Yeşil Sol adayı Ayşegül Doğan: Babamı bu topraklarda yeniden keşfediyorum

Yeşil Sol Parti’nin Şırnak Milletvekili Adayı, gazeteci Ayşegül Doğan, "Ben de bir kez daha bu topraklarda babamı keşfediyorum. Belki hiçbir zaman öğrenemeyeceğim anılarla, biriktirdiği insanlarla karşılaşıyorum" dedi.

Yeşil Sol adayı Ayşegül Doğan: Babamı bu topraklarda yeniden keşfediyorum

Artı Gerçek - Yeşil Sol Parti’nin Şırnak Milletvekili Adayı, gazeteci Ayşegül Doğan, girdiği her dükkanda sevgiyle ve ilgiyle karşılanıyor. Doğan çalışmalarını, babası Orhan Doğan’ın mirasını özenle taşıyarak yürütmeye çalıştığını dile getiriyor.

Gazete Karınca'nın sorularını yanıtlayan Doğan, "Babamın bir izleği vardı ve o izlek de hep barışa dönüktü… Babamın hayata bakan yüzüne tutunabilir ve oradan hareketle şu anda adayı olduğum bölgeye ve bu bölgeden hareketle Türkiye’nin geneline dair bir şey yapabilirsem çok mutlu olurum. Belki o zaman ‘Evet ben bu mirası taşıyabiliyorum’ diyebilirim!" diye konuştu. Ayşegül Doğan'ın sorulara verdiği yanıtlar şöyle:

Senin adaylığın herhangi bir adaylık hikayesinin ötesinde. Çok önemli bir mirası da devraldın ve baban Orhan Doğan’ın ardından Şırnak’tan milletvekili adayı oldun. Adaylığın doğup büyüdüğün topraklarda nasıl karşılandı ve bu miras sana nasıl hissettiriyor?

Ben de bir kez daha bu topraklarda babamı keşfediyorum desem… Şu anlamda söylüyorum bunu, belki hiçbir zaman öğrenemeyeceğim, belki hiçbir zaman duyamayacağım, belki hiçbir zaman gazeteci olarak karşılaşamayacağım anekdotlarla, anılarla, biriktirdiği insanlarla karşılaşıyorum. Tabii bu karşılaşmaların hepsi bir hak, hukuk mücadelesinin izini sürmemi de sağlıyor. Aynı zamanda demokratik işleyiş ve hak hukuk talebi açısından baktığımızda nelerin değiştiğini, nelerin değişmediğini; bu değişenlerin ve değişmeyenlerin aslında ülkenin aleyhine zaman içerisinde nasıl işlediğini de görüyorum. Dolayısıyla çok üzücü, çok sarsıcı bir tarafı var. Çünkü bu üzerinde gezdiğimiz, şu anda bulunduğumuz yer de dahil olmak üzere bu coğrafya biraz daha özel bir coğrafya. Kürt illerinin tamamında durum böyle ama Şırnak coğrafyası, Botan bölgesi çok özel çünkü adım attığımız her yerde, dokunduğunuz her insanda onulmaz acılar, yaralar ve yaşanmışlıklar var. Bu bana bir kadın olarak, bir Kürt olarak, bir Türkiyeli olarak, bir gazeteci olarak, bir de hani böyle bir insanın kızı olarak gerçekten çok ağır geliyor. Her yerine acı işlenmiş, her yerinde yıkım, kayıp olan bir coğrafyanın hala ısrarla demokratik siyaset yolunu ve kanallarını açmak istemesi ve şimdi de bunun için bedel ödüyor olması, başından beri buna bu kadar çok bağlı olması, inanması, bu umudu büyütmek için bu kadar çok çabalaması insanda söyleyecek söz bırakmıyor bazen.

Gazeteci kimliğinle de Şırnak’a gidip geliyordun ve aynı zamanda memleketin olması hasebiyle de sık sık ziyaret ettiğin bir kentti. Şu anda o zamanlardan farklı olarak nelere tanıklık ediyorsun?

Bunca yaşanmışlığa rağmen bu kadar ısrarlı bir barış isteği insanı hem sarsıyor hem şaşırtıyor. ‘Nasıl olabilir?’ sorusunu sordurtuyor yer yer. Çünkü bu kadar çok acı yaşayan toplumlar genellikle farklı duygularla kuşanırlar, farklı bilenmeler gelişebilir, mesela daha milliyetçi hale gelebilirler. Bu coğrafyada gezdiğinizde bundan eser görmüyorsunuz. Bunlar bildiğimiz şeylerdi ama şimdi insanlara daha doğrudan temas edebiliyorsunuz, kampanya gereği köy köy geziliyor, evlere, hanelere giriliyor. Kimseye öncelik vermeden yapıyorsunuz bunu. Çünkü herkese ulaşmak gibi bir hedefiniz oluyor. Herkese ulaşmak gibi bir hedefiniz olduğunda da bu gazetecilik fokusunun dışına çıkan bir şey oluyor. O yüzden ben yeni bir şeyi de keşfediyorum. Gazetecilikte genel kampanyayı takip edersiniz, birine eşlik edersiniz, gün boyu onunla olursunuz ve yalnızca o güne, o ana tanıklık edersiniz. O günün hikayelerini biriktirir ve o günden hareketle bir haber yaparsınız. Ama aday olarak geldiğinizde, bir bölgeye hele de o bölgenin tamamına ulaşmak gibi bir hedefiniz varsa çok sayıda insan hikayesi dinliyorsunuz ve her kuşağın ne kadar farklı acıyla kuşandığını görüyorsunuz. 80’leri anlatan başka anlatıyor, 90’ları anlatan bambaşka bir şey anlatıyor, yine 2000’li yılları anlatan bambaşka bir deneyim aktarımı yapmış oluyor. Sonuçta değişmeyen şöyle bir şey görüyorsunuz, hangi iktidar olursa olsun, devlet bir devamlılık esası üzerinden gitmiş. Şırnak özelinde bu böyle mesela. Savaş politikalarının sosyal, psikolojik, cinsel, toplumsal şiddet ayağı tırmanarak artmış, yalnızca çatışmasızlık dönemlerinde azalmış. Ama hiçbir zaman tamamen ortadan kalkmamış. Üstelik her iktidar dönemi, kendi çözümsüzlük politikalarıyla birlikte şiddetin veçhelerini de farklılaştırarak gelmiş. Kendi çocukluğumdan bu yana baktığımda hiçbir şey değişmemiş. Ben ilkokulu, ortaokulu, liseyi burada okudum ve sonra buradan gitmek zorunda kaldım. Burada yaşarken, çocukken de gençken de genç bir kadınken de hep en önde hedef grubun içerisindeydim. Maalesef şimdi sahada; yine gençleri, çocukları ve kadınları bu savaş politikalarının hedefleri arasında en önde görüyorum. Tabii bu sahadan edindiğimiz izlenimler ile seçim süreci bittikten sonra asıl o zaman bu süreçte biriktirdiklerimizin envanterini döküp herkesin kendi alanına dönük politikalar geliştirebilmesi ve bunu yalnızca parlamenter siyasetle sınırlı tutmaması gerektiğini düşünüyorum.

‘BABAMIN BARIŞA DÖNÜK İZLEİĞİNİ SÜRDÜREBİLİRSEM...'

Babamla başladık ona geri dönmek gerekirse, ondan bir mirası devralmak yerine belki şöyle kurmak daha iyi gelebilir bana; babamın bir izleği vardı ve o izlek de hep barışa dönüktü. Diyalog yolunun açılmasına ve bunu kurmaya dönük bir izlekti. Eğer o yolda yürüyebilirsem, o izleği sürdürebilirsem, onun tevazusuyla, onun halkçı tarafıyla, onun barışçı yüzüyle, onun aydınlık tarafıyla bunu yapabilirsem, babamın hayata bakan yüzüne tutunabilir ve o oradan hareketle şu anda adayı olduğum bölgeye ve bu bölgeden hareketle Türkiye’nin geneline dair bir şey yapabilirsem çok mutlu olurum. Belki o zaman ‘Evet ben bu mirası taşıyabiliyorum’ diyebilirim.

Sen gazetecisin ve çok da başarılı bir gazetecisin. Ayşegül Doğan deyince yalnızca Orhan Doğan’ın kızı değil bir gazeteci geliyor akla. Neden siyasete atılıyorsun? Deyim yerindeyse taşın altına elini daha fazla sokmayı neden göze aldın?

Aslında o taşın altındaydı hep elimiz. Doğduğumdan beri o el hiçbir zaman o taşın altından çıkmadı diyebilirim. Çünkü tam da içine tam da göbeğine doğdum. 1980’li, 1990’lı yıllarda Cizre’deydim. Cizre’de yaşadım. 1994’te babamlar tutuklandı ve 1995’te yurt dışına gitmek zorunda kaldım. Sonrasında da benim için ve tabii benim gibi bir sürü insan için bambaşka hayatlar başladı. Pek çok insan yerinden göçertildi. Pek çoğu sürgüne gitmek zorunda kaldı. Ben de bir nevi sürgün edildim. Evet statü olarak sürgün statüsünde değildim ama Türkiye’de okuyamadığımdan üniversite eğitimi için yurt dışına gitmek zorunda kaldım. Adaylık meselesine gelince teklif Şırnak için geldi. Evet bütün seçimler kritik, doğru ama Türkiye’de yeni bir sistemin inşasına dair belki de ilk defa bu kadar büyük bir toplumsal konsensüs sağlanıyor. Evet çok büyük bir toplumsal kutuplaşma da var bir yandan ama değişimin öncüsü olabilecek güçler toplumsal muhalefeti bugüne kadar getirenler ve bununla birlikte bu toplumsal belleği saklı tutanlardır. Çünkü kurulacak yeni sistem yeniden bazı şeylerin inkârı, onların yok sayılması üzerine kurulacaksa buna yeni dememizin imkânı olmayacak. Ama bunların en ideal biçimde olmasa da en azından bu topraklar üzerinde yaşayan dinlerin, dillerin, inançların, halkların kabulü üzerine kurulabilmesi için bir şeyler yapabilir miyim acaba diye düşünüp bu teklife olumlu yanıt verdim. Tabii ki burada beni; kadın olmak, gazeteci olmak, Kürt olmak ve de Türkiyeli olmak iç içe geçmiş bir şekilde motive etti, teşvik etti. Bu, beni daha riskli bir alanda iş yapmaya yöneltmiş olabilir ama ben zaten Türkiye’de gazeteciliği de hepimiz gibi bu riski göze alarak yapıyordum. Bu alanlara dair sorular soruyordum. Bu alanlara dair programlar, söyleşiler yapıyordum ya da bu alanlara dair haber takibi yapanların haberlerini yapıyordum. Onlarla dayanışıyordum. Dolayısıyla bu çemberin içinde veya dışında olmak gibi bir şey değil. Şöyle diyorum ben, aynı çatı altında evin bir odasından diğer odasına geçtim. Ben daha çok böyle hissediyorum. Yalnız değiliz, çok kalabalığız. Türkiye’de böyle düşünen çok sayıda insan var ve bunlar artık yalnızca Kürt illerinde ve Kürtler değil. Evet Kürtler ve yıllardır Kürtlerle ittifak yapan güçler, bir öncü hareket, bir öncü blok olarak Türkiye’deki demokrasi, özgürlük düşünce ve ifade özgürlüğü mücadelesini yürütüp kadına yönelik şiddete karşı en çok mücadele eden ve bedel ödeyen güçlerdir. Şimdi bunu büyütebilir ve çoğaltabiliriz. Bu toplumsal konsensüsün sağlanabilme ihtimaline güç verip aynı zamanda bir dönemin belleğini de yani 90’ların, 80’lerin, 2000’lerin belleğini de bu gücün içine katarak bu güce nasıl bir katkım olabilir acaba diye düşünerek ikna oldum. Şırnak’ın buna ihtiyacı olduğunu ve Şırnak için bir şeyler yapabileceğimi düşündüm.

Peki Ayşegül Doğan’ı nasıl bir vekil olarak göreceğiz?

Sözlerimle değil de eylemlerimle bunu ortaya koyabilmeyi hedefliyorum. Seçim kampanyasına ilk geldiğim gün ilk selamlamada dedim ki ‘Ben sizi dinlemeye geldim. Evet bizim de anlatacaklarımız var. Ama ben önce sizleri dinlemek istiyorum. Siz anlatın. Çünkü biz aslında insanların sesi, soluğu olmayı hedeflemeliyiz. Parlamenterlik benim aile pratiğimde de -hiç altını çizmek istediğim bir şey değil ama biraz önce izlek dediğim için bunu söylüyorum- izini sürmeyi hedeflediğim kişi için de hiçbir zaman bir makam, bir mevki, bir koltuk değildi. O yüzden elini taşın altına koymak oluyor ve böyle tercüme ediliyor ve işte siz de öyle soruyorsunuz soruyu. Peki ne olabilir bu eylemler? Vekillik beni, gazetecilik dikkatinden ve titizliğinden ya da gazeteciliğin hakikati açığa çıkarma isteğinden uzak tutsun istemiyorum. Bunu koruyabilmek istiyorum. Çünkü bu o hakikati açığa çıkarmada, o insanların sesini duyurmada beni çok destekleyecek bir şey. İyi ki var gazeteciliğim diyorum. İyi ki var. Ayrıca gazeteciliği seviyorum ve onu yapabilmeyi, sürdürebilmeyi de hedefliyorum. Tabii burada bir deontolojik ve etik tartışma da açılıyor. Ama keşke Türkiye demokratik bir ülke olsaydı ve ben gazeteci olarak kalabilseydim. Siyasete doğrudan girme ihtiyacım olmasaydı. Gazeteciler de tarafsız değil, bizim de fikirlerimiz var, biz de bir tarafız. Kamu yararından, kamusal barıştan, toplumsal barıştan, toplumsal özgürlüklerden yana tarafız. Dolayısıyla buna dair de bir şeyler yapmayı istiyorum.

Sen normalde İstanbul’da yaşıyorsun. Şırnak’la bağını nasıl canlı tutmayı düşünüyorsun?

Evet İstanbul’da yaşıyorum ama hiçbir zaman hiçbir yerde çakılı yaşamadım. Son yıllarda gazetecilik faaliyetlerim nedeniyle İstanbul’da yaşıyorum. Ama ben bir yanıyla da hep Cizre’deydim. Bütün akrabalarım Cizre’de yaşıyor ve burayla her zaman bir bağım vardı. Şimdi daha geniş bir alanda bir bağımın olması gerekecek ve olan bir bağı yeniden canlandırmak gerekecek. Ama ben hep buradaydım, dün de öyleydi yarın da öyle olacak. Bu benim yadırgadığım ya da aman nasıl yaparım dediğim bir şey değil. Cizre mitingimizde de söyledim, Şırnak’ın kazanması, Cizre’nin kazanması İstanbul’un kazanması demek. Aynı zamanda Duhok’un kazanması demek, Urmiye’nin, Andiver’in kazanması demek. Kimileri okuyunca İstanbul ne alaka diyebilir ama öyle değil. Artık gerçekten burada kazanmak İstanbul’da kazanmak, İstanbul’da kazanmak da burada kazanmaktır. Birbirinden ayrılmaz bağlarla iç içe geçmiş halklardan, taleplerden ve toplumsal bir muhalefetten bahsediyoruz. Bu kazanımlar zaten ortaklaşmış durumda. Şimdi siyasetin bu ortaklaşmanın önünü açması gerekiyor. İşte biz tam da orada işlevsel bir rol üstlenebilirsek başarmış sayabiliriz kendimizi. Bu rol bizim lokal olarak seçmenimizle nasıl ilişki kuracağımızı aşan bir şey. Evet seçmen seni yanında görmek, yalnız olmadığını bilmek istiyor. Senin onun bağrından çıkıp gitmiş olman ona çok büyük bir güç katıyor, senin onunla aynı dilde aynı kültürde iletişim kurman, aynı yerde bulunman, aynı sofrada, aynı şeyi paylaşman onu ve seni çok güçlendiriyor, bu doğru. Ama seçmenin senden beklentisi bununla sınırlı değil. Bundan daha büyük bir beklentisi var. Tam orada işte dediğim gibi biz o fonksiyonu yaratabilirsek zaten seçmenin yanında olmuş oluyoruz. Mesela bugüne kadar bu mücadele uğruna emek vermiş ve neredeyse tutuklanmamış insan yok. Ama hiçbiri o seçmenden uzak düşmemiş. Seçmen de onlardan ayrı kalmamış.

Sence önümüzdeki dönemde nasıl bir meclis göreceğiz? Kürtler açısından demokratik siyasette nasıl bir yeni dönem olacak? Zor bir süreç daha kapıda diyebilir miyiz?

Evet dediğiniz gibi zor bir süreç, kolay değil ama Kürtler ve Kürtler gibi demokrasi ve özgürlük isteyen insanlar için Türkiye’de hiçbir zaman hiçbir şey kolay olmadı. Burada mühim olan bizim üzerinde konuşulması gereken konu başlıkları olarak belirlediğimiz hususlardır. Mesela Türkiye’nin bir anayasa ihtiyacı var. Yeni sistemin nasıl olacağı, bu ülkede konuşulan dillerin -başta Kürtçe olmak üzere- nasıl bir yasal güvence altına alınacağı, kadına yönelik şiddete dair neler yapılacağı bundan sonrası için en önemli gündemlerimiz olacak. Çünkü şu anda Cumhur İttifakı bugüne kadarki kadın kazanımlarını da, 6284’ü de hedef almış durumda. Ekolojik sorunlar var. Bulunduğumuz coğrafyada artık ormanlar yalnızca yakılmıyor, ağaçlar kesiliyor. Bütün bu konu başlıklarını konuşabilmek için önce bunu konuşabilecek zemini oluşturmak gerekiyor. Gazetecilikten de biliyoruz ki Türkiye’de çok ciddi bir otosansür sorunu var. Kürt meselesinin çözümüne dair soru sorduğumuz zaman bile artık muhataplık meselesini neredeyse soramaz hale geldik. Çünkü muhatap meselesi çok boyutlu, çok faktörlü konuşulması gereken bir şey. Ama bu soruyu sormak ya da bu soruya dair yanıt vermek bile suç unsuru sayılır hale geldi. Üstelik hangi dönemde oldu bu? AKP iktidarı döneminde. Kim peki AKP iktidarı dönemi dediğimiz dönem? Bizzat 2013’te Milli Güvenlik Kurulu’ndan çıkmış bir kararla çözüm sürecini başlatmış ve yürütmüş AKP iktidarı. Şu anda o süreçten dolayı bazı insanları içeride tutuyor, bazılarını yargılıyor, kendileri de hiç bu sürecin içerisinde yer almamışlar gibi Mesela CHP lideri Kılıçdaroğlu’nu Kandil’le ittifak yapmakla suçluyor. Şimdi aynı dili yeniden kurmak istemiyorum. Ama böyle bir zemin varken konuşmanın imkânı yok. Bu zemin başka bir hal almalı, değişmeli. Benim yeni parlamentodan en büyük beklentim en azından bu zemini oluşturabilecek gücü ortaya koymaları.

Peki 14 Mayıs’ta sandığa gidecek seçmene özellikle de kararsız seçmene ne söylemek istersin? Neden sandığa gitsinler, neden sana ve partine oy versinler?

Şırnak bölgesinde kararsız seçmen kalmadı diye düşünüyorum, öyle ümit ediyorum. Neden Yeşil Sol Parti’ye oy versinler? Biraz önce de söyledim daha yeşil bir Şırnak olsun diye Yeşil Sol Parti’ye oy versinler. Zaten burada her şey kadınların öncülüğünde oluyor ama yine de kadınlar özel savaş politikalarının doğrudan hedeflediği ve en önde hedef aldığı gruplar oluyor. Onlar daha özgür olsunlar, daha fazla bedel ödemesinler, daha fazla canları yanmasın diye Yeşil Sol Parti’ye oy versinler. Burada işsizlik çok büyük bir sorun ve ekonomik sorunları da yine savaş ekonomisinden bağımsız ele alamıyoruz ne yazık ki. Bunun ortadan kalkması için Yeşil Sol Parti’ye oy versinler. Daha demokratik bir Türkiye için, daha özgür yarınlar için bize oy versinler. Yeşil Sol Parti’de birlikte değiştirelim.