Transatlantik İttifakı: İngiltere ve ABD Çelişkisi

ABD'nin Rusya’yı Avrupa güvenlik sistemine entegre etmesi, transatlantik ilişkilerde büyük bir dönüşüme yol açabilir. İngiltere-ABD ilişkilerinin kopması beklenmese de, ciddi bir sınavdan geçtiği açıktır.

Transatlantik İttifakı: İngiltere ve ABD Çelişkisi

Hegemonik İstikrar Teorisi’ne göre, küresel güçlerden biri baskın hale geldiğinde kendi düzenini kurarak istikrar sağlar. Tarihte Pax Romana, Pax Britannica ve Pax Americana bu çerçevede değerlendirilebilir. İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD liderliğinde kurulan sistem, Avrupa’yı entegre ederken Orta Doğu ve Pasifik’te İngiliz etkisi süregeldi. Ancak, ABD'nin küresel liderlik anlayışında yaşanan dönüşümler, İngiltere ile ilişkilerini de kaçınılmaz olarak etkiliyor.

Donald Trump’ın yeniden başkan seçilmesi, ABD’nin geleneksel güvenlik sağlayıcı rolünden uzaklaşarak daha parçalı ve öngörülemez bir küresel düzen arayışında olduğunu gösteriyor. ABD’nin Rusya ile yakınlaşması, Orta Doğu’daki statükoyu sarsması ve Çin’e karşı ticari müttefikler oluşturma çabası, İngiltere’nin küresel konumunu doğrudan etkiliyor. Londra, bu yeni dengelere uyum sağlamakla birlikte, geleneksel çıkarlarını koruma yönünde bağımsız hamleler yapmaktadır.

ABD Dış Politikası ve Rusya

Soğuk Savaş’ın bitimiyle birlikte Rusya’nın Avrupa’ya entegrasyonu tartışma konusu oldu. Moskova, Avrupa ile daha derin ekonomik ve güvenlik bağları kurmak istese de, Batı ittifakı içinde her zaman dışarıda tutuldu. Rusya’nın geleneksel yayılmacı refleksleri ve Batı karşıtı rejimlerle geliştirdiği ilişkiler bu süreci zorlaştırdı.

ABD dış politikasında Rusya’ya yönelik iki ana eğilim mevcut. Birincisi, Rusya’yı temel tehdit olarak gören ve izole etmeyi amaçlayan yaklaşım; ikincisi ise, esas tehdidin Çin olduğu düşüncesiyle Moskova’yı potansiyel bir denge unsuru olarak değerlendiren pragmatik bakış açısı. Ukrayna savaşıyla birlikte ABD, Rusya’yı baskılamaya odaklansa da, Trump yönetiminde Moskova’ya yönelik daha esnek bir politika benimsenmesi olasıdır. Bu eğilim, özellikle Avrupa’daki güvenlik mimarisinde belirgin değişimlere yol açabilir ve İngiltere’nin rolünü yeniden tanımlamasını gerektirebilir.

ABD’de Güç Odakları ve Dış Politika

ABD dış politikasında, farklı kurumlar ve çıkar grupları arasında belirgin ayrışmalar bulunuyor. CIA ve Dışişleri Bakanlığı uzun vadeli, pragmatik iş birliklerine yatırım yaparken, Pentagon daha aksiyoner ve statükoyu zorlayıcı bir yaklaşımı benimseyebiliyor. Beyaz Saray’ın politik eğilimleri, bu kurumların hareket alanlarını etkilerken, Trump döneminde "Yaratıcı Yıkım" politikalarının daha belirgin hale gelmesi bekleniyor.

Obama dönemi diplomasiye dayalı bir yaklaşımı benimserken, Trump’ın ilk dönemi dış politikada öngörülemezlik ve ani değişimlerin damga vurduğu bir süreç oldu. Biden yönetimi ise statükoyu koruma eğiliminde olsa da, yeni güç dengelerine uyum sağlamak adına esnek bir denge arayışına girdi. İkinci Trump dönemi ise, neo-muhafazakâr çizginin güçlendiği, küresel düzende daha radikal dönüşümlerin hedeflendiği bir süreci işaret ediyor.

Pax Britannica ve Pax Americana Çelişkisi

İngiltere dış politikasında bugün iki temel eğilim mevcut. Bir kesim, ülkenin artık küresel bir imparatorluk olmadığı gerçeğini kabul ederek daha sınırlı bir dış politika geliştirilmesi gerektiğini savunuyor. Diğer tarafta ise, İngiltere’nin tarihsel nüfuz alanlarını koruması ve küresel düzende aktif bir rol üstlenmesi gerektiğini düşünen bir anlayış var. ABD’nin denkleme dahil olması, bu tartışmayı daha da karmaşık hale getiriyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD, Avrupa’da kendisine entegre bir sistem kurarken, Orta Doğu, Asya ve Pasifik gibi bölgelerde esas olarak İngiliz sisteminin etkisi devam etti. ABD ve İngiltere yakın müttefik olmalarına rağmen, özellikle Orta Doğu ve Asya'da çıkar çatışmaları yaşadılar. Bugün de, İngiltere statükoyu koruma çabası içindeyken, ABD'nin küresel liderlikten geri çekilip bölgesel güçleri öne çıkarmaya çalışması, Londra'nın küresel stratejisini yeniden gözden geçirmesini gerektiriyor.

Trump’ın Kanada’yı ilhak etme iması ve Grönland’a yönelik açıklamaları, ABD’nin ideolojik bir küresel liderlik pozisyonundan uzaklaşıp doğrudan kendi çıkarlarını önceleyen bir çizgiye yöneldiğinin işareti olarak okunabilir. İngiltere, bu süreçte statükoyu koruyucu adımlar atmaya mecbur kalırken, ABD-İngiltere ilişkilerinde gerilimin daha fazla görünür hale gelmesi beklenebilir.

Çin, Doğu Akdeniz ve Yeni Ticaret Hatları

ABD, Çin’in Avrasya’daki etkisini sınırlamak için yeni ticaret hatları ve ittifaklar oluştururken, İngiltere’nin Çin ile süregelen ekonomik ilişkileri Londra’nın Washington’la çelişmesine neden oluyor. Çin’in Avrupa üzerindeki etkisini artırmayı hedefleyen Kuşak ve Yol projesi, ABD tarafından büyük bir tehdit olarak algılanıyor ve bu nedenle Çin’in uluslararası ticaretteki rolünü kısıtlamak için çeşitli projeler geliştiriliyor.

Doğu Akdeniz’de, İsrail’in Hayfa Limanı, Hindistan’dan başlayarak Körfez ülkeleri üzerinden Avrupa’ya uzanan ticaret rotasının kritik bir parçası olarak tasarlanmış durumda. ABD, bu hattın güvenliğini sağlamak adına İsrail’e güçlü destek verirken, Hindistan’la diplomatik ilişkilerini güçlendiriyor. Kıbrıs ve Yunanistan, bu stratejik hattın Avrupa’daki ayaklarını oluştururken, İran’ın zayıflatılması ve Suriye’de dönüşüm sağlanması bu planın bir parçası olarak değerlendiriliyor. İngiltere ise, bölgedeki kendi tarihsel nüfuz alanlarını koruyarak daha esnek ve çok yönlü bir politika izlemeye çalışıyor.

İran ve Irak, Çin’in en büyük petrol tedarikçileri arasında yer alırken, İngiltere'nin bu ülkelerle olan ilişkileri ABD'nin bölgesel dönüşüm planlarıyla çelişiyor. Bu çelişki, özellikle Katar, Türkiye, Libya ve Suriye politikalarında kendini daha net biçimde gösteriyor. İngiltere, Çin ile stratejik iş birliğini sürdürerek bölgedeki dengeleri koruma eğilimindeyken, ABD ise yeni bölgesel dizaynlar oluşturarak çok daha agresif bir tutum sergiliyor.

Sonuç

ABD'nin Rusya’yı Avrupa güvenlik sistemine entegre etmesi, transatlantik ilişkilerde büyük bir dönüşüme yol açabilir. İngiltere-ABD ilişkilerinin kopması beklenmese de, ciddi bir sınavdan geçtiği açıktır.

Pax Britannica ve Pax Americana arasındaki tarihsel denge, ABD’nin yeni dış politika konseptiyle sarsılmaktadır. ABD’nin küresel liderlikten çekilip yeni bölgesel dinamikler oluşturma çabası, İngiltere’yi bağımsız hamleler yapmaya ve küresel düzende daha aktif bir rol üstlenmeye yönlendirebilir. Bu süreç, transatlantik ittifakın geleceğini tartışmaya açarak çok kutuplu bir dünyanın daha belirgin hale gelmesini sağlayacaktır.