Yaylacılığın kadın yüzü: Erkekler de çalışıyor, ama yük bizim omuzlarımızda
Van ve çevre kentlerdeki yaylacıların göçü başladı. Ayları bulan bu süreçte büyük zorluklar yaşanıyor. Zorluklar, kadınlar için daha çok çeşitleniyor ve derinleşiyor. Birçok işi omuzlanmak zorunda kalan kadınlar, yayla hayatının kadın yüzünü anlattı.
Şenol BALI
VAN - Van, küçükbaş hayvancılığının yoğun olarak yapıldığı iller arasında yer alıyor. 1990’lı yıllara kadar Türkiye’deki koyunların yüzde 5,34’ü, sığırların yüzde 1,5’i Van’da bulunuyordu. Ancak 1990’lı yıllarda gerçekleşen köy boşaltmaları ve yayla yasaklarıyla beraber bu durum tersine döndü. Son yıllarda ise düşen bu oranlara maliyetlerdeki artış ve iklim krizi eklendi.
Bu sebeplerden dolayı, tarım ve hayvancılığı terk eden hatta köylerinden göç eden insanların sayısı her geçen gün artıyor. Kent merkezlerine veya batı metropollerine doğru yapılan bu göç devam ediyorken köylerinde kalan, tüm zorluklara karşın tarım ve hayvancılıkla uğraşmakta ısrar edenler veya uğraşmak zorunda kalanlar da var.
YAYLA DÖNEMİ BAŞLADI
Hayvancılık yapmaya devam edenler, her yıl olduğu gibi bu yıl da yaylanın yolunu tuttu. Haziran ayında başlayan bu yolculuk, eylül ayının sonuna kadar devam ediyor. Yaylak hayatı, giden herkes için oldukça zor ve yorucu geçiyor. Ancak kadınlar, emek ve mücadeleleri ile bu zorlukları daha derinden hissediyor.
MESAİ GÜNÜN İLK IŞIKLARI İLE BAŞLIYOR
Yayla hayatındaki her uğraş, sırtını doğaya dayandırıyor. Bu yüzden orada günler erken başlayıp geç bitiyor. Günün ilk ışıkları ile güne başlayan kadınların ilk işi temizlik. Büyükbaş hayvanları sağıp otlağa gönderdikten sonra öğleye doğru küçükbaş hayvanların sağıma gelmesi bekleniliyor. Saatler ilerledikçe, harcadıkları emeğin yoğunluğu da artıyor. Koyunlar sağılıyor, yemek hazırlanıyor, sağılan sütler mayalanıyor. Kadınların yüzlerine doğanın bereketi değil yorgunluğu yerleşiyor.
Sonrasında yeniden temizlik ve büyükbaş hayvanların akşam sağım işlemi…Fırsat bulundukça da peynirde kullanmak ve kış ayları için kurutmak üzere derin vadilere ve düzlüklere gidiliyor. Gün bittiğinde bu işlere sadece uyku arası veriliyor. Çünkü aynı döngü, ertesi sabah yeniden başlayacak ve aylarca devam edecek. Günlük rutine kadınların görünmeyen emekleri sanki görevleriymiş gibi yerleşip kalıyor.
KEŞİŞGÖL YAYLASI
Yayla hayatını yakından görmek için Van’ın Gürpınar ilçesine bağlı Keşişgöl Yaylası’ndayız. Gürpınar ve Özalp ilçesi ile merkez İpekyolu ilçesinin kesiştiği alanlardan biri. Yüzlerce köylünün uzun yıllardır yaylak olarak kullandığı verimli ve suyu bol olan bir coğrafya.
Son yıllarda hayvancılığın terk edilmesiyle beraber bu yaylaklara gelenlerin sayısında ciddi bir azalma var. Yaylada, geçtiğimiz yıl aşırı kuraklık nedeniyle mera ve otlaklardaki yaşanan verimsizlik, yağışlı geçen bu yıl da soğuklar nedeniyle beklenen düzeyi bulamadı.
Bu yıl ki soğuk havaya rağmen buraya göç eden köylüler, çadırları, ağıl, tuvalet ve kiler gibi diğer barınakları kurdu. Düzenli sıralar halinde kurulan çadırlarda yaşayanların hepsi ya aynı köyden ya da akraba. İki çadırın ve genişçe bir ağılın kurulduğu çadıra vardığımızda güneşi alan bir noktada, bir tabloyu andırırcasına bir sandalyede oturmuş kadını görüyoruz.
Hatice Meşeli isimli kadının oğlu ve gelini Sîrmo (Yabani Sarımsak) toplamaya gitmiş, kendisi de güneşin durduğu yere bakarak yaklaştığını tahmin ettiği ikindi namazını bekliyor. Arkasında elle yıkadıkları çamaşırlarını astıkları bir ip ve hemen yanı başında üzeri örtülmüş tencerelerin olduğu küçük bir tandır.
AĞIR YÜK KADINLARIN OMUZUNDA
Bu yıl erken gelmek zorunda kaldıklarını söylüyor Meşeli, köylerinde otlakların az olduğunu bu yüzden tavuğuna kadar ne kadar hayvan varsa toplayıp getirdiklerini ekliyor. 71 yaşındaki Meşeli, gelinine yardım ettiğini söyledikten sonra anlatmaya başlıyor kadınların buradaki uğraşlarını: “Sabah erken saatlerde uyanıyoruz. Temizlik falan derken inekleri sağıp gönderiyoruz. Sonra da koyunlar geliyor ve onları sağıyoruz. Koyunlar gittikten sonra akşamüstü inekleri yeniden sağıyoruz. Sonra yemek, temizlik derken gün bitiyor. Her sabah önceki günün sütünü mayalayıp peynire çeviriyoruz ve satılmak üzere kente gönderiyoruz.”
“Erkekler de çalışıyor, ama çoğu yük bizim omuzlarımızda…” Bu cümle kadınların sadece doğaya karşı değil yaşama karşı da nasıl durduklarını özetliyor. Sonra yine devam ediyor: “Rahat edemiyoruz. Her an çalışıyor vaziyetteyiz. Elbette havası güzel, yeşillik, ama yine de zahmetli. Elektrik yok, TV yok. Ama mecburuz. Başka gelir kaynağımız yok.”
Türkçeyi çok az biliyor Meşeli. Bu yüzden TV’den anlamadığını, köydeyken de az izlediğini söylüyor ancak yine de özlediğini ekliyor. “Güneş battığında hayat bitmiş gibi” cümlesi neden özlediğini tarif ediyor gibi.
Meşeli, uzun yıllardır yayla hayatı yaşadığını ifade ediyor. Ancak ona göre son yıllarda bu uğraş oldukça zorlaşmış. Nedenlerini ise şöyle sıralıyor: “Burayı satın alarak geldik. 3 ay boyunca burada olacağız. Maliyetler çok fazla. Kazanamıyoruz, ama yine de yapmaya mecburuz. Zaten köylülerin çoğu hayvancılığı bıraktı. Eski meralar yetmiyor çünkü verim düşük, bu yüzden satın almak zorunda kalıyor. Biz de bazı otlaklar satın aldık mesela. Şu an için birkaç aile geldik. Eski tadı da vermiyor. Eskiden bizim için hayatımızın çoğu böyleydi, hepimiz böyleydik o yüzden güzeldi. Ama artık çoğu bıraktı ya Van’a ya da büyükşehirlere gitti.”
'DOĞASINA RAĞMEN BİZİM İÇİN ZOR. ÇÜNKÜ SÜREKLİ ÇALIŞIYORUZ'
Buradan ayrıldıktan sonra bir kadın sesinin çocuklara seslenişini ve bu sesin yüz metre ilerisinde bulunan keskin kayalıklardan yankılanmasını duyuyoruz. Eşi, gelini ve büyük torunları kuzuları koyunlardan ayırmak için giden Nafya Tunç, bir taraftan çay demliyor, diğer taraftan üç küçük torununa kayalıklara çıkmamaları için sesleniyor.
Tunç, 63 yaşında ve 45 yıldır yaylaya gelip gittiğini söylüyor. Gürpınar ilçesinden gelen Tunç, başlıyor anlatmaya: “Aile olarak geldik, torunlarım da yanımızda. Doğası güzel, ama biz kadınlar için biraz zor geçiyor. Sürekli olarak çalışır durumdayız. Hayvanları sağ, peynir tut, temizlik yap ve yemek pişir… Bütün günümüz böyle geçiyor. Yakında koyun kırpma dönemi gelecek o zamanlar da daha çok yoruluyoruz. Bunun dışında pancar topluyoruz. Hem peynirde kullanmak hem de kurutmak için. Bu da keyif verse de yoruyor.”
Yaylalarda kadınlar, çok çalışmaktan, yorulmaktan ve yükün ağırlığından şikayetçi. Ama günlük rutinleri onlar için sonsuza kadar değişmeyecek gibi yerleşmiş. Küçük yaşta çocukları olan aileler için bu süreç daha büyük bir cefa anlamına geliyor. Anneler kadar çocuklar da zorlanıyor. Burada TV, internet yok ve telefon şarjları sınırlı. Tam da bunu anlatıyor Tunç: “Torunlarım da burada, alışmaya çalışıyorlar. Çünkü TV yok, telefon şarjları çok sınırlı. Toprakta, yeşillikte zaman geçirmeye alıştılar. Ben de bazen onlarla vakit geçirmeye çalışıyorum. Başka hiçbir şey yok.”
'DÜNYA DEĞİŞTİ. PAHALILIK BİR TARAFTAN DİĞER TARAFTAN YALNIZLIK'
Tunç, zamanın değiştiğini söylüyor biraz duraksadıktan sonra. Zaman yüzünde akıyor. Ve yüzünde beliren gülümsemeyle devam ediyor: “Dünya değişti. Pahalılık bir taraftan diğer taraftan yalnızlık. Kimse kalmadı çünkü. Gençler buraya geldiklerinde sıkılıyorlar. Şehre gitmek istiyorlar.”
“Her şey eskisinden daha zor. Otlar azaldı. Yemlerin de fiyatı arttı. Burada büyüttüğümüz kuzuları sonbaharda satacağız ve o parayla koyunlara bakacağız. Bir hayrı kalmadı artık. Günlük geçimimiz için yapıyoruz,” sözlerini kullanan Tunç, diğer eliyle simsiyah olmuş tenekenin içindeki ateşi harlıyor…