Doğa yaşamında huzur ararken, kepçeyle karşılaşmak
YAŞAM - Yaz tatillerinde, Türkiye'nin birçok bölgesinde, kırsal alanda yaşam sürerken 15 yıl önce Alakır Vadisi'ne yerleşmeye karar veren Tuğba Günal ve Birhan Erkutlu çifti, burada kendilerine köy yaşamı kurdu. Doğada huzur ararken, karşılarında kepçe gören ve ilk defa HES'i burada duyan çift, şimdi Alakır'da HES'lere karşı verdikleri mücadeleyle tanınıyor. Çift, bu süreçte, vadinin 929 hektarlık alanını korumaya aldırmayı da başardı.
Eski Kadıköy'lü, yeni Alakırlı Birhan Erkutlu ve Tuğba Günal çifti, 2000'li yılların başında tüm canlıların ortak ihtiyacı olan yeme, içme ve barınma ihtiyacının şehir yaşamında giderek, sağlıksız hale dönüşmesini sorgulamaya başladı. Kendilerine, doğada alternatif yaşam arayan çift, sırt çantalarıyla Anadolu'da yolculuğa çıktı. Kendi söylemlerine göre, 'şehrin ortasında doğup, doğanın ortasında büyüyen' çiftin sırt çantalı yolculuğu, Beydağları'nın önemli doğal alanlarından Alakır Vadisi Kuzca köyünde, Hamide Teyze ile karşılaşmalarıyla sona erdi. Alakır'da, kendilerine köy yaşamı kuran çift, çalı ve çamurdan yaptıkları evde yaşıyor, tüm gıda ihtiyaçlarını ürettikleri sebze ve meyvelerle karşılıyor.
10 YILLIK HES MÜCADELESİ
Alakır Vadisi'nde, 2004 yılında, nehre yakın yaklaşık 15 dönümlük arazi satın alan çift, burada köylülerle birlikte yaşam kurdu. Çadır hayatından yerleşik hayata geçen ve ekmeğinden her türlü gıda ihtiyaçlarına kadar bu arazide ürettikleriyle yaşam süren çift, 5- 6 yıllık süreç sonunda Alakır Nehri'nde yapımına başlanılan HES'lerle tanıştı. Çiftin yaklaşık 10 yıldır HES'lere karşı verdikleri hukuki mücadele sonucunda Alakır Vadisi, Danıştay tarafından 1'inci derecede Doğal Sit Alanı ilan edildi.
NEHİR KURTULDU, ONLAR SUSUZ KALDI
Bu kararın ardından Bakanlar Kurulu'nun da onayıyla Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 2 HES projesi bulunan Alakır Vadisi'nin üst bölgesi, Kesin Korunacak Hassas Alan ilan edilirken, vadinin çok önemli diğer bölümleri de korunacak alanlar arasına alındı. Ancak çiftin arazilerinin hemen yakınına kurulan HES şirketiyle uzun yıllar süren hukuki mücadele, bugün farklı boyutlara taşındı. HES şirketi, çiftin hemen yanındaki araziyi satın alıp, doğal kaynak suyunu da keserek, Günal ile Erkutlu'yu 116 gün susuz bıraktı. Mahkeme kararıyla yeniden sularına kavuşan çift, Alakır'da yaklaşık 15 yıllık öykülerini ve verdikleri mücadeleyi anlattı.
'TEMEL İHTİYAÇLAR SORGULATTI'
Doğada yaşama tercihinin, tüm canlıların en temel ihtiyaçları yeme, içme ve barınmayı sorgulattığını belirten Birhan Erkutlu, "Yiyecekler bozulmaya, sular pet şişelere girmeye, ikame ettiğimiz yerlerin kiraları ve yaşam koşulları çok sağlıksız olmaya başlayınca biz de bu yaşantıyı sorgulamaya başladık. Edindiğiniz kazanç karşılığında aldığınız içme suyu, gıda ve barınma gibi en temel ihtiyaçlarınız size sağlıksız ürünler olarak geri dönüyor. Biz de dedik ki 'Acaba alternatif bir yaşam mümkün mü?' Tabi on binlerce yıldır olduğu gibi bunun için bir toprak parçası ve çok az bir suya ihtiyacınız var. En azından barınmanızı inşa edip kendi tarımınızı, bostanınızı yapıp, kendi doğal kaynak suyunuzu çıkartıp bunları çözebilirsiniz. Bizi tetikleyen biraz da bu oldu" dedi.
'ALAKIR TESADÜF OLDU'
Tükettiklerine karşı sorumluluklarının da kendilerini çok yıprattığını dile getiren Erkutlu, "Hem çevreye duyarlıydık; ama orada tükettiğimiz ürünün üretim aşamalarında hem emek sömürüsü hem doğa sömürüsünün olduğunu bile bile bunu yapmak zorunda bırakılmak da bizi çok yıpratıyordu. Hem 3 temel ihtiyacımızı sağlıklı olarak karşılamak hem de şehirdeki tüketim çarkının içerisinde istemeden de yol açtığımız emek ve doğa sömürüsüne katkıda bulunmamak için kırsala yerleşmeye karar verdik. Onun içinde şehirden çıktık ve gezinmeye başladık. Tesadüf Alakır Vadisi oldu. Aslında çıktığımızdan beri Anadolu'nun her bir metrekaresi bir ömür rahat rahat insanları besleyecek, bakacak, koruyacak tüm olanaklara sahip bir coğrafya. Yani Alakır'ın çok ekstra bir özelliği olduğundan değil, tesadüf oldu" diye konuştu.
'KÖYLÜLER EVLERİNİ, BİLGİLERİNİ AÇTI'
Birhan Erkutlu, sırt çantalarıyla gezerken, Alakır'a yerleşmelerine vesile olan Hamide Teyze'yi ise şöyle anlattı:
"Buradan geçerken, bir Hamide Teyze'miz vardı. O durdurmuştu. Bir değirmeni vardı. Un ihtiyacımızı karşılamak için gezerken, sırt çantalı, çadır ata ata yaptığımız yolculukta, ilk ona dile getirmiştik. O bize sormuştu, 'Ne yapıyorsunuz sırtınızda bunca yük, Allah size nasıl bir ceza vermiş olabilir, avare avare dağlarda dolaştırıyor?' diye. Biz de 'Hiç üretmedik, çok tükettik, günahımız çok, bir toprak parçası arıyoruz, aynı senin gibi kendine yeterli bir model ve yaşam oluşturabilmek için' dedik. Durdu, baktı ve 'Her yer toprak ya ne arıyorsun?' demişti. Doğru ya aslında, ne arıyoruz, her yer toprak. 'Yapabilecek misiniz, asıl önemli olan o?' deyip, o bize kucak açmıştı. Buradaki yerel halk bize kapılarını, ambarlarını, evlerini açtı, en önemlisi bilgilerini açtılar. Çünkü biz şehir çocuğu olarak doğada yaşamla, tarımla, ev inşa etmekle ilgili bilgilerden tamamen yoksun yetiştirilmiştik. Onlar bize bu sıcak karşılamayı yapıp, bağlarını bahçelerini, topraklarını, bilgilerini açınca biz de burada kalmış olduk."
ÇALI VE ÇAMURDAN YUVA
Alakır'a yerleştikten sonra senelerin köylülerle birlikte paylaşımla geçtiğini anlatan Birhan Erkutlu, 'yuva' adını verdikleri çalı ve çamurdan evlerini 1 haftada inşa ettiklerini söyledi. Erkutlu, "Bize şehirde bir ev sahibi olmak çok büyük bir meseleymiş gibi hep öğretildi. Bunun için mimar, mühendis olman lazım, bunlardan yoksunsan çok paran olması lazım ki yaptırabilesin; ama aslında on binlerce yıldır insanoğlu hep kendi eliyle basit yuvalar inşa etmiş. Ondan sonra daha dayanıklı, daha güvenli, daha sağlıklı olduğu sorgulanan birtakım ekstra yeni yapı tekniklerine girilmiş, betonarme, çelik konstrüksiyon gibi. Aslında doğa bütün malzemeyi bize veriyor. Yaşadığımız evi biz 2 kişi, 1 haftada herhangi bir ekstra teknik bilgiye ihtiyaç duymadan çalı ve çamurla yaptık" dedi.
EŞYALARI ŞEHİR ATIĞI
Barınmanın herkes için ulaşılabilir, erişilebilir hak olduğunu hem kendilerine hem de insanlara gösterebilmek istediklerini kaydeden Erkutlu, "’Parayı verdim, yaptırdım’dan öte her canlı kendi yuvasını yapabilecek mi? Hem kendimize bunu deneyimle fırsatı yarattık, hem de model oluşturmayı ele aldık. 'En doğru malzeme en yakın malzemedir' deriz biz. Buradaki yuva modellerinde şehir atıklarını topladık. Musluktur, sobadır, mobilyadır, tabak- çanak, kapılar, çünkü o kadar çok atığı var ki şehirlerin. Pencereleri, vanaları, tesisatları çöpten toplayıp, buradaki odun, çalı, taş, toprak gibi malzemelerin bir araya getirilmesiyle oluşan evler bunlar" diye konuştu.
HES'İ İLK DEFA GÖRDÜLER
Hem tarımsal hem inşa deneyimlerini yaşarken 5- 6 senelik süreç sonrasında hidroelektrik santrallerin (HES) gelişine şahit olduklarını dile getiren Erkutlu, şunları söyledi:
"Tabi o zaman evimizin üzerindeki güneş panelimiz, cep telefonumuz ya da bir internet bağlantımız yoktu. İhtiyaç duymuyorduk çünkü. İhtiyaç duyduğumuz bütün bilgiler burada dönüp duruyordu. Birden kepçeyi gördük ve onun yıkımına şahit olduk. Tabi refleks olarak gittik, 'Ne yapıyorsunuz?' diye sorduğumuzda HES projesi olduğunu söylediler. Biz ilk defa böyle bir şeyle karşılaşıyorduk. Sonra araştırdık, ne olduğunu gördük ve bütün nehri kapalı bir boruya alarak, 10- 15 km uzaklığa taşıyıp oradan düşürerek, o güçle elektrik üreteceklerini öğrendik. Yani doğada yaşamanıza gerek yok, suyun ne kadar temel bir yaşam hakkı olduğunu, suya erişim hakkının ne kadar önemli bir şey olduğunu yaşam için hepimiz biliyoruz. Bu vadi bizim gibi bütün canlılarla ortak yaşam alanımız ve onun bir can damarı var ve bu da Alakır Nehri."
'MÜHÜRLETTİLER AMA SÖKÜLDÜ'
Buradaki bütün tabiata can veren, mikro iklimini sağlayan nehrin alınacağını duyunca buna karşı bir şeyler yapmak istediklerini anlatan Erkutlu, "Araştırdık, 'HES nedir?' Gördük ki çağ dışı bir proje. Akdeniz sıcak ve kurak bir iklim olduğu için bunun ekonomimize herhangi bir katkısı yok. Anladığımız kadarıyla bu çok ölü bir proje ve yaratacağı yıkım da akla ziyan bir yıkım. Milyonlarca canlının yaşamı söz konusu ve onun için hukuki mücadele, barışçıl, eylemsel ve sanatsal bir mücadele başladı ve o süreç içerisinde maalesef yapılan ve mühürletsek bile proje değişikliği gibi birtakım hukuki oyunlarla tekrar o mühür sökülen HES'ler icraatlara devam ediyor" dedi.
VADİNİN HASSAS BÖLGESİ KURTARILDI
Erkutlu, mücadelelerinin sonucunda Danıştay ve Bakanlar Kurulu kararıyla vadinin 724 bin metrekaresinin 'Kesin Korunacak Hassas Alan', 8 milyon 322 bin metrekaresinin 'Nitelikli Koruma Alanı' ve 251 bin metrekaresinin 'Sürdürülebilir ve Kontrollü Kullanım Alanı' ilan edildiğini kaydetti. Böylelikle vadinin toplam 929 hektarını korumaya aldırdıklarını belirten Birhan Erkutlu, "Vadinin asıl çok hassas biyolojik yapısına sahip olan üst kotlarına yapılmak istenen 2 HES projesinin lisansı, EPDK tarafından iptal edildi. En azından bu mücadele vadinin yarısı ve en önemli biyolojik hassasiyete sahip konumunu korumuş oldu" dedi.
'MEVCUT HES'LER BİR AVM'NİN ELEKTRİĞİNİ DAHİ KARŞILAMIYOR'
Bu süreçte yapılan birkaç HES'in yıkımının da göz önünde olduğunu anlatan Erkutlu, "Zaten kuraklık da var ve üretim de yapamıyorlar. Küresel iklim değişikliği var ve bunun yansımaları direkt oradaki yatırımların ölü yatırım haline gelmesine neden oluyor. Biz hatta ufak bir hesaplama yaptık. Şu anda var olan HES'lerin toplam ürettiği elektrik miktarı bir alışveriş merkezinin tüketimini dahi karşılamıyor. Yani onlarca kilometrelik korkunç yıkım, hayvanların ve bitkilerin susuz bırakılarak öldürülmesi ve bunun bütün vadiye bir kanser gibi en tepe kodlara kadar yayılarak kar ve yağış rejimini değiştirecek sert bir müdahale yapılmasının ederi de bu aslında" diye konuştu.
ONLAR ALAKIR'I, ALAKIR ONLARI SUSUZ BIRAKMADI
Geceleri silah atışıyla taciz edildiklerini, tehdit aldıklarını da aktaran Birhan Erkutlu, son olarak HES şirketi yetkilisinin, arazilerinin sınırındaki başka bir köylüye ait araziyi satın aldığını belirterek, şunları söyledi:
"Kendi arazimizden çıkan doğal kaynak suyumuzun damarını kepçeyle kazarak, kesti. Ardından 64'lük borularla arazinin diğer tarafında Dedegöl Enerji tarafından yaptırılan hayrata suyu taşıdılar. Hayratın ve arazimizin diğer yanındaki araziyi de satın alıp, buraya da bir havuz yaptılar ve su hayrattan bu havuza taşındı. 116 gün boyunca damarımızı keserek, bizi tamamen susuz bıraktılar. 116 günlük süreçte Alakır Nehri'nden bidonlarla su taşıyıp, yaşam mücadelesi verdik. Biz Alakır'ı, Alakır da bizi susuzluktan korumuş oldu. Nihai karar alınmadı ve mahkeme süreci devam ediyor. Mahkeme, çözüm olarak hayrata götürülen sudan bize bağlantı yaptı." (DHA)