Hasta mahpuslar için bir talimat yeter mi?
Halil gibi binlerce hasta mahpus hala mahpushanede. Bugün, Mahir Polat ile birlikte daha fazla dile getirilse de günün sonunda onun da durumu ATK'nın vicdanına kalmış.

Av. Erhan ÜRKÜT
Buğulu, kirli bir camın ardında pos bıyıklı, güler yüzlü bir genç: Halil Güneş. 16 yaşımda tanıştığım bu mahpus, yıllar sonra kanserle savaşırken bile gülümsüyordu. Peki, hücresinde yaşam mücadelesi veren ve özgürlüğünden mahrum bırakılan binlerce mahpus hangi vicdana sığar…
Aralık 1999 daha 16 yaşındayım. Kuru bir soğuk var. Annem ve kardeşimle beraber Ankara’ya, Ulucanlar Mahpushanesine gidiyoruz. Şehirler arası otobüslerin klima kokusunu bu cümleleri yazarken bile hissediyorum. Ama sarı veya siyah kola ile beraber meyveli kekin tadı da damağımda. Neyse görüş günü geldi çattı. Girdik içeri, kapalı görüş yeri buğulu, yerler ıslak hatta su birikintisi ile dolu. Cızırtılı bir telefon ile mahpusunuz ile konuşmaya çalışırken arkanızdan geçenlerin ayakları, biriken sulara çarptıkça konuşmalar anlaşılmaz bir hal alıyordu. Mahpuslardan Halil Güneş ile tanıştım o sırada. Tanıştım derken buğulu ve kirli camların arkasından görebildiğim kadarıyla pos bıyıklı güler yüzlü genç bir mahpus...
Gel zaman git zaman 2011 Mayıs ayıydı sanırım, Diyarbakır Mahpushanesinde müvekkili beklerken yan oda da Halil Güneş'i gördüm. Halil’in gardiyanlara ricası üzerine avukat arkadaş ile bir süreliğine kabin değiştirdik. Ulucanların buğulu camlarından sonra avukat görüşme odasında yüz yüze görüşmek biraz duygusallaştırdı. Pos bıyıklarının rengi dışında herhangi bir değişiklik yoktu. Biraz beni dinledi. Sonra anlatmaya başladı;
"Senle tanıştığımızda Ulucanlar‘da altıncı yılımdı. Uzun zamandır akciğer ve kemik kanseri hastalığıyla mücadele ediyorum...
Nutkum tutuldu o sırada. Anlatınca hep gülümsüyordu…
Devamla, "her şeye rağmen gülümse..." diyordu: "Diyarbakır Mahpushanesine kadar 14 farklı mahpushane gördüm. Gözaltında ağır işkencelerin tahribatı sonra ortaya çıktı. Başlangıçta kaburgalarda oluşan kırıklar kalp ve akciğerini baskı altında tutarak nefes almamda zorluklar çıkardı. Mahpushanedeki kötü sağlık koşulları, beslenme ve barınma koşullarıyla rahatsızlığım zamanla daha da arttı. Kırılan kaburgalarımın ameliyatı sırasında ise ayrıca kemik kanseri olduğumu öğrendim." Sonra sıraladı birçok hastalığını…Bu kadar şeye rağmen gülümsemekten imtina etmiyordu.
Nezaketen bize verilen sürenin sonuna gelmiştik. Bir süreliğine şuurumu yitirdim. Sadece göz yaşlarımın aktığını fark ettim. O ise gülümseyerek okudu şiirini...
Ağacı, kuşu, börtü, böceği, çalıyı, ormanı, ırmakları, yaylaları ve dağları
Fakat kanım hiç ısınmadı, içine doğduğum beton yığınları kentlere
Her kent kuruluş da ihanete açılan bir kapı gibi yükseldi önümde
Titrese de dizlerim her defasında umursamadan ve gülerek geçtim;
Bu zülüm ve cinnet kalelerinde…
Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi "cezaevinde kalamaz" raporu vermesine rağmen Adli Tıp Kurumu (ATK) her hasta mahpusa yaptığı gibi; "...tek başına hayatını idame edebilir ve cezaevinde kalabilir..." şeklinde rapor vererek resmen Halil'i ölmeden mezara koydu. ATK’dan rapor alınması alışkanlığı kaldırılsa, Halil belki o son altı ayını beton yığınları arasında değil, sevdikleriyle geçirebilirdi.
Halil gibi binlerce hasta mahpus hala mahpushanede. Bugün, Mahir Polat ile birlikte daha fazla dile getirilse de günün sonunda onun da durumu ATK'nın vicdanına kalmış. Tecrübeyle sabit. ATK yine aynı plağı çalacak: “...tek başına hayatını idame edebilir ve cezaevinde kalabilir..."
Barış süreci ile birlikte 10 Mart 2025'te Gazete Duvar'da, silahların bırakılmasından sonra, "siyaset ve hukuki boyutun tanınması" notunun altının doldurulabilmesine dair bir yazı kaleme aldım. Hasta mahpuslara ilişkin çok kısa bir öneri sunmuştum. Bu vesileyle bir hukukçu olarak hasta mahpuslar için yıllarca dilimde pelesenk olan cümleleri yine sıralayayım;
Adli Tıp Kurumu'ndan rapor alınması alışkanlığı kaldırılmalı.
Tam teşekküllü sağlık kuruluşlarından alınan sağlık kurulu raporunun mahpusun sağlık koşullarından dolayı mahpushanede kalıp kalmayacağı için yeterli olmalı.
İstanbul Protokolü ve Nelson Mandela Kuralları iç hukuka uyarlanmalı.
İnfaz ertelemesindeki ayrımcı düzenleme tamamen kaldırılmalı.
Hasta mahpusların tahliyesi önündeki “toplum güvenliği bakımından tehlikeli” kriteri infaz kanunundan çıkarılmalı.
Bu yasal ve yapısal değişiklikler uzar gider, ama vicdan bunu beklemez.
Velhasılıkelam mahpusu hasta olanın aşı da tatsız tuzsuz olur. Görüşçüsü hasta ise mahpus da ahu zar içinde olur...
Mahpus Bülent Parmaksız ile bir görüşme esnasında çok öksürdüğümü fark etti. Ona dert oldu. 'Çok abartılacak bir şey yok geçer' dedim. Israrla 'iyice bir görün.' Bunu birkaç defa daha tekrarladı… Sonra bir ah çekti ve şunu söyledi: "Daha önce de mahpushanede uzun süre kaldım. Normalde dışarıdakiler iyiyse günler yağ gibi akıp gider. Ama evdekilerden yani görüşçülerden biri hastaysa, günler yaradaki gibi kanata kanata geçer."
Anlayacağınız aklımız ne kadar mahpuslarımızdaysa onların ki de hep bizde...
Bu kadar alengirli cümlelerden sonra arkadaşım Engin aynen şöyle dedi: "Ya Allah aşkına bir talimat verilse ATK'ya tüm hasta mahpuslar tahliye edilir. Ne yasası ne sözleşmesi ne raporu..."
Hasta mahpusların sesini duymak için bir talimat yeter mi bilmiyorum, ama bu hukuksuzluğu durdurmak için hepimizin vicdanı ve adalet arayışı yeterli olmalı. Halil’in gülümsemesini unutmadım. Siz de unutmayın. Bir mektup yazarak, bir paylaşım yaparak ya da bu önerileri muktedirlere ulaştırarak bu sese kulak verebilirsiniz.