Kadın olmak…
Bu kadın olmak öyle tereyağından kıl çeker gibi usulca olan bir şey değil. Bedelini ödediğin, her gün bir duvara çarptığın bir bedel bu. Özgür olmak için kocanı, eşini, sevgilini, aileni, babanı, sistemi karşına alıyorsun.

Suzan SAKA
Orta yaşa varmış kadın dostlarımla her konuştuğumda gözyaşlarına boğuluyoruz. Kimimiz biten bir evlilikten sonra özgürleşmenin deneyimlerini hem artılarıyla hem de eksileriyle yaşıyor, kimimiz sağlık problemleri içinde nasıl yol alacağını deneyimliyor, kimimiz yeni bir işe başlarken yaştan dolayı karşılaştığı zorlukları yaşıyor. Bu listeyi daha da uzatabilirim… Hepimizin ortak noktası ise duygudaş olmamız ve bu alanların bizlere yeni olması dolayısıyla bilmediğimiz alanları deneyimlememiz.
Bildiğimiz alışkanlıkları bırakarak yerine yeni alışkanlıklar, yeni düşünce biçimleri koymaya çalışıyoruz. Bunları yaparken hem sarsıcı bir iç dönüşüm yaşıyoruz hem de bizleri çevreleyen faktörlerle baş etmeye çalışıyoruz. Tabii bir de bunun üzerine menopoz da eklenirse tadından yenmiyor. Hormonların değişiyor, eskiden hızlıca algıladığın şeyleri artık çabucak algılayamıyorsun. Beynin çoğu zaman donmuş ya da dumanlıymış gibi oluyor. Bedenin sürekli sana uyarılarda bulunuyor; bazen kalbin göğüs kafesinden çıkacakmış gibi hissediyorsun, bazen de sıcak terler içinde kıvranıyorsun. Her şeye karşı hassaslaşıyor, sürekli ağlıyorsun.
Bir de tüm bunların üzerine göçmen bir kadın olmayı da eklersem, tam bir savaşa dönüşüyor. Göçmen olarak yerleştiğin ülkede maruz kaldığın ayrımcılıklar; başta dil sorunu, yeniden meslek edinme, sosyal statünün geldiğin ülkeye göre değişmiş olması, erkeklerin dünyasında aynı işte daha az ücretle çalışmak… Kendi becerilerinden şüphe duyuyorsun ve sürekli yetersizlik duygusuyla mücadele ediyorsun. Ailenden, sevdiklerinden uzak olmak bazen öyle zorluyor ki seni; sevgiyi, şefkati özlüyor ve susuyorsun.
Sonra kadın dostların yetişiyor imdadına; sana omuz oluyor, kendi deneyimlerini paylaşıyor, seni dinliyor ve yalnız olmadığını hatırlatıyor. “Hadi bakalım, sil gözyaşlarını, topla kalp kırıklıklarını ve yola devam et,” diyorlar.
Evet, yola devam etmek.
Yaşamak kolay değil. Sınıfsal ayrımların daha da keskinleştiği ve uçurumun açıldığı bir zaman diliminde bir kadın olarak yaşamaya çalışıyorsun. Bedenin yaş aldıkça, iş sektöründen sosyal yaşama kadar her şey sana “Sen yaşlısın, artık bir kenara çekil,” mesajı veriyor. Bu mesaj, bir taraftan da daha güzel görün diye kırışıklıklarını yok etmek için estetik ameliyatlara yönlendiriyor. Tabii, bunları yaptırmak için maddi gücün de olması gerekiyor.
Erkekler yaşlanabilir, saçları beyazlayabilir, kilo alabilir ama kadın asla yaşlanamaz! Menopozlu kadın zaten eksik kadın olarak algılanıyor. Menopozlu kadın eksik kadındır; artık regl olamaz, çocuk doğuramaz, sevişemez. Tıp dünyası ise menopoza ilgi göstermiyor, kayda değer herhangi bir bilimsel çalışma yapmıyor. Kadın doktorlar dahi bu süreci üstünkörü geçiştiriyor ve konuşmaktan imtina ediyor. Menopozlu kadınlar, abartan kadınlar olarak, kendi içinde yaşadıkları duygusal, ruhsal ve bedensel dönüşümlerle baş etmeye terk ediliyor. “Delirmiş bu menopozlu kadınlar!” sözünü en yakınlarından duyuyorsun.
Eğer bilinçliysen araştırıyorsun. “Bana ne oluyor?” diye sorguluyorsun. Videolar izliyor, bu işe kafa yoran doktorları takip ediyor, kendine bir yol haritası çizmeye çalışıyorsun.
Ha, söylemeden geçemeyeceğim; annelerimiz, ablalarımız bu süreçleri öyle bilinçsizce geçirmişler ki menopoz nedir, onu dahi çoğu bilmiyor ve konuşmuyor. Konuşulsa da bir fısıltıyla, üstünkörü aktarılıyor tecrübeler. Yani seni uyaracak, deneyimlerini paylaşacak kimse yok etrafında. Kültürel olarak da kadınların regl dönemlerinin, adetlerinin konuşulmadığı, utanıldığı bir toplumun bireyi olmak, zaten her şeyi daha da zor hale getiriyor.
İşte her temas ettiğim kadından bunları bizzat duyuyorum. Bazen cümle aralarında, bazen başlarına gelen olayları kahkahalarla anlatırken, bazen de usul usul gözyaşlarını akıtırken…
…
Dönelim tekrar başa: Kadın olmak… Simone de Beauvoir diyor ki: “Kadın doğulmaz, kadın olunur.” Bu kadın olmak öyle tereyağından kıl çeker gibi usulca olan bir şey değil. Bedelini ödediğin, her gün bir duvara çarptığın bir bedel bu. Özgür olmak için kocanı, eşini, sevgilini, aileni, babanı, sistemi karşına alıyorsun. Bunu kimi zaman kendi evinde yaşadıklarına savaş açarak başlıyorsun, sonra okulda, mahallede, iş yerinde…
Bir de kader var değil mi? Kader, öyle değil mi? Sana reva görülen kader? “Kaderini değiştirmek elinde,” deniyor ya da “Kaderine razı ol, sesini çıkarma, boyun eğ.” Oysa ki biz gemileri çoktan yaktık!
Tek başına değişimi yaratırken bir bütünün parçası olduğumuzu unutmayalım. Sistemin değişmesi gerektiğini unutmayalım. Sorun bizde değil, sorun sistemde ve erkek egemen toplumsal yapıda. Sistem ne kadar güçlü olursa olsun, biz varız; dışarıda kız kardeşlerimiz var. Birlikte yürüyecek, birlikte yol alacağız…