Santiago'da ve Ankara'da: Duvarları yıkacak eller
Irarrazabal’ın elleri, Metin Yurdanur’un Ankara’daki eli… Her ne kadar karanlığın elleri engel olmaya çalışsa da umudun elleri dünyayı sarıyor belli ki... Bu ellerde umudu bulacağımıza, duvarları yıkacağımıza inancım tam. Neden mi? Ankara’daki El heykelinin durduğu yerin isminden: Abdi İpekçi Parkı.
Ekin ULUĞ
Geçtiğimiz günlerde Şilili heykeltraş Mario Irarrazabal’ın yeni bir heykelinin açılışı yapıldı. Şili’nin başkenti Santiago’ya dikilen heykel, bundan sonra başkentin oldukça merkezi bir parkında görülebilecek. Irarrazabal ile Şili’deyken görüşme imkanımız olmuştu. Söyleşi talebimize Şilililerin misafirperver tavrıyla yaklaşıp bizi evinde ve atölyesinde ağırlamış, birçok heykelinin hikayesini ve anlamını anlatmış, sanata dair görüşlerini aktarmıştı. Atölyesinden ayrılırken mest olmuştuk. Yeni heykelinin haberini görünce kendisine bir mail atıp tebrik ettim. Hiç geciktirmeden verdiği cevabında bütün nezaketiyle teşekkür ediyor ve yaptığımız söyleşinin akıbetini soruyordu. Söyleşinin akıbetiyle ilgili soruyu mecbur geçiştirdim ama çekimleri dönüp izlemek, hiç değilse deşifre edip Türkçeye çevirmek işini de önüme koymaya karar verdim.
Yaklaşık üç saatlik kaydın deşifresini yapmaya çalıştığım günlerin birinde telefona Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin bir kınama mesajı düştü. Yine neyi kınıyoruz acaba diye bakınca gazeteci Abdi İpekçi’nin katili Mehmet Ali Ağca’nın televizyona çıkıp birtakım çevreleri tehdit ettiğini (buraya kadar şaşırmadım), Abdi İpekçi ve ailesine ise saygısızlık ettiğini okudum. Eski tetikçi, yeni "mesih" Ağca’ya sarf ettiği sözleri oldukça yakıştırıp işime geri döndüm. Kayıtta Mario Irarrazabal, başsız insanların gövdeleriyle bir küp oluşturur gibi durduğu yekpare bir heykelin yanına geçmiş anlatıyordu:
“Darbe olduktan sonra yaptığım ilk heykel bu. Bu insanların tam ortasında bir ölü var ve etrafındaki insanlar ölüyü düzgünce gömmek yerine etrafında durarak onu gizliyorlar. Bu insanlar Şilililer işte. Nereden çıktı bunlar? Şilililer tatlı, sevecen insanlardır. Peki bu zalim insanlar nereden çıktı?” Ortada bir ölü. Ölüyü gizlemeye çalışan kafasız, zalim insanlar. Aklım bu defa Abdi İpekçi’ye gitti. Ortadaki ölüyü gizleyenler televizyonlarda demeçler veriyor. Abdi İpekçi ortada yatmaya devam ediyor. İpekçi’nin cinayetini aydınlatmadan onu ‘düzgünce gömmüş’sayılıyor muyuz? Onun katilleri televizyonlarda muteber, aklı başında, fikri kıymetli kimseler gibi demeçler verirken nasıl olacak bu iş? Hal böyle olunca çeviri işine biraz ara verdim fakat ortaya bu yazı çıktı.
İPEKÇİ CİNAYETİNİN SIRI DÖKÜLMÜŞ GİZEMİ
Ölümünü gizlemek mümkün olmadığı için faili gizlenen bir gazeteci Abdi İpekçi. Suikaste uğradığında Milliyet Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni’ydi. Öldürülmeden önce işlediği konuların başındaysa dönemin Gümrük ve Tekel Bakanı Tuncay Mataracı’nın rüşvet alması geliyordu. Tuncay Mataracı, Adalet Partisi’nden aday gösterilip vekil olduktan sonra bakanlık koltuğu karşılığı partisinden ayrılmıştı.
Mataracı, yerine geldiği Gümrük ve Tekel Bakanı MHP’li Gün Sazak tarafından da yoğun olarak eleştirilmekteydi. Sazak ve İpekçi, birbirlerinden oldukça farklı dünya görüşlerine sahip olmalarına rağmen Bakan Mataracı’yı her fırsatta suçluyorlardı.
Hatırlayalım: Gün Sazak da Abdi İpekçi öldürüldükten bir yıl sonra öldürülecek, Sazak cinayetinden yargılanan Cemal Kemal Altun iltica ettiği Almanya’da yargılanırken duruşma salonunda intihar edecekti.
İpekçi’nin üzerine düştüğü eski Bakan Tuncay Mataracı’yı biraz daha inceleyelim. Mataracı yer altı dünyasıyla iyi ilişkileri olan rüşvetçi bir bakandı. Dönemin en büyük silah kaçakçısı Abuzer Uğurlu’dan rüşvet alarak Uğurlu’nun adamlarını gümrük müdürlüklerine atadığı için Yüce Divan’da yargılanıp ceza aldı. Mataracı, bir başka silah kaçakçısı Bekir Çelenk’in ortağı Ali Galip Kayıran’ı ise Haydarpaşa Gümrük Müdürlüğü’ne getirmişti. Mataracı, Kayıran’dan rüşvet aldığı için de ayrıca yargılanıp ceza aldı.
Yargılandığı diğer davalarla birlikte 43 yıl hapis cezası aldı, bunun 10 yılını yattı. Mataracı’nın yeraltı dünyası ile ilişkilerine dair bilgilerin bir bölümüne İbrahim Telemen isimli Abuzer Uğurlu’nun çetesinden bir kişinin, faili meçhule kurban giden bir başka gazeteci Uğur Mumcu’ya yazdığı itiraf mektuplarından ulaşıldı.
İbrahim Telemen’e ne oldu dersiniz? Telemen öldürüleceğini, takip edildiğini söylediği telefon görüşmelerinden sonra intihar etti. İntihar etti ama cesedi otopsi için bile bulunamadı. Hem faili, hem bedeni meçhule gitti.
SUÇLULAR İNKAR VE İTİRAF YARIŞINDA
Şilili heykeltraş Mario Irarrazabal’dan Abdi İpekçi’ye geldik. İpekçi suikastı ise bizi dönemin bakanı Tuncay Mataracı’ya götürdü. Mataracı’nın ilişkilerini inceledikçe boyuna silah kaçakçısı gördük. O zaman silah kaçakçılarından devam edip bir yerde tekrar Abdi İpekçi’ye döneceğiz.
Mataracı’nın ilişkili olduğu silah kaçakçılarından Abuzer Uğurlu’nun yakın bir arkadaşı vardı: Kemal Derinkök. O dönem Ekspres Gazetesi’nin sahibi olan Kemal Derinkök, Abdi İpekçi’nin Genel Yayın Yönetmeni olduğu Milliyet gazetesini satın almaya çalışıyordu. İpekçi gazetenin satılmasına karşı çıkıyordu. Derinkök, hem yeraltı dünyasının içinde, hem devlet erkanıyla sıkı ilişkileri olan bir toprak zenginiydi. Zenginliğini kamuya fahiş bedellerle sattığı arazilerle misli misli arttırmıştı.
Ne kadar zengin olduğunu kendisi şu sözlerle anlatıyordu: "Toplam 98 bin dönüm arazim var. Devletten sonra en büyük arazi bende. Kuveyt devletinden daha büyük gayrimenkullerim var.”
Kemal Derinkök, kamuya sattığı arazilerle ilgili dönemin Sosyal Güvenlik Bakanı Hilmi İşgüzar ile birlikte yargılandı ve ceza aldı. Sonrasında kaçakçılık ve birçok başka suçtan da yargılanan Derinkök, Abdi İpekçi davasında itirafçı olarak yargılanan ve zamanaşımından ötürü ceza almayan Yusuf Çelikkaya’nın ifadelerinde şöyle anlatılıyor:
Abdi İpekçi olayının ilk görüşmesi 1978 Kasım ayı içerisinde ÜGD İstanbul ve Aksaray ilçe binasında Abdullah Çatlı, Mehmet Şener, Oral Çelik, Mehmet Ali Ağca, Yalçın Özbey ve benim tarafımdan yapılmıştır. Konuyu yani İpekçi'nin ortadan kaldırılacağını Abdullah Çatlı gündeme getirmişti. Çatlı bu görüşmede İpekçi'nin ortadan kalkmasına konunun direkt muhataplarının Kemal Derinkök ile Abuzer Uğurlu olduğunu bu işi genel merkezin de onayladığını söylemişti. Bu görüşme kısa olmuştu. Birkaç gün sonra Abuzer Uğurlu'ların İstanbul Kadıköy'deki Efes İşhanı'nda detaylı bir görüşme yapılacaktı.
Uğurlu'ların Efes İşhanlarındaki görüşmede Abuzer Uğurlu eski MİT'çi Şahin Tolunoğlu, Abdullah Çatlı, M. Şener, Yalçın Özbey, M. Ali Ağca ve ben bulundum. Bu görüşmede Uğurlu, İpekçi'nin elinde bir dosya olduğu, Bekir Çelenk, Tuncay Mataracı ve Gün Sazak ile görüşüp onlara ince sorular sorduğunu ve önemli bilgiler elde etmiş olduğunu önümüzdeki günlerde bunları gazetede tefrika edeceğini ve bunun da birçok şeyin sonu olacağını, bunun gazetede yayınlanmasını önleyemediklerini hatta Milliyet Gazetesi'ni satın alma girişiminde bulunduklarını iş ortağı ve hemşehrisi Kemal Derinkök aracılığıyla gazeteyi alma girişiminde bulunup çeşitli yollardan baskı yaptıklarını ama buna İpekçi'nin karşı çıktığını, sahibi Ercüment Karacan'ın da ona uyduğunu bunun için de başka çıkış yolu kalmadığını, İpekçi'nin ortadan kalkması gerektiğini, bu konuda genel merkezin de haberdar olduğunu ve hemen çalışmanın başlatılması gerektiğini söylemişti.
Abdi İpekçi’yi öldürdüğünü ifadelerinde üç kere kabul edip bir kere reddeden Mehmet Ali Ağca ise şöyle diyor Derinkök ve Uğurlu ile ilgili:
“Kemal Derinkök, gazetenin satışına engel olduğu için Abuzer Uğurlu’ya İpekçi’nin ortadan kaldırılmasını söylemiş. Uğurlu da, Türk mafyası aleyhine başlatılan basın kampanyası nedeniyle İpekçi’ye düşman olduğundan kabul etmiş. Oral Çelik ve Yalçın Özbey’le Uğurlu’nun Efes’teki Oteli’nde birkaç defa buluştuk ve plan yaptık.”
HERKES SUÇLU, CEZA ALAN YOK
Abdi İpekçi cinayeti davalarında yargılanan suçluların ifadelerinden yukarıda alıntıladığım bölüm davalar boyunca kayda geçen ifadelerin binde biri etmiyor. Toplasan bir sayfa etmeyen şu ifadelerde ise suçluların birbirinin ismini bülbül gibi öttüğü görülüyor. Peki Abdi İpekçi’nin katilleri, azmettiricileri, cinayete ortak siyasiler apaçık ortadayken kim cezaevindedir dersiniz? Hiç kimse. Yani Irarrazabal’ın heykelindeki o ölüyü kuşatmış zalimler iş başında. Bugüne kadar cinayetin aydınlatılmasının önüne geçmeyi başaranlar onlar. Günün sonunda yargının hediyesi delil yetersizliğinden ve zaman aşımından yararlanarak istisnasız hepsinin paçayı kurtarması da bundan. Kimi muteber iş adamı olarak yaşamına devam ediyor, kimi "devlet için kurşun atan şereflilerden" olduğu için kahraman ilan edildi, kimi televizyonlara çıkıp kanaat önderliği ediyor.
GÜCÜN BAŞ DÖNDÜRÜCÜLÜĞÜNÜ HİSSEDİN
Irarrazabal’ın kaydını devam ettiriyorum. Atölyesinin köşesinde yan yana duvara dayalı duran, insan şeklinde fakat insan boyundan şöyle bir metre kadar daha uzun, birbirine pek benzeyen fakat kafaları eksik altı heykelin önüne geçmiş şimdi.
Dev heykellerin önünde anlatıyor: “Bunları 1987’de Valparaiso Bienali için yapmıştım. İnsanlar yukarıya çıkıp kafalarını heykele yerleştiriyor ve konuşma yapar gibi fotoğraf çektiriyorlardı. Çıktıkları merdivende ‘Yukarı çıkın. Gücün baş döndürücülüğünü hissedin' yazıyordu. İndikleri merdivene ise ‘Dünyaya Dönüş’ yazmıştım. Gücün büyüsüne kapılmamaları gerektiğini anlatmaya çalıştım.”
Heykelin tepesinde Mehmet Ali Ağca’nın kafasını hayal ediyorum. O televizyon yayınında olduğu gibi ellerini kollarını savurarak, masalara vurarak, insanlara parmak sallayarak konuşuyor. Böyle düşününce biraz komik oluyor. Gücün baş döndürücülüğünden sonuna kadar muzdarip biri işte.
Cezaevinden asker üniformasıyla elini kolunu sallayarak kaçmışlığı var. Abdi İpekçi’yi öldürdükten sonra firar gezerken Milliyet Gazetesi’ne mektup yazıp ‘Papa’yı kesinlikle vuracağım’ demişliği, üstelik sonra gidip vurmuşluğu var. İpekçi cinayetinin yanı sıra türlü soyguna, gaspa katılmışlığı, Türkiye’de işlediği tonla suçun karşılığında toplam 10 sene yatıp çıkmışlığı var. Tahliye olduktan sonra ‘antisosyal kişilik bozukluğu’ teşhisi alarak askerden yırtmışlığı var. Önce Katolik olmuşluğu, sonra Mesih olmuşluğu var. Güç Ağca’nın başını döndürmesin de kiminkini döndürsün? Fakat unutmamak lazım. Ağca’nın gücünün kaynağı, yani her daim iktidarda olan o karanlık, hiç dağılmayacakmış gibi duran, ucu bucağı belirsiz o koca çete, bir cinayetin aydınlatılmasıyla bile dağılabilir. Bunu sadece ben söylemiyorum. Karanlıklar lordu, Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili söylemişti bu sözü: “Bir tuğla çekersem duvar yıkılır.”
Bu yüzden Abdi İpekçi cinayetinin, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Çetin Emeç, Onat Kutlar, Kutlu Adalı, Hrant Dink ve saymakla bitmeyen tüm faili meçhullerin aydınlatılması gerekiyor. Birini çekince tüm duvar yıkılmaya başlayacak, gücün baş döndürücülüğü bitip ‘dünyaya dönüş’ başlayacak. Hem de çok daha temiz bir dünyaya…
KARANLIK ELLERE KARŞI BİZİM ELLER
Kaydın devamında Irarrazabal artık oturmuş. Yanından hiç ayırmadığı yoldaşı tahta bastonunu kucağına almış; bu defa en bilindik eserinden bahsediyor. Şili’nin kuzeyinde Atacama Çölü’nde yaptığı ‘Çölün Eli’ heykeli. Bu heykel 12 metrelik boyuyla, uçsuz bucaksız kumların içinden fışkıran devasa bir yaratığın elini andırır. Irarrazabal bu heykel gibi kocaman el heykellerini sonrasında Uruguay’da, İtalya’da, İspanya’da, sonra Şili’nin birkaç yerinde daha yaptı.
Çölün Eli heykelinin hikayesini şöyle anlatıyor:
“Ellerin ilkini diktatörlüğün bitimiyle birlikte yaptım. Umudu sembolize etsin, dünyayı biraz insanlaştırsın istedim. Heykellerimin çoğunun diktatörlükle, özgürlük arayan insanlarla ilişkisi var. Fakat sonraları daha çok umudu anlatan semboller aramaya başladım. İşte çöldeki el o arayıştan doğdu.”
Irarrazabal ile tanıştıktan sonra, Uruguay’da olduğum sıra yaptığı el heykelini görmüştüm. Sahilin kenarında, okyanusa bakan kocaman bir el. Aklıma Ankara’daki Metin Yurdanur’un El heykeli gelmişti. Şimdi yine o heykelleri düşünüyorum. Mario Irarrazabal’ın elleri, Metin Yurdanur’un Ankara’daki eli… Her ne kadar karanlığın elleri engel olmaya çalışsa da umudun elleri dünyayı sarıyor belli ki.
Irarrazabal’ın dediği gibi bu ellerde umudu arayıp bulacağımıza, bu ellerle yıkılası duvarları yıkacağımıza inancım tam. Neden mi? Ankara’daki El heykelinin durduğu yerin isminden: Abdi İpekçi Parkı.