Akbelen’de iki kutup: Termikçilerin kâr hırsına karşı kamu için enerji mümkün mü?-1
Osman ÇAKLI
İSTANBUL – Muğla Akbelen Ormanı’nda termik santral için devam eden ağaç kesimi, kömürlü yakıtlarla birlikte enerjinin kim ve niçin üretildiği tartışmasına neden oldu. Fosil yakıtlarla enerji üreten şirketlerin ‘kömür ısrarı’ köylüler, ekolojistler, bağımsız araştırmacılar ve meslek odaları gibi geniş bir çevrenin eleştirisine neden oluyor. Türkiye’nin de 196 ülke ile birlikte tarafı olduğu Paris İklim Anlaşması’na göre ülkeler 2050 yılına kadar karbondioksit emisyonlarını nötrlemeyi hedefliyor. Enerji ve madencilik projelerine verilen izinler, Türkiye’nin anlaşmanın zıt yönünde ilerlediğine işaret ediyor. Türkiye'de resmi verilere göre, yalnızca 2022 yılında 8 bin 406 hektar alanda madenciliğe izin verildi.
Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi ve İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü Ümit Şahin, fosil yakıtlardan enerji üreten şirketlerin doğayı bedelsiz gördüğünü, enerjinin demokratikleşmesini istemediklerini ve bu alanda tekelleşmeyi sürdürmek istediklerini belirtiyor.
TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası Başkanı Mahir Ulutaş, Muğla’daki termik santrallerin faaliyetlerini durdurması halinde, Türkiye’de bir enerji sorununun yaşanmayacağını söylüyor. Ulutaş, ‘aşırı’ elektrik ihtiyacının sınırlandırılmasının mümkün olacağını da kaydediyor.
Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş de ormanların yok edilerek enerji üretiminin doğru olmadığı kanaatinde. Türkeş’e göre şirketler yalnızca ucuz iş gücünü ve kârlarını düşünüyor.
Uygarlığın en büyük buluşlarından biri olan elektrik insan yaşamında vazgeçilmez bir yere evrilirken, enerjinin kim ve ne için üretildiği ve ormanların neden önemli olduğu sorusuna yanıt aradık.
‘İKİ TARAFLI KAR ORTAKLIĞI VAR’
Fosil yakıtlarla aşırı elektrik üretimi dünyanın hızla ısınmasına neden oldu. Sanayi Devrimi sonrasında gezegendeki ısı 1,1 santigrat artış gösterdi. fosil yakıtların yakılması ve ormansızlaşmanın hız kazanmasıyla gezegene salınan karbondioksit, ısı artışına karşı ülkeleri tedbir almaya zorluyor. Türkiye’de özellikle 24 Ocak 1980 sonrası hız kazanan özelleştirme politikaları doğanın daha hızlı tahrip edilmesine yol açtı. İklim krizine karşı en kırılgan coğrafyalardan biri olan Akdeniz Havzası'nda bulunan Türkiye'nin, fosil yakıtları terk edip tarafı olduğu anlaşmalara göre enerji politikalarını hayata geçirmesi gerekiyor. Ancak bunun önündeki en büyük engel kâr hırsı.
Dr. Ümit Şahin’e göre, Türkiye hükümetinin mevcut enerji ve iklim politikalarıyla karbon nötr hedefi imkansız. Şahin, hükümetin 2035’e kadar yenilenebilir enerjiyi artırma hedefinin yanında kömürü de artırma politikası olduğunu söylerken, çelişkiye vurgu yapıyor. Şirketlerin kömürde ısrarcı olduğunu ekleyen Şahin, şöyle konuşuyor:
“Kömürcü kesimler, bir tür lobi gibi davranıyor. Buna enerji bürokrasisi de dahil. Mevcut kömürlü termik santraller, yakın zaman önce özelleştirildiği için o şirketlerin kârlılığı sürdükçe açık kalacak. Türkiye’nin enerji ve iklim politikası çıkmaza girdi. Yeniköy-Kemerköy ister özel, ister kamu elinde olsun, oranın kapatılması lazım. Bu santraller devletin elinde de olsa özelde de olsa, çalıştırılmaya devam edecek. Çünkü doğayı bedelsiz görüyorlar. Neden rüzgâr ve güneş enerji sistemleri bu kadar geciktiriliyor? Çünkü rüzgar ve güneş bedava, dolayısıyla bunların çok kolay demokratikleşmesi ve küçük işletmeler tarafından yatırım yapılarak elektrik üretilmesi mümkün olur. Halbuki nükleer, termik santral vs. merkezi yatırımlar olarak öne çıkıyor. Yani burada bir tekelleşmeden bahsediyorum. Bunu kaybetmek istemezler, şirketlerin ve devletin çıkarları birbiriyle örtüşüyor. Burada iki taraflı kâr ortaklığı var.”
‘KURULU ELEKTRİK GÜÇLERİ YÜZDE 1,5 DÜZEYİNDE KAPANSA TÜRKİYE ETKİLENMEZ’
Öte yandan Akbelen özelinde devam eden tartışmalarda YK Enerji tarafından yapılan açıklamalara göre, şirket Akbelen’den kömür elde edemezse santraller 2024 yılında elektrik üretemeyecek. Güney Ege’nin elektrik ihtiyacının yüzde 62’sini, Türkiye’nin elektrik ihtiyacının yüzde 2,5’ini karşılandığı öne sürülen açıklama, uzmanlara göre gerçeği yansıtmıyor.
Şirketin iddiasının aksi yönünde saptamaların bulunduğunu ifade eden EMO Başkanı Mahir Ulutaş, Muğla’daki Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy Termik Santrallarının elektrik üretimini durdurmaları veya sona erdirmeleri halinde, durumun gerek yıllık toplam tüketim, gerek anlık ihtiyaç ve gerekse elektrik şebeke sisteminin işlerliği açısından Muğla, Ege Bölgesi ve Türkiye enterkonnekte sisteminin olumsuz etkilenmeyeceğini belirtiyor.
Atıl kapasite ile elektrik üretiminin ülkenin tamamını beslemeye yetecek düzeyde olduğunu ekleyen Ulutaş, Türkiye’nin kurulu gücüne göre üretiminin çok yüksek olduğunu söyleyip şöyle devam etti: “Kemerköy ve Yeniköy hiç enerji üretmese bile bir elektrik krizi yaşanmaz. Şirketin argümanları bu çerçevede anlamlı değil. Bizim saptamalarımıza göre kurulu elektrik gücü içerisindeki payları yüzde 1,5 düzeyinde. Üretimin üzerinde bir kurulu gücü var, yani atıl kapasite mevcut.”
‘YEGANE ÖZNE KAMUNUN KENDİSİ’
Enerjiye rasyonel yaklaşmanın doğru olacağını anlatan Ulutaş, sanayi ve kentleşme politikalarını süreçten bağımsız düşünmüyor. AB’deki demir çelik ve çimento fabrikalarının kapatılıp, Türkiye’ye ikame edildiğinden söz eden Ulutaş, “Bunlar kirli ve enerji canavarı işletmeler. Bu kadar enerji ihtiyacı nereden geliyor? Bütün uygarlığımız elektrik üzerine kurulu olduğu için sanayileşme politikamızı değerlendirmemiz lazım. Yüksek enerji tüketen sanayileri yıllar içerisinde arttırdık. Pıtrak gibi alışveriş merkezleri çoğaldı. Ciddi alt yapı ihtiyaçları olan yerlerde çok fazla enerji tüketiliyor. Yani sanayileşmeden tarıma ve kentleşmeye kadar olan makro politikaları konuşmamız gerekir. Dünya’nın yol ayrımında olduğu bir dönemde, bu analizi yapabilecek olan yegâne özne kamunun kendisi. Enerji ihtiyacının ne kadar rasyonel olduğunu, artan enerji talebinin ülkenin kendi ihtiyacından mı yoksa uluslararası bağımlılık zincirinin bir sonucu mu olduğunu değerlendirip politika üretmek zorunda” dedi.
Ulutaş, sözlerini şöyle sürdürdü: “Yoksa ‘sürekli elektrik ihtiyacı artıyor, bunu nereden karşılayacağız’ diye sorduğunuzda bugün Akbelen’de yarın başka bir yerde, yok ederek enerji ihtiyacını karşılamak zorunda kalıyorsunuz. Tek bir açıdan yaklaşınca sorunlar çözülmüyor aksine daha da büyüyor.”
‘ORMANLARDAN VAZGEÇEMEYİZ’
Prof. Dr. Murat Türkeş, ormanların var olan iklimin tutarlılığını sağlamak, insan kaynaklı iklim değişikliğinin önlenmesi ve aşırılıkların giderilmesi açısından önemli olduğuna vurgu yaptı. Ormanların aynı zamanda tarımsal ekoloji sistemleri, kar-yağmur yağışı alanları ve su toplama havzaları gibi pek çok niteliğinin bulunduğuna değinen Türkeş de, iklim değişikliği mücadelesinde uluslararası sözlerin tutulmasında ormanların vazgeçilmez olduğuna işaret etti.
Ormanların madenler, termik santraller gibi enerji sahaları için kesilmesinin kabul edilemez olduğunu ekleyen Prof. Dr. Türkeş, şöyle devam etti: “Örneğin Paris Anlaşması’nda verilen taahhütlerin tutulmasında özellikle negatif karbondioksit salınımları açısından ormanların etkisi önemli. Türkiye’nin de tarafı olduğu başarısız olsa da Kyoto protokolü, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Paris Anlaşması’nın ülkelere yüklediği sorumlulukların önemli bir bölümünü fosil yakıtların zaman içerisinde terkedilmesi ve yenilenebilir enerji kaynaklarına geçilmesi oluşturuyor.”
‘ENERJİ İÇİN ORMANLAR KESİLMEMELİ’
Türkiye’nin Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi ve ormanların yok edilmesi kapsamında BM Çölleşmeyle Savaşım projesinde önemli bir kavramı savunduğunu ifade eden Türkeş, ormanların hem çölleşme hem iklim değişikliğine karşı arazi bozulumunu engellediğini kaydetti. Enerji için yutak alanları olan ormanların yok edilmesiyle birlikte kuraklığın artacağını ve Türkiye’nin uluslararası sözleşmelerdeki taahhütlerinden uzaklaşacağını belirten Türkeş, Türkiye’nin net sıfır hedefini tutturması için ormanları koruyup geliştirmesi gerektiğini söyledi.
‘ULUSAL VE ULUSLARARASI ANLAŞMALARA RAĞMEN ORMANLARI KORUYAMIYORUZ’
Bir ağacın 50 yıllık döneminde verimli döneminden başlamak üzere, yılda yaklaşık 20-23 kilo karbondioksiti atmosferden uzaklaştırdığını söyleyen Türkeş, ormanların olumlu direkt etkisini şu ifadelerle anlattı:
“Kuraklığın etkisinin azaltılması, biyolojik çeşitlilik, su toplama havzalarına düşen yağışın etkili olması gibi doğrudan yararlarını saymak gerekiyor. Orman sadece ağaç değil, konu sadece iklim değişikliği de değil. Bunun sosyal yanı da var. Ormanlar insanlara sevinç de verir. Ormanın yok edilmesinin sosyal psikolojik koşulları üzerinde de etkileri var. Uluslararası anlaşmalar, yasalar varken biz kendi ormanlarımızı koruyamıyoruz.”
‘DOĞADAN MI BÜYÜK ŞİRKETLERDEN Mİ YANASINIZ?’
Peki, fosil yakıtlara alternatif enerji üretimi mümkün mü? Rüzgâr ve güneş gibi ‘yenilenebilir’ enerji kaynaklarının kullanılabileceğini savunanlar olsa da tartışmalar henüz netlik kazanmadı. Ancak Türkeş’e göre enerjiyi konuşurken tarım havzalarına, biyoçeşitliliğe, sağlığa zarar vermeyen enerji kaynaklarının tercih edilmesi gerekiyor. Ancak bu tercihin de ÇED süreçlerinin bilimsel, demokratik ve katılımcı yapılması gerektiğini belirten Türkeş, uygulamada bu yöntem kullanılmadığında tartışmaların yaşandığını kaydetti.
Kamunun bu alana yatırım yapması gerektiğini savunduğunu söyleyen Türkeş, Türkiye’nin rüzgâr ve güneş enerji potansiyeli bütün enerji gereksinimin çok üstünde. Bu kamunun araştırmalarında da var ancak burada öncelik meselesi devreye giriyor. Yani doğadan mı yoksa büyük şirketlerden mi yanasınız? Doğaya, havaya, suya ve iklime zarar vermeden yapılabilecek bir yatırımdan bahsediyorum. Bunu teşvik etmek gerekiyor. Şirketlerin tek amacı, ucuz iş gücüyle ve kendilerine sunulan desteklerle iş yapmak. İnsan sağlığı ve tarıma ne olduğu su havzalarının nasıl etkilendiği umurlarında değil. Enerjiyi etkili, verimli ve yeterli kullanmalıyız; kamucu bir anlayışla enerjiyi konuşmalıyız” diye konuştu.
Yarın: Enerji verimliliği mi ‘yenilenebilir’ sistemler mi?