Mecbur muyuz?

Şimdi bir kez daha “mecbursunuz” diyenlerin koltuklarını sağlama alması için birer araç, gereç muamelesi görüyoruz. Bize “sus ve denileni yap” diyenlere bir çift sözümüz olmalı. Olmasın mı?

2 gündür sosyal medyada dolaşıp duran bir video var; Sokak röportajında konuşan 18 yaşında bir genç, ekonomi yüzünden AK Parti’yi eleştirince annesi tepki gosteriyor ;

“Sen şu an kendini yaktın, bitirdin kendini”

Bir anneyi yalan söylemek zorunda bıraktıran ve bu ruh halini toplumsallaştıran bir sistemde kimse huzur bulamaz.

Karanlık tarafa geçenlerin, karanlık tarafa geçmemek için direnen ve bunda inat edenlere karşı duydukları nefretin bir sınırı olmadığına defalarca tanıklık ettik hep beraber. (Bkz Cumhurbaşkanı danışmanı olan eski komünist)

Can Atalay cezaevinde kalsın diye hukuksuzluğa kol kanat gererek, adalet talebine meydan okuyacak kadar şirazesi kaymışlar yapıyor tepemizde cümbüşünü.

Demirtaş cezaevinde diye keyif alıyorlar,

Osman Kavala’yı bir hücrede yıllardır tuttukları için neşe doluyorlar,

Gültan Kışanak’ı bırakmamak için bahane bulmaya bile ihtiyaç duymadıkları için coşuyorlar,

panzerin altında ezilen çocuklara yandan tebessüm ediyor, oğlunun kemiklerini bir annenin kucağına aylar sonra vermekten haz duyuyorlar.

Kaybedilen yakınlarının akıbetini öğrenmek için yıllardır Galatasaray meydanında direnen kayıp yakınlarına zulmetmekten güç tadımlıyorlar,

Muhaliflere, itiraz edenlere, gıkını çıkaranlara duruma göre “terörist”, duruma göre “vatan haini”, duruma göre “bölü” yaftası yapıştırıp boğazlamaktan zevke tutuluyorlar,

İnsan haysiyetini lümpenlere linç ettirip, “nasıl koyduk ama” diyen dillerini dışarı sarkıtıyor, her canını aldıkları masum haysiyeti için duvara bir çentik atıp, iktidar kabadayılığında kendilerine yer kapıyorlar.

İktidar, çıkarları için karanlık tarafa geçen insanlar aracılığıyla şiddetini, adaletsizliğini herkesin üzerinde deniyor, büyütüyor ve vicdansızlığa teşne olanların eliyle hayata yayıyor.

İhaneti, rüşveti, şiddeti makul parantezine alabilmek için kollarını sıvayanlara bakarsanız anlarsınız karşınızda pusuda profesyonelleşmiş bir alçaklığın olduğunu. (Bkz Limak’ın “sanat desteği” altında kendisini alkışlatması ve bu alkış gelsin diye ahlaksızlığına botoks çakmış gazeteci kılıklılar)

Hal böyle olmasa iki cümleyi bir araya getiremeyenlerce yönetilmez, cümle kurmanın önemsiz olduğuna övgü düzen güç pezevenklerinin elinde çırpınıyor olmazdık.

Kendisine “İslamcı”, kendisine “Kemalist” diyenlerin devlet içinde birbirine el verdiği, yağma ve talanda güç pay ettiği yerde, oğlunu korumak için yalan söyleyen bir anneyi tefe koymaya bu kadar da heveskar olmazdık.

Oysa bir annenin çocuğunu korumak için yalan söylemek zorunda kalması, çocuğun, annesi korktuğu için bunu yaptığını açık edip hem kendi onurunu kurtarıp hem de annenin korkusunun gerçek sahibinin iktidar olduğunu göstermiş olması ne çok şey anlatıyor.

“Nasıl koyduk ama” diyen o lümpen tavrın, hepimizin içinde kendine rahat bir yer bulmuş olmasını sorgulamadığımız sürece de bunun muhatabı olmaya devam edeceğiz.

Çünkü hepimiz biraz onlarız. Böyle olmasa bir kurtarıcı arayıp durmaz, koltuk için birbirinin etine dişlerini geçirip, zıp zıp olanların iki dudağı arasında demokrasi, zafer, değişim beklemezdik.

Böyle olmasa, kendimiz dışındakileri “zır cahil” ilan edip, resmi aparatları entelektüel sanıp, onlardan alıntılarla laiklik, cumhuriyetçilik yapıp, keklere, pastalara küçük bayraklar geçirip, ezik milliyetçilik pozları vererek “cemiyetin seçkinleri” havasıyla dolaşmazdık ortalıkta.

Mahcubiyet duymadığımız şeyler artık o kadar çok ki, iktidarın nasıl kazandığını sorgulamamız yanında abes kalır.

Çünkü utanmazlık safhasını atlayarak geçtik. İktidar bu atlama gücünü sağladı işte ve hepimiz kendi iktidarlarımızı bunun üzerine kurarak, kendimiz gibi olmayanı, bize benzemeyenleri cadı kazanına atıp eğledik edindiğimiz yerleri.

“Kendini yaktın kendini” diyerek çocuğunun arkasından bağıran anneyiz bu yüzden biraz hepimiz.

Hayata karşı yalanı, hakikate karşı riyayı, dayanışmaya karşı bencilliği, dostluğa karşı haseti içinde planlayan ve düşüncenin ahlakını askıya çekip “konuş” diye bağıran o işkenceci ruh nasıl da dolanıyor ortalıkta, nasıl da yokluyor hepimizin güce duyduğu ihtiyacı, kaşıyor egolarımızı.

Cevap vermemize gerek yok. Hepimiz oradaydık!

Ve şimdi bir kez daha sandığa tıkıştırıyoruz abur cubur hale getirilişimizi. Ve şimdi bir kez daha “mecbursunuz” diyenlerin koltuklarını sağlama alması için birer araç, gereç muamelesi görüyoruz.

“Seçeneksiz değilsiniz” diyenlerin sesi biraz gür çıkınca, “anlaştılar” diyenlerin bağırtısı sarıyor ortalığı. Yıllardır cezaevinde yatan Demirtaş’ı hedefe koyup, “cezaevinden çıkmak için” diyen arsızlığa çarpıyor sözlerimiz.

3. yol diyenlerin partisinin ismi çay şeker muhabbetine, “Değişmek şart!” diyenlerin sözü, çay şeker muhabbeti yapanlara takılan “sol” ağızlarda eğlenceye dönüştürülüyor.

“Tam yol ileri” ama nereye? diye soranlara hep bir ağızdan “sus” diye çemkiriyorlar.

Eleştirilerinizin arkasından “sen var ya sen, kendini yaktın” diyen ve geleceğin rantından ambargo, medyasından sansür yiyeceğinizi ima eden “iş bilir” gazetecilerin nasıl yandaş olmak için sırada beklediğine tanıklık ediyorsunuz.

Herkesi kendileri gibi sanmaktan bağırıyor, en çok bağıran olmak için çırpınıyor, gücün gözünden düşmemek için, çıktıkları mahalleye amele sümüğü muamelesi yapıyorlar.

3. Yol siyasetine karşı “anlaştılar” diye bağıran iktidar ile, “anlaştılar” diye bağıran muhalefetin nasıl ortaklaştığına, bu kirliliğin dışında kalmak isteyenleri nasıl çarmıha germek için sıraya girdiklerine ve kalemlerini nasıl silah olarak kullandıklarına şahitlik ediyoruz hepimiz.

Zaman yaklaşıyor,

Ve mecburiyetlere mahkûm etmeye çalıştıkları ruhlarımızı bir kez daha sömürmek için sivriltiyorlar dişlerini.

Annesinin korkusunu ve o korkunun gerçek sahibi olan iktidarı işaret eden ve hakikati söyleyerek onurunu koruyan o genci hatırlamalıyız.

Bize “sus ve denileni yap” diyenlere bir çift sözümüz olmalı.

Olmasın mı?


Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Akın Olgun Arşivi