“Devlet Aklı”na uymadan

Solun büyümesinden, sosyalist partilerin kitleselleşmesinden rahatsızlık duyanlar ile Kürt siyasetinin Türkiye siyasetinde belirleyici olmasından hoşlanmayanların aynı ideolojik merkezli olduğu anlaşılmazsa, korkarım tarihsel bir süreç heba edilmiş olacak

Sol siyasetin uzun zamandır kendini tartıştırdığı, politikaları ve söylemleriyle gündemde yer bulduğu gerçeği karşımızda duruyor. Böyle olmasa tartışmaz, kendi aramızda kurduğumuz “sol muhabbet”, kendini eğleyen bir yeterlilik içinde kalmaya devam ederdi.

Sol’un bir kesiminde, “Kürt siyaseti eşittir emperyalizm” yaklaşımıyla, emperyalizmle mücadele parantezinin içine Kürt siyasetine karşı mücadeleyi ekleyip, onu “tehlike” olarak işaretleyip, devletle aynı zeminde konumlanarak, statükosuna dokunulmazlık sağlamak hala geçer akçe görülüyor.

Yine başka sol yapıların Kürt siyaseti ile dostluk ve dayanışma zeminini onu yönetmeye, ona akıl vermeye dönüştürme eğilimi veya hayali içinde kendini ilişkilendirmesinin absürtlüğü dönem dönem göz önüne düşüyor.

Kürt siyaseti adına sola, sol partilere racon kesmeye çalışan ve kendi varlığı ile Kürt siyasetinin varlığını, kendi ağırlığı ile Kürt siyasetinin ağırlığını eşitleyen kimi uç yaklaşımlarda bulduğu boşluklarda kendini mutlak doğru olarak işaretlemekten çekinmiyor.

Yine kimi sol yapıların eşitlik temelinde ama kendi varlığını ve iddiasını da ortaya koyarak, bir sol alternatif yaratma ve bu iddiayı pratikleştirirken Kürt siyasetiyle mesafeli ama dostluk temelinde hiza kurma çabası içinde rol amaya çalıştığını da ifade edebiliriz. (TİP-EMEP gibi partiler biraz bu alanı tutuyor diye düşünüyorum)

Kürt siyasetinin ise tüm bu yaklaşımları kimi zaman idare ederek, kimi zaman âtıl tutarak, kimi zaman önemli bularak solun, sosyalistlerin Kürt siyasetiyle, Türkiye ve bölge politikalarının önüne geçmeyecek şekilde ilişkilenerek, demokratik mücadele zeminini korumaya çalıştığını söyleyebiliriz. Meseleye sayısal çoğunluk temelinde değil, birlik ve mücadele temelinde baktığını ve aslında bunun bir güç okumasını da içinde barındırdığını ifade etmek yanlış olmayacaktır.

Devrimci Demokratik mücadelenin merkezine güçlü bir paradigma ile yerleşen ve bu paradigmanın ideolojik ayaklarını bulunduğu zemine doğru çakarak “dağ yerinden kımıldamaz” esprisinden hareketle konumlanan Kürt siyaseti, bu yüzden de belirleyici ve yön tutucu pozisyonunu koruyor. Bu koruma mücadelesi aynı zamanda Türkiye sol siyasetinin de kendini korumasını, kendini haraketli kılmasını sağlıyor. Bu hareketlenmenin yarattığı heyecan ve kazanma iradesinin enerjisi ise tüm mücadele alanlarına sirayet ediyor diyebiliriz.

Tam bu noktada Kürt siyasetinin, sol siyasetin gelişmesine engel olduğu çıkarımlarıyla, statükolarına bahane üreterek, şoven kesimlerin ekmeğine yağ süren ve bu tutumu Türkiye sol hareketini zehirlemek için araçsallaştıran tüm yaklaşımların da boş durmadığı, her fırsatı bu zehri yaymak için kullandığı aşikâr.

TİP ile Kürt siyaseti arasında, EMEP ile yine Kürt siyaseti arasında bir ayrıştırmayı, mücadele zeminini dağıtmayı, “Türk Solu” genellemesi içine alarak milliyetçi, şoven olarak işaretlemeyi ve hatta kimi zaman kişileri hedef alarak linçe çıkmayı, Kürt hareketinin bir taktiği, stratejisi olarak gösterme ve yine bu yolla Kürt hareketinin demokratik alanda kurduğu ideolojik zemini çatırdatmayı hedefleyen özel savaş taktiği yöntemlerin nasıl genel seçim sürecinde devreye sokulduğuna şahitlik etmiştik. Bu yöntemlerden alınan sonuçlardan hareketle şimdi yerel seçimler için bir zemin yoklaması yaptığını da görebiliyoruz.

Ez cümle;

Kürt siyasetinin güçlü bir sol, sosyalist hareketin varlığından korku ve şüphe duyacağını düşünmek ahmaklık olur.

Aksine kendisiyle eşitlik temelinde ilişki kuran ve UKKTH temelinde doğru bir mücadele ortaklığını besleyecek, Türkiye, Kürdistan ve bölge siyasetinde ağırlığını halklardan yana koyacak ve demokratik zemini güçlendirerek çözüm merkezi olabilecek güçlü bir yan yana geliş, elini güçlendirecektir.

Sosyalist merkezli birden çok kitle partisinin gelişmesi veya büyüme potansiyelinin olması elbette devletin de dikkatini çekiyor. Bu ilişkiyi, ideolojik anlamda koparmak isteyecektir. Bunun için araçlar, yöntemler ve politikalar geliştirecektir. Buna teşne devşirme birçok yapı olduğu da bilinmiyor değil.

Bu siyaseti, Batman üzerinden HÜDAPAR’ı devlet aklıyla yeniden organize ederek, Batman’da Kürt siyasetinin etkisini kırma (ki bunu yerel seçimlerde belediyenin HÜDAPAR’a kazandırılması olarak düşünelim) ve Batman’ı bu anlamda bir sıçrama tahtası olarak kullanma taktiğinden de bağımsız düşünmemek gerekir. Devlet aklı, HÜDAPAR üzerinden Kürt siyasetinin kazanımlarının üstüne çökmeyi, Batı’da ise sol, sosyalist, ilerici yapıların Kürt siyasetiyle olan bağını bölüp, parçalamayı bir strateji olarak benimsediğini gizlemiyor.

Son dönemin klasik söylemiyle ifade edersek; Batman düşerse, Diyarbakır sallanır.

Batı’da sol, sosyalistler ve ilericilerle olan bağ kopartılırsa, demokratik cumhuriyet paradigması hiçleşir.

Bu nedenle siyaset okuması yaparken, günlük garezler, öfkeler üretip iktidarın bu stratejik yaklaşımına hayat suyu taşınıp, taşınmadığına bakılması elzemdir.

Solun büyümesinden, sosyalist partilerin kitleselleşmesinden rahatsızlık duyan kesimler ile Kürt siyasetinin Türkiye siyasetinde belirleyici olmasına rahatsızlık duyanların aynı ideolojik merkezli olduğu anlaşılmazsa, korkarım ki tarihsel bir süreç heba edilmiş olacak.

Sistemin, CHP’yi, (olmadı yeni bir parti) alternatif olarak şekillendirme ve onunla birlikte İmamoğlu gibi bir aktörü (Türk Sünni, liberal, milliyetçi) lider olarak dizayn etme isteği ile, Erdoğan sonrasına uygun bir dizayn yapma stratejisi arasındaki bağ bize daha güçlü, daha bütünlüklü ve daha iradi bir siyaset ortaya koymanın ivediliğini gösteriyor.

Yani sistemin ürettiği alternatife karşı kendi demokratik alternatifini ve merkezini kurmak ve güçlendirmek.

Olmazsa olmaz olarak, birbirini kırıp dökme “mahvetme” siyasetinden ve bunu yapanlardan hızla uzaklaşıp, geleceği hedefleyen bir yolu açmak ve bunun siyasetini yapmanın yükünü şimdiden paylaşmak şart.


Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Akın Olgun Arşivi