Tutuklu siyasetçi Nazmi Gür: Yeni bir barış süreci DEM Partili belediyelerin mücadelesine bağlı
Tutuklu siyasetçi Nazmi Gür, "Yeni bir 'barış süreci' DEM Partili belediyelerin demokrasi mücadelesine bağlı" dedi. Kobanê Davası'yla ilgili konuşan Gür, "Bizler siyasi saiklerle rehin alınmış durumdayız" ifadelerini kullandı.
Artı Gerçek - Kobanê Davası'nda 'devletin bütünlüğünü bozmak 'suçuna yardımdan 18 yıl, 'suç işlemeye tahrik suçundan' 4 yıl 6 ay hapis cezası verilen siyasetçi Nazmi Gür, tutuklu bulunduğu Sincan 2 nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevin'de yerel seçimler, DEM Partili belediyeler, Kürt sorunu, Kobanê Davası ve güncel sorunlara ilişkin soruları yanıtladı.
Serhat News'in sorularını yanıtlayan Gür, 8 yıllık kayyım yönetiminin ardından DEM Parti'nin yeniden kazanmış olduğu belediyelerde yeni bir mücadele başladığını belirterek, "Başta büyükşehir eşbaşkanlarımız olmak üzere, tüm arkadaşlarımızın yereldeki çabası, çalışmaları ve ortaya koyacakları emek ve hizmetler demokrasinin ve barışın temelini oluşturacaktır. Gelecekte yeni bir ‘demokratik çözüm süreci' ya da 'barış sürecinin' DEM Parti ve kazandığımız belediyelerin yükselteceği demokrasi mücadelesine bağlı olduğuna inanıyorum" dedi.
Kobanê Davası'nda verilen cezalara ilişkin de konuşan Gür, "Bizler ‘siyasi saiklerle’ rehin alınmış durumdayız" dedi. AİHM'nin Selahattin Demirtaş'la ilgili verdiği karara değinen Gür, Azerbaycan örneğini hatırlatarak "Demirtaş kararı uygulanmazsa aynı süreç işleyecek ve ilk kez iki ayrı davadan ‘ihlal prosedürüne muhatap olacak. Bunun sonucu da Türkiye’nin Avrupa Konseyi'nden atılmasına kadar varır" ifadelerini kullandı.
Gür'ün Serhat News'in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
Yerel seçimlerin üzerinde yaklaşık 3 ay geçti(sorular yaklaşık 2 ay önce gönderilmişti). Bu süreçte belediyelerinizin Van performansını takip edebildiniz mi, takip ettiniz ise performanslarını nasıl buldunuz?
Yerel seçimlerin üzerinden yaklaşık olarak 5 ay geçti. Belediyelerimizin / yerel yönetimlerimizin ‘performansını’ değerlendirmek epey erken olur. Kayyım yıkımından sonra yapılacak ‘erken’ değerlendirmelerin çok katkı sağlayacağını düşünmüyorum. Seçilmiş arkadaşlarımıza da haksızlık yapmamalıyız. Halkımızın beklentilerinin yüksek olduğunun farkındayım. Ancak takdir edersiniz ki cezaevi koşullarında Van’ı ve seçilmiş olan değerli arkadaşlarımızı da kimi bilgi kırıntıları üzerinden değerlendirmek hakkaniyete sığmaz.
HALKIMIZ 'OLAĞAN ÜSTÜ KOŞULLARDA' YAŞADIĞIMIZIN BİLİNCİNDE
Merkezi hükümetin ‘kayyım’ politikaları, belediyelerimizi hem idari ve hem de mali olarak işletilemez / yönetilemez hale getirdi. Merkezi hükümetin vesayeti altındaki belediyelerimizden, borç ve yolsuzluklarla ‘geleceği’ çalınmış yerel yönetimlerden ‘eksiksiz hizmet’ beklemek adil bir tutum olmaz. Arkadaşlarımız şimdi enkaz kaldırıyorlar. Diğer yandan ‘borç’ ödeyecekler. SSK ve vergi borçları nedeniyle ödenekleri kaynaktan kesilecek. Tasarruf tedbirlerinden ise hiç söz etmiyorum bile. Diğer yandan kayyım atama tehdidi sürüyor. Hakkari’ye yapılan müdahaleye hepimiz tanık olduk. Elbette ki kimi bahaneler ve özürler üretecek değilim. Ancak halkımız ‘olağan üstü koşullarda’ yaşadığımızın bilincinde, belediyelerimizi sahiplenmeli ve arkadaşlarımızın, kıt kaynaklarla yapacağı hizmetleri de bu sahiplenme bilinciyle karşılamalıyız. Halkımız, yerel yönetimlerimiz/belediyelerimiz etrafında kenetlenmeli.
Van’ı iyi bilen bir siyasetçi olarak sizce belediye eş başkanlarınızın Van’a ne yapmamaları gerekiyor, Van’ın kangrenleşmiş sorunlarının çözümü için neleri yapmaları gerekiyor?
Öncelikle belediye eşbaşkanlarımıza (tümüne) selam ve sevgilerimi gönderiyorum. Benim için buradan bu koşullarda öneri sunmak hem mümkün değil hem doğru olmaz. Seçilen ve görev alan arkadaşlarımızın partimizle birlikte, halkımız için, gecelerini gündüzlerine katacaklarına olan inancım tamdır. Demokrasi, özgürlükler ve barış mücadelesinde çok ağır bedeller ve çokça emek var. Tüm arkadaşlarımızın bu bilinçle çalışacağına ve başarılı olacaklarına inanıyorum. Bu konuda söyleyeceğim son söz: Başta büyük şehir eş başkanlarımız olmak üzere, tüm arkadaşlarımızın yereldeki çabası, çalışmaları ve ortaya koyacakları emek ve hizmetler demokrasinin ve barışın temelini oluşturacaktır. Gelecekte yeni bir demokratik çözüm süreci ya da Barış sürecinin DEM Parti ve kazandığımız belediyelerin yükselteceği demokrasi mücadelesine bağlı olduğuna inanıyorum.
Küreselleşen dünyada, yerelin ön plana çıktığı, büyük bir önem kazandığı günümüzde başta Van olmak üzere tüm illerde partinizin yerele gerektiği gibi eğildiğini, Kürt sorunu haricinde kent sorunlarına yeteri düzeyde ilgilendiğini düşünüyor musunuz? Sizce bundan sonrası için ne yapması gerekiyor?
Küreselleşmeyi tartışanlar, ‘yerelleşmeyi’/ küreselleşmeye bir alternatif olmaktan çok, küreselleşmeyle ‘uyumlu’ bir kavram olarak yorumluyorlar. Hatta şöyle bir kavram da türettiler: Küyerelleşme. Özellikle batıda yükselen aşırı sağ ve milliyetçilik, devletleri içe kapanmaya, ulus-devleti takdim etmeye yöneldiler. Yukarıda da sözünü ettiğim ‘güvenlikçi’ politikalar esas olarak bu anlayışa dayanıyor. Aslında bugün Türkiye’de karşılaştığımız ‘otoriteleşme’ tam da böyle bir sürecin sonucu. Küreselleşme kaçınılmaz olarak ulus devletleri ‘değişime’ zorluyor. Ancak küreselleşmenin içinde ciddi bir direnç oluşuyor. Bu direnci oluşturanlar, kapitalist modernitenin içinden çıkanlar. (Yoksa burada sözünü ettiğim Marxizim, Sosyalizm, sol ya da işçi sınıfının/ yoksulların oluşturduğu toplumsal muhalefet değil. Bunu ayrıca değerlendirmek gerekir.) Sözünü ettiğim direnç bizatihi ‘sistemin’’ kendi içinde ürettiği direnç. İşte bizde bunun komplikasyonlarıyla boğuşuyoruz.
Uzun yıllar Brezilya’nın Porto Allegro kentinde başlayan ve sonraları tüm dünyaya yayılan ‘SOSYAL FORUM’ mücadelesi içinde bulundum. Dünya sosyal Forumu ve daha sonra bölgesel ve yerel sosyal forumlar küreselleşmeye karşı yoksulların/emekçilerin/ezilen halkların ve cinslerin ‘alternatif’ yeni bir yaşam, yeni bir dünya mümkün şiarıyla somut bir mücadele hattını örmüştü. Bu mücadeleden çok önemli demokratik deneyimler edindik.
Çevrenin, doğanın korunması, ekolojik, demokratik bir toplum yaratılmasının mümkün olduğu, daha insani doğayla/çevreyle barışık yerleşimler/konutlar oluşturabileceğimiz fikri bu forumlarda gelişti ve bir çok ülkede yaşama geçirilmeye çalışıldı/çalışılıyor. Suyumuzun, havamızın ve toprağın inanlığa yani hepimize ait olduğu fikri buralarda bilince çıkarıldı. Yolumuz uzun … Mücadele engellerle dolu. Durumlar bir değil ki…
Partimizin programı okunduğunda, sadece Kürt sorununa odaklanmış bir program olmadığı görülecektir. Elbette bugün Türkiye’de en temel sorunlardan biri hiç kuşkusuz Kürt sorunudur. Öncelikle ‘çözüm’ bekleyen sorunların en başında gelir. Ne var ki hayatın olağan akışı, çoğunlukla sorunların sıralanmasını geçicide olsa değiştirebiliyor. Ülkedeki giderek derinleşen ‘Ekonomideki Kriz’ buna bağlı olarak yoksullaşma, açlık, işsizlik vb. gibi sorunlar halkın gündeminde en önemli sorunlar olarak ortaya çıkıyor. Bizim de siyasetçiler olarak ve parti olarak bu gerçeğe gözlerimizi yummak, sırtımızı dönmek mümkün değil.
Yukarıda da anlatmaya çalıştığım gibi, yerel ve ülke hatta global düzeyde dünyada yaşanan olaylar, deyim yerindeyse iç içe geçmiş bir durumda. ABD’deki küçük bir ekonomik ‘değişim ’ bütün dünyayı etkilediği gibi bizi de dolaysıyla ‘yereli’ de etkiliyor.
Tüm bu olumsuz gelişmelere rağmen, hem partimiz Dem Parti ve hem de belediyelerimizin politikaları ve oluşturacakları programlarla başarılı olacaklarını düşünüyorum. Kuşkusuz kimi zamanlar yetmezlikler olacaktır. Bizlere düşen partimiz etrafında bir araya gelmek belediyelerimiz, Eş başkanlarımız ve seçilmiş arkadaşlarımızla dayanışmayı yükseltmektir. Demokratik denetim ve eleştiri (yapıcı) hakkımızı da koruyarak…
Kobanê davasında çok ağır cezalar verildi. Bunu neye yorumluyorsunuz ve bu cezaların Kürt sorununa olumsuz bir etkisi olacak mı?
Kobanê Kumpas davasında, hukukun üstünlüğü, adil yargılanma hakkı, adil ve tarafsız mahkemeler gibi hukukun ve adaletin olmazsa olmaz ilkeleri ayaklar altına alındı. Çiğnenmeye de devam ediliyor. AHİM’in Demirtaş ve Yüksekdağ kararında tespit ettiği, bizler ‘siyasi saiklerle’ rehin alınmış durumdayız. Elbette ki bu kararları alanlar ve uygulatanlar, bu tür siyasi davaların ağır politik sonuçlarını çok iyi biliyor. İki tanesini ben söyleyeyim: İlk olarak; Kavala, Demirtaş ve nihayetinde Yüksekdağ AHİM kararları nedeniyle ve Türkiye’nin bu kararların gereğini (AHİS’in 46.ve Anayasanın 90.maddesi) yerine getirmeyeceğini siyasi bir kararla çok net ilan etti. Kavala dosyası Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinde. Ve bu dosyanın ‘ihlal prosedürü’ başlatılmış durumda. Demirtaş kararında aynı prosedürü izleyecek. Daha önce Azerbaycan aynı prosedüre muhatap kalmıştı. Kararın ‘gereğini’ yerine getirince Avrupa Konseyi üyeliğini koruyabildi. Avrupa Konseyi tarihinde bir üye ülke, Demirtaş Kararı (Kobani Dosyası) uygulanmazsa aynı süreç işleyecek ve ilk kez iki ayrı davadan ‘ihlal prosedürüne muhatap olacak. Bunun sonucu da Türkiye’nin Avrupa Konseyinden atılmasına kadar varır.
Şu kadarını söyleyeyim ki Türkiye NATO üyesi olabilmek için önce Avrupa Konseyi (AK) üyesi olmuştur. Böylece batı değerlerini kabul ettiğini ilan eden Türkiye ‘güvenliğini’ de batı bloku ile kurduğu ittifaka bağlamıştı. Şimdi batı değerlerine uymayacağını ilan etti. Şangay İşbirliği örgütü’ne (ŞİÖ) göz kırpmakta. Bedelini de halklarımız ekonomideki krizle ödüyor.
Diğer önemli bir sonuç da siyaset, diplomasi ve alanlarında yıkıcı bir şekilde kendini gösteriyor. İşte özellikle Kavala ve Demirtaş (Kobani Davası) genel anlamda hukuk ve adaletteki çürümenin Türkiye’ye olan maliyeti. Kavala ve Kobani kumpas davası açıkça birileriyle pazarlık masasında. Demokratik bir devlet yurttaşlarının insan haklarını, müttefikleri de olsa başka ülkelerle pazarlık konusu yapmaz. Bu iki dava konusunda olup bitenler tam da budur ve maalesef kaybeden ve ağır bedeller ödeyen halkımızdır.
Deneyimli bir siyasetçi olarak size şunu sorayım; mevcut hükümetle yeni bir çözüm süreci olur mu ve AKP hükümeti Kürt sorunu çözecek bir siyasi anlayışa sahip mi?
Çatışma çözümleri’ konusu bütün dünyada önemsenen ve özellikle başta ABD olmak üzere batıda çok önemli bir akademik çalışma alanıdır da. Bu konuda uzun yıllar çalışmış bir çok ülke ‘deneyimini’ yerinde incelemiş biri olarak şunu söyleyebilirim ki; çatışmaların çözümü ve nihayetinde barışı sağlamanın yolu, iktidarda bulunanların siyasi rengine bakılmaksızın; diyalog, müzakere ve karşılıklı görüşmelerden geçer. Burada önemli olan iktidarda hangi partinin olduğu, kimin ya da kimlerin yönettiğinden çok, çözüm için taraflarda, siyasi iradenin varlığıdır. Demokratik çözüm ve barış sürecinde partimiz, başta eş başkanlarımız Sayın Selahattin Demirtaş ve Sayın Figen Yüksekdağ olmak üzere, dönemin meclis grubumuzu oluşturan milletvekillerimiz, seçilmiş belediye başkanlarımız yani HDP olarak ciddi ve samimi bir destek verdik ve büyük çabalar harcadık. Sonucu biliyorsunuz. Esas olarak Kobani Kumpas Davası bu ‘barış sürecinin’ yargılanması ve bir daha bu tür süreçlerin Türkiye’de yaşanmaması için açılmış bir dava. Kuşkusuz iktidardakilerin yaklaşımları, niyetleri de son derece önemlidir. Şu kadarını söyleyeyim mevcut durumda bu iktidarda Kürt sorununun demokratik, siyasal, barışçıl çözümü için ne bir siyasal irade var ne de bu konuda ortaya konulmuş bir ‘’iyi niyet’’ beyanı. Dolayısıyla mevcut konjonktürde kısa vadede bir ‘yeni çözüm süreci’ öngörüm yok. Ancak bu konuda hiç de kötümser değilim. Partimizin, yerel yönetimlerimizin barışa giden yolda atacakları her kararlı adım bizleri çözüme yaklaştıracaktır. (röportajın tamamı)
KOBANÊ DAVASI'NDA KÜRT SİYASETÇİLERİN ALDIĞI CEZALAR
18 kişinin 7 yılı aşkın süredir tututuklu olduğu davada, alfabetik sıraya göre açıklanan cezalar şöyle:
- Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Ahmet Türk'e "silahlı terör örgütüne üye olmak" suçlamasıyla 10 yıl hapis cezası verildi.
- Ağırlaştırılmış hapis cezası istenilen Ali Ürküt, "Devletin birliğini bozma eylemine yardım" iddiasıyla 13 yıl 4 ay hapse mahkum edildi. Ürküt’ün tutukluluk halinin devamına, 'suç işlemeye tahrikten' de ayrıca 3 yıl 9 ay hapis cezası verilmesine hükmedildi.
- Ağırlaştırılmış hapis cezası istenen Alp Altınörs’e 18 yıl hapis cezası verildi. Tutukluluk halinin devamına karar verildi. "Suç işlemeye tahrik" iddiasıyla 4 yıl 6 ay hapis cezası daha verildi.
- Altan Tan'ın beraat etti.
- Ayhan Bilgen beraat ettirildi.
- Ayla Akat’a 9 yıl 9 ay hapis cezası verildi. Tutukluluk süresi göz önünde bulundurularak tahliye kararı verildi.
- Aynur Aşan’a 9 yıl hapis cezası verildi.
- Aysel Tuğluk beraat ett.
- Ayşe Yağcı 9 yıl hapis cezasına mahkum edildi. Mahkeme heyeti, tutukluluk süresini göz önüne alarak tahliyesine karar verdi.
- Bircan Yorulmaz ve Berfin Özge Köse için beraat kararı verildi.
- Bülent Parmaksız "devletin bütünlüğünü bozmak" suçlamasıyla 16 yıl ceza aldı. "Suç işlemeye tahrik" iddiasıyla 2 yıl ceza verildi. Söz konusu cezada arttırım yapılarak, 4 yıl 6 aya çıkarıldı.
- Can Memiş hakkında beraat kararı verildi.
- Cihan Erdal ve Dilek Yağcı'ya 16 yıl hapis cezası verildi. Yağcı'ya "Suç işlemeye tahrik" iddiasıyla ayrıca 2 yıl hapis daha verildi ancak bu ek cezada artırım yapılarak, 4 yıl 6 aya çıkarıldı. Tutukluluk halinin devamına karar verildi.
- Emine Ayna'ya 10 yıl hapis cezası verildi. Yurtdışı yasağı konuldu.
- Beyza Üstün için beraat kararı verildi.
- Figen Yüksekdağ'a "Devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozma" suçundan 19 yıl hapis cezası verildi. Tutukluluk halinin devamına karar verilirken ayrıca "tahrik ve bu suçun basın yoluyla işlendiği" gerekçesinden 4 yıl 6 ay hapis cezasına hükmedildi. "Terör örgütü propagandası"ndan 1 yıl 6 ay ceza verilirken, "Kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılma" sebebiyle 2 yıl hapis daha çıktı. Seçim yasaklarına aykırı hareketi ettiği gerekçesiyle de 3 ay ceza aldı. Yüksekdağ'a Mehmet Tunç’un cenazesinde yaptığı bir başka konuşma sebebiyle 1 yıl 6 ay, Van’da yaptığı bir konuşmadan da 1 yıl 6 ay ceza verildi. Yüksekdağ'a toplamda 30 yıl 3 ay hapis cezası verildi.
- Gültan Kışanak'a "terör örgütü üyeliğinden" 12 yıl hapis cezası verildi. Heyet, tutukluluk süresini göz önünde bulundurarak adli kontrol şartıyla tahliyeye hükmetti.
- Günay Kubilay'a "Devletin bütünlüğünü bozmak" suçlamasıyla 16 yıl hapis cezası verildi. Tutukluluk halinin devamına karar verildi
- İbrahim Binici beraat etti.
- İsmail Şengül'e 16 yıl hapis cezası verildi. Tutukluluk halinin devamına karar verildi.
- Meryem Adıbelli "terör örgütü üyeliği"nden 6 yıl ceza aldı. Adli kontrol şartıyla tahliyesine karar verildi.
- Mesut Bağcık'a "terör örgütü üyeliği" iddiasıyla 9 yıl hapis cezası verildi. Adli kontrol şartıyla tahliyesine karar verildi.
- Nazmi Gür'e 'devletin bütünlüğünü bozmak 'suçuna yardımdan 18 yıl, 'suç işlemeye tahrik suçundan' 4 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
- Nezir Çakan'a örgüt üyeliğinden 9 yıl hapis cezası verildi.
- Pervin Oduncu'ya 'devletin birlik ve bütünlüğünü bozmak' suçlamasıyla 18 yıl, 'suç işlemeye tahrikten' 4 yıl 6 ay ceza verildi.
- Sebahat Tuncel'e örgüt üyeliğinden 12 yıl hapis cezası verildi. Tutukluluk süresi göz önünde bulundurarak adli kontrol şartıyla tahliyeye hükmedildi.
- Selahattin Demirtaş'a "Devletin birliği ve bütünlüğünü bozmaya yardım" suçlamasıyla ağırlaştırılmış müebbet cezası verildi, ceza 20 yıla çevrildi. Tutukluluk halinin devamına karar verildi. "Suç işlemeye tahrik"ten 4 yıl 6 ay ceza verildi. 21 Mart 2016 Newroz'unda yaptığı konuşmadan 2 yıl 6 ay cezaya hükmedildi. Ayrıca, 29 Şubat'ta Diyarbakır'da yaptığı konuşmada 'halkı kanunlara uymamaya tahrik' iddiasıyla 1 yıl 6 ay hapis cezası verildi. "Propagandadan" 2 yıl 30 ay daha ceza verildi. Demirtaş’a "yasa dışı gösteriye tahrik" iddiasından da 3 yıl hapis cezasına hükmedildi. Demirtaş’a Cizre’de yaptığı bir açıklamasında 2911 sayılı yasaya muhalefetten 1 yıl 6 ay ceza çıktı. "Suç ve suçluyu övme" iddiasıyla 1 yıl 6 ay ceza verildi. Yine propaganda suçundan 2 yıl hapis cezasına hükmedildi. Başka bir suç iddiasından da 1 yıl hapis cezası verildi. Demirtaş için toplamda 42 yıl hapis cezasına hükmedildi
- Sırrı Süreyya Önder beraat etti.
- Zeki Çelik'e, "Devletin birliği ve bütünlüğünü bozma" suçlamasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Söz konusu ceza "yardımdan" dolayı 18 yıla düşürüldü. Yakalama emrinin infazının beklenmesine karar verildi. Ayrıca "suçu tahrik" iddiasıyla 4 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
- Zeypep Karahan "Devletin bütünlüğünü bölmek suçuna yardım"dan 18 yıl, "suç işlemeye tahrik"ten 4 yıl 6 ay hapis cezası aldı.
- Zeynep Ölbeci'ye "Silahlı terör örgütü" üyeliğinden 9 yıl, propagandandan 3 yıl 9 ay hapis cezası verildi. Kaçma şüphesi gerekçesiyle tutukluluk halinin devamına karar verildi.