutu da var.

- Yönetimde istikrar meselesi paradoksal olarak Kürtlerin meclisin dışında itilmesinde de kaynaklanmıyor mu? Yani bunca siyasi gerginlik, çatışma zaten Kürtler ötekileştirildiği için yaşanmıyor mu?

İstikrarın ikili hata daha fazla anlamı var. Burada yönetimde istikrar derken dar anlamda hükümet istikrarı kast ediliyor. Türkiye’nin bu konuda deneyimleri var. Güneş Motel olayı, milletvekili transferleri falan… Bu siyasi transferler hem siyasetin kalitesini düşürür hem de siyasette palavracılığı artırır. Hiç kimse tek başına iktidar olamayacağı için partiler her şeyi vaat ederler. Bir de istikrarın daha genel anlamda, toplumun yönetilebilir olması ile ilgili bir boyutu var. Sizin işaret ettiğiniz bu ikinci boyutudur. Yani toplumun yönetilebilir kesimlerinin yönetilmeye rıza göstermesi ile ilgili boyutudur. Derin anlamda bakarsanız temsil adaleti olmadan yönetimde istikrar da olmaz. İnsanlar kendilerini yöneten kuralların oluşmasında söz sahibi olduğunu his ettiği anda buna rıza gösterirler. Bu baraj ile Türkiye toplumunun bazen yüzde 20’sinin oyları parlamento dışında kalıyordu. Her açıdan bu istikrarsızlığa kapı aralayan bir durumdu. Bunu kendileri söylüyordu zaten. Bir yandan İslamcılar ve Kürtlere ‘gelin mecliste siyaset yapın’ diyorlardı ama bir yandan da bunların önüne baraj konuluyordu.

Yeni siyaset tarzı, bütün meşruiyetlerini seçimden aldıkları güç ve referans ile yapabilir. Bu tür liderlerin seçim kaybetmeye tahammülleri yoktur. 7 Haziran bu tahammülsüzlüğün hem eseri hem de göstergesi oldu.

- Dediniz ki AKP’nin yeni sistemde yüzde 5 üzeri bir oya ihtiyacı var o yüzden MHP ile ittifak yapıyor. Ama siyasette iki kere iki dört etmiyor. Öyle olsaydı 16 Nisan’da AKP ile MHP’nin oyları yüzde 61 oranındaydı. AKP bu riski nasıl kaldıracak?

Böyle bir risk yok. Olsa bile en otoriter, baskıcı yönetimler bile riskleri bütünüyle yönetemezler. Hedeflediğin bazı şeyler bazı başka risklere kapı aralar. Komplo teorilerinin kökeni buna dayanıyor ve Türkiye siyasetinde risklerin yarattığı durumlar var. Erdoğan tipi yöneticilerin en temel sorunu seçimleri yönetebilmektir. Bu Türkiye ve Putin için de böyledir. Bu yeni bir siyaset tarzdır. Bütün meşruiyetlerini seçimden aldıkları güç ve referans ile yapabilirler. Bu tür liderlerin seçim kaybetmeye tahammülleri yoktur. 7 Haziran bu tahammülsüzlüğün hem eseri hem de göstergesi oldu. Seçim kaybetmeyi kabul etmeyeceğini gösteren bir tutum içerisine girdi hükümet.

HDP’ye ve Kürtlere yönelik öfkenin nedeni bu mu?

Burada HDP’nin yarattığı sonuçlar da var. ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ sözüyle HDP gözünü Türkiye’deki seküler kesimin oylarına dikti. O güne kadar hep Kürtlükle, asayiş ile anılan bir siyaset modernleşmeye, çağdaşlaşmaya referans yapılan farklı türden bir arayışın ilgi odağı olmaya başladı. HDP’nin yeni bakış açısı ve Türkiye partisi olma arayışının doğal bir sonucuydu. AKP’nin HDP ile anlaşma imkanı yoktu çünkü zaten çözüm sürecini de, Kürt sorununu da başkanlık yolunda atılacak adımlar olarak görüyordu. Onların çözümden anladığı şey ile Kürtlerin talep ettiği şey aynı değildi. Küçük kardeş olarak Müslümanlık bağı üzerinden Kürtlerin razı olması, Millet-i Sadıka olmasını istediler…

Erdoğan tipi yöneticilik dediniz…


Putinizmin semptomudur. Seçimlere endeksli tutum belirleme anlayışı, otoriter eğilimin dışavurumu.

- O açıdan her şey 2019 seçimlerine mi endeksli?

Her şey değil ama büyük oranda böyle olduğunu düşünüyorum. Burada bir kaç durum var. AKP’nin iktidarını sürdürmek için devletle kurduğu bağın sürekli garantiye alması ile devletin Ortadoğu ve dünyadaki gelişmeler ve değişimler içinde ayakta kalabilmesi arasında yaşanan bazı geçişler var. Mesela Kürt sorunu artık sadece Türkiye’nin iç meselesi olarak görülen bir sorun değil. Daha önce AB ve Amerika bunu böyle değerlendiriyordu. Bu değişti.

-Nereye doğru değişti?

Artık uluslararası güçlerin de kayıtsız kalmadığı üzerine söz söylediği bir sorun haline geldi Kürt sorunu. Türkiye’deki Kürt siyasetçiler de bunun farkındalar.

-MHP ile AKP ittifakı seçimlere endeksli ise bu ittifak ne kadar sürer, nereye evrilir?

Devletin kurucu ilkeleri karşısında AKP’nin tutumunun ne olacağına bağlı olarak gelişecek. İttifakın kaderi buna bağlıdır.

Atatürkçülük Türkiye’de siyasetin bilinçdışı varoluşudur. Atatürk, devlet kurucu rolündedir. O yüzden Türkiye’de kurucu Ata olma rolüne soyunan herkes bir şekilde Atatürk ile hemhal olur. Ona muhalefet etse de onu anlamaya başlar.

-Atatürkçülük tartışması bu işin neresinde?

Tam göbeğinde. Atatürkçülük Türkiye’de konumlandırılması, sıfatlandırılması güç bir isim. Belli bir nesnesi olmayan boş bir isim. Mesela bize okullarda öğretilen 6 temel ilkesi olan, devletin resmi kurucu ideolojisi olan bir tanımlama var. 60-70’lı yıllarda anti-emperyalizm olarak adlandırılan bir Atatürkçülük var. Marksizm’in Türkiye’de yerli bir kök bulma arayışı olarak vücut buldu. Devrimci bir öğreti olarak adlandıranlar oldu. Bir de Kürtlerin bir Atatürkçülük tanımı var. Bu durumu tersinden eleştirel okuyanlar da var. Ama ben Atatürkçülüğü olumlu olarak değerlendirenler açısından söyleyeyim. 90’lı yıllardan sonra Refah-Fazilet, Milli Görüş çizgisinin ağırlığının artmasından sonra, yani laiklik elden gidiyor tehdidi karşısında özellikle kentli orta sınıfın geliştirdiği sivil bir Atatürkçülük de gelişti. Kemalistler ilk kez devletin korumasından mahrum kaldılar ve sokaklara çıkıp gösteriler yaptılar. Geçmişte ‘Ordu var o bizi korur’ diyen bu kesimler şimdi 23 Nisan’ın kutlanmasını bile devrimci bir eylem olarak belirlemeye başladı. Yaşam tarzlarına yönelik tehdide karşı hassasiyet gösteren kesimleri ikna etmeye yönelik bu tartışma başlatıldı. AKP bu konuda olumsuz algıları izole etmeye çalışıyor. Yani yüzde 5 ve üzeri bir oyu ikna etme arayışıdır bu Atatürkçülük tartışması. Bu görünen neden...

- Görünmeyen neden...

Atatürkçülük Türkiye’de siyasetin bilinçdışı varoluşudur. Atatürk devlet kurucu rolündedir. O yüzden Türkiye’de kurucu Ata olma rolüne soyunan herkes bir şekilde Atatürk ile hemhal olur. Ona muhalefet etse de onu anlamaya başlar. Bu açıdan Atatürkçülük bir devlet kurma siyasasıdır. Böyle bir arzu var: İktidar olmaya şef olmaya, sınırlanmamış iktidar yetkisi kullanmaya.

- Erdoğan bu rolü mü istiyor?

Türkiye’de ikinci ve tali liderlerin tamamı bu rolü üstlenmeyi istediler. Özal da istedi, Kenan Evren de istedi... Burada Atatürk olmak isteğinden tarihsel Atatürk’ü kast etmiyorum. Devlet kuran kişi anlamında Atatürk’ten bahsediyorum. Bu devlet artık Abdülhamit’i, monarşiyi kaldıramaz. Cumhuriyeti bir formda devleti yeniden ihya edecek kuracak kişi anlamında. Bu açıdan bir tür Atatürk olma etkisi var Türk siyasetinde. Türk siyasetindeki bütün liderlerde bir tür ikinci adam duygusu hakim. Şevket Süreyya bu bahtsızlığı İnönü açısından dile getiriyor ve ‘gölgedeki adam’ yakışması yapıyordu. Birinci adamın arkasından gelen ikinci adam psiko-patolojisi var. Devrimci liderler dahil bütün liderler de, hele böyle tutkulu liderlerde bunun etkisi olmuştur. Hükümetin bugünkü valilerle ilişkisine bakın tek parti uygulamaları gibi gelmiyor mu?

- Peki, HDP’nin 7 Haziran seçimlerinden sonra özellikle "Biz koalisyon kurmayacağız" yaklaşımında siz de bir yanlışlık görüyor musunuz?

Bunu söyleyen kesimler oldu, HDP içinde ve dışında da. HDP’nin duruşunu sol sapma olarak nitelendirenler oldu. Ama HDP bir çatısı olarak ortaya çıktı. Sol hareketin, Kürt hareketinin insan kaynakları desteği, devrimci bir çizgide ayağa kaldırma projesiydi. İlkeler açısından değerlendirildiğinde başkanlık sistemi HDP için kabul edilebilir değildi. Demokrasi ve özgürlükleri önemseyerek ortaya çıktı HDP.

erdoğan akp atatürk