Kömür göçü: 'İkizköy rüyalarıma giriyor'
Osman ÇAKLI
MUĞLA – “Ben burada uyuyorum, kendimi köyde buluyorum. Rüyamda inek bakıyorum, keçi bakıyorum, çamların devrilişini gördüm. Gözümün önünden gitmiyor, çamlar bizim çocuğumuz gibi.”
Bu ifadeler doğma büyüme İkizköylü olan 61 yaşındaki Hacer Çukur’a ait. Çukur, Akbelen Ormanı’ndaki ağaçların kesilmesine tanıklığını anlatırken gözyaşlarına hakim olamıyor. 4 yıl önce linyit madeni yüzünden ayrılmak zorunda kaldığı İkizköy’e duyduğu özlemin ise rüyalarından çıkmadığını ekliyor. Şehre göçmek istemediği için komşu Çamköy’e yerleşen Hacer Çukur ile Kemerköy Termik Santrali’nin kurulduğu 1984 yılından biraz öncesi ile bugüne değin gelen süreçte nasıl bir dönüşüme tanık olduğunu dinliyoruz.
TÜTÜNCÜLÜKTEN TERMİK SANTRAL İŞÇİLİĞİNE
Pek çok köyün yaşadığına benzer bir sürecin İkizköylüler için de geçerli olduğunu söylemek yanlış olmaz. Geçmişin çiftçi çocukları ya kendi topraklarında büyük şirketlerin işçilerine ya da kent ‘varoşlarında’ ucuz iş gücü deposuna dönüştü. Son 4 yıldır YK Enerji’nin Akbelen Ormanı’nı kömür sahasına katabilmek için gösterdiği çabanın tam karşısına deyim yerindeyse topraksız köylüler dikildi. Bu hikayenin evveliyatı aslında 40 yıl geriye kadar uzanıyor. Devlet organizasyonuyla kurulan daha sonra özelleştirilen termik santral, yıllar sonra bölge köylüsünün, topraklarından sürülmesine kadar uzandı. Ancak köylülerin bir kısmı başına ne geleceğinden habersizdi.
Orman köylüleri tütün ekip, hayvancılık yaparak kendi yağında kavruluyordu. Hacer Çukur, bugün tütüncülük yapmıyor. Yalnızca Çukur ailesi değil bölgede tütün eken neredeyse yok. Tütüne getirilen kota yüzünden ekimden vazgeçtiklerini anlatıyor 61 yaşındaki Hacer Çukur, sonrasında ise "eve bakmakla yükümlü” olan eşinin termik santralde işçi olduğunu ve 12 yıl santralde çalıştığını söylüyor. Termik santralin yıllar içerisinde ceviz ve zeytin ağaçlarını kuruttuğunu, bölge tarımında verim kaybına yol açtığını söyleyen Çukur, “Tütüncülüğü bırakan, ekip satamayan herkes termik santralde işçi oldu” diyor.
‘PARAYA ALDANMAYIN PİŞMAN OLURSUNUZ’
Yalnızca bitkiler ve tütüncülük değil, doğal içme sularında bulanıklıklar olmaya başlamış İkizköy’de. Santralin kömüre duyduğu ihtiyaç nedeniyle, maden sahasının sürekli genişlediğini bu süreçte de muhtarlara çok kızgın olduğunu anlatıyor Çukur ve ekliyor:
“Yaşam bozulmaya başladı. Muhtarlar arazileri satalım diye bize telkinde bulundu. Çok para verileceği söylendi. Parayı almak isteyenler oldu. Beyim köylülere ‘paraya aldanmayın’ dedi. Yıllarca toplantılar yapıldı. Ben keçi güdüyordum, kadınlar gitmiyorlardı bu toplantılara. Muhtarlar satmaktan yanaydı, sürekli böyleydi. Biz parayı alanların pişman olacağını söyledik.”
Çukur’un anlattığına göre YK Enerji adına tanımadıkları insanlar yıllarca köyde gezdi, arazi satın almak istedi. Çantalarla paraların taşındığı fısıltıları köylerde yıllarca dolaşmış. Çukur, kendi muhtarları olan 'Muhsin muhtardan' bahsederken, “o bize çok kalleşlik yaptı” diyor. Muhtarın kendilerine “Köy satılırsa daha güzel yerlere gidersiniz” dediğini söyleyen Çukur, muhtarın tersine köyün satılmasından yana olmadığını söylemiş. Velhasıl parayı alıp köyü terk edenler de reddedip köyde yaşamaya devam edenler olmuş.
‘MUHTAR BİZİ KÜL EVİNE OTURTTU’
Madenin 4 sene önce köyün sınırlarına gelmesiyle birlikte Çukur ailesinin İkizköy’den ayrılmak zorunda kalmaları ise şöyle olmuş: “Maden yaşadığımız yerlere geldi dayandı. Muhtar, elektrik direklerini kaldırttı, çeşmeleri kapattırdı. Şirket muhtara seçim öncesi para verdi. Biz oy vermedik, muhtarın cebi dolduruldu. Şimdi termik santralde çalışıyor. Belki ormanı kesenlerin arasında o da var…”
Muhtara öfkesi dinmiyor Hacer Çukur’un, sitem dolu tonlamayla “Bizi kül evine oturttu, bizi bitirdi” diyor. Muhtara kızarken köyün geçmişini anımsıyor:
“Kendi incirimizi toplayıp, sütümüzü sağıyorduk. Kendimize yetiyorduk. Tarlasını satanlar, ‘Hacer yengenin yeri ne kadar güzel’ diyorlar. Ben de ‘Milas’ta beton yiyin’ diyorum. Ben şehre gitmek istemedim. İkizköy’den ayrıldıktan sonra Çamköy’e geldim. Orada arazim var, ben ekin ekeceğim. Ormanımız yok edilse de arazilerimizi satmayacağız. Biz mecbur ayrılmak zorunda kaldık oradan.”
‘HAYALLERİM İKİZKÖYDE GEZİYOR’
Her gece rüyasında İkizköy’ü gördüğünü anlatıyor Çukur, “Ben burada uyuyorum, kendimi köyde buluyorum. Rüyamda inek bakıyorum, keçi bakıyorum, çamların devrilişini gördüm. Gözümün önünden gitmiyor, çamlar bizim çocuğumuz gibi” diyor.
Ormanda anılarının olduğunu, diğer köylüler gibi ormanda büyüdüklerini anlatırken ağlamaya başlayan Çukur, kendi geçmişlerinin kesildiğini söylüyor. Bugüne kadar ormana hiç zarar vermediklerini de ekliyor Çukur, ağlamaya devam ederken: “Arazilerimizi alacaklar, sularımızı kesecekler, elektriğimizi kesecekler biz ne yapacağız? Ben burada yatıyorum ama hayallerim köyde geziyor. Her sabah ağlayarak kalkıyorum, çok üzülüyorum” ifadelerini kullanıyor.
‘ASKER GÖRÜNCE SEVEREK BAKAMIYORUM’
İkizköy’de yaşanan bir başka kırılma ise devlet saygınlığı. Devleti temsilen askerlerin olduğu Akbelen Ormanı’nda askerlere karşı bakış da değişti. Bunun en büyük nedeni ise ormanı korumak isteyen köylülerin asker tarafından dayak yemesi. Çukur, ormanda kesimin başladığı günlerde askerlere, “bu dağlar, ormanlar bizim” dediğini kızgın olduğunu ve daha önce hiç askerle karşı karşıya gelmediğini ifade ediyor. Askerlerden bahsederken şaşkın yüz ifadesiyle “onlar bizim çocuklarımızdı, vatanı koruyorlar diye seviniyorduk ama gelip bizi dövdüler” diyor.
“Suçumuz, günahımız ne diyorum biz bunu hak ettik mi dedim? Konuşmuyorlar. Biz vatanımızı koruyoruz toprağımızı, ormanımızı koruyoruz. Bunlar asker değil, robot. Polis kızlara ‘ben sizin annenizim’ dedim. Ben şimdi askeri görünce severek bakamıyorum, çok kırıldım.”
‘BUNLAR BİZİM ASKERİMİZ DEĞİL’
Jandarmanın bugüne kadar görmediği yüzüyle tanışan Hacer Çukur, aslında bütün köylülerle duygudaşlık kuruyor. İçine sindiremediği bu durum hakkında konuşmaya devam ediyor: “Askerlere ‘birinci tokadı yedik ama ikinciyi yemeyeceğiz izin vermeyeceğim’ dedim. Birlik olacağız dirlik olacağız karşılarında duracağız. Biz askerleri çok savunurduk. Onlar olmazsa yaşayamayız diye düşünürdük. Bu askerler bizim değil. Bir kişi çam kestiği zaman götürüp nezarete atıyorlar, ceza kesiyorlar neden ormanı korumak için. İki günde dağı süpürdüler ne oldu? Hiçbir şey. Yer yarıldı odun oldu İkizköy’de. Ben doğduğumdan beri var o ağaçlar.”
‘BURAYA ALIŞAMADIM’
“Büyükşehirde yaşayamam” diyor Çukur, nedenini ise şöyle açıklıyor: “Biz toprak çocuğuyuz.” Hissettiklerini anlatırken, şehre gitmekten korktuğu, yalnızlaşmaktan çekindiği yüz ifadelerine yansıyor, ormandan bahis açıldığında mutluluğunu gizleyemiyor Hacer Çukur. Köy ortamı olsa da yine de Çamköy yerine köyünde yaşamak istediğini anlatan Hacer Çukur, kendi topraklarına duyduğu hasreti saklamıyor:
“Buraya alışamadım. Toprağımda gözüm var, evime, çamlara bakıp ağlıyorum. Biz İkizköy’den sürüldük. Buralarda ormancılık da yapılırdı, onu da elimizden aldılar. Büyük şirketler geliyor ormanı onlara veriyorlar. Bir tane kuş öttüğü zaman, çam da ötüyor. Cırcırlar çamlarda ötüyor. Orman kesildiği için kurtlar kuşlar evlere geliyor. Nere gitsinler, aç durulur mu? Sadece bizi değil hayvanları da sürdüler. Çok hayvanın günahına girdiler. Onlar bizim ana kuzumuzdu. Sonumuz perişan bizim…”