Mustafa Alper Ülgen: Ekolojik yaşam sadece bireysel bir tercih değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluktur
Esra ÇİFTÇİ
Artı Gerçek - Mustafa Alper Ülgen, Anadolu’nun zengin kültürel mirasıyla iç içe büyüyen bir ekolojik yaşam savunucusu. 1971 yılında Urfa’da doğan Ülgen, çocukluğunun önemli yıllarını Elâzığ ve Diyarbakır’da geçirerek, Dicle Nehri'nin başlangıcı olan Hazar Gölü’nün kenarında doğayla iç içe bir yaşam sürdürdü. Öğrenim hayatını İnşaat Mühendisi olarak tamamladıktan sonra Van’dan Aydın’a kadar birçok kentte mesleğini yaptı. Zamanla merkezine ekolojik yaşamı koyunca, şehir yaşamının sunduğu koşullardan uzaklaşarak, doğaya dönme kararı aldı ve 15 yıl önce Çanakkale’nin Bayramiç ilçesine bir eko köy kurma hayali ile Kazdağları’nın eteklerinde yaşamaya başladı. Ekolojik tarımın önemine dair derin bir anlayışa sahip olan Ülgen, yerel tohumları koruma ve sürdürülebilir gıda üretimi konularında yaptığı çalışmalarla dikkat çekiyor. Hem kendi deneyimlerini hem de yerel bilgileri harmanlayarak, köylülerin kendi gıdalarını üretebilmelerine yardımcı oluyor. Ayvacık Süleymanköy’de ziyaret ettiğimiz Mustafa Alper Ülgen ile ekolojik yaşamın derin anlamını, yerel tarımın önemini konuştuk.
'KENDİMİ BİR ÇİFTÇİ, TAŞÇI VE AŞCI OLARAK TANIMLIYORUM'
- Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
"1971 yılında Urfa’da doğdum, çocukluğum Elâzığ ve Diyarbakır’da geçti. Yazlarımı Hazar Gölü’nün kıyısında, kışlarımı Diyarbakır’da geçirerek büyüdüm. 12 Eylül askeri darbesinden çok kötü etkilendik. Öğretmen olan annem ve babamı Diyarbakır’dan Konya’nın Karkın kasabasına sürdüler, tabii ben ve iki kardeşim de onlarla birlikte sürgün yemiş olduk. Ortaokulu Karkın’da, lise hayatım Çumra kasabası ve Diyarbakır’da devam etti. Selçuk Üniversitesinde İnşaat Mühendisliğini bitirdikten sonra Van’dan Aydın’a kadar ülkenin birçok yerinde mesleğimi yaptım. Sonra hedefime ekolojik yaşamı, perma-kültürü koyunca Çanakkale’ye yerleştim. Son 15 yıldır yerel buğdaylar üzerine çalışıyorum. Anadolu’nun kaybolmuş veya kaybolmaya yüz tutan yerel buğdaylarını arayıp buluyor, onları sabırla çoğaltıyor ve büyük alanlara ekiyorum. Son yıllarda Ayvacık Süleyman Köy’de bir taş değirmenim var. Burada kendi yetiştirdiğim yerel buğdayları una çeviriyorum. Değirmen avlusunda yaptığım taş fırında ekşi mayalı ekmekler yapıyorum. Kendimi bir çiftçi, taşçı ve aşçı olarak tanımlıyorum. Aşçıyım çünkü ürettiğim sebzeler ve tahılları ayrıca doğadan topladığım mantarları ve otları pişirip değirmen bahçesindeki küçük restoranımda sunabiliyorum. Yerel tatlar ve gastronomisi konusunda araştırmalar yapıyorum. Çiftçiyim çünkü hem sebzeleri hem de büyük alanlarda buğdayları her sene ekiyor ve hasat ediyorum. Taşçıyım çünkü taş evleri çok seviyorum. Yaşadığım köyde ve çevresinde yerel mimariye uygun restorasyonlar ve yeni taş binalar yapıyorum."
'YERLİ KÖYLÜ BİLGELERDEN ÇOK ŞEY ÖĞRENDİM'
- Ekolojik yaşamla tanışmanız nasıl oldu?
"Annem ve babam Balıkesir Altınoluk’a yerleşince bende bu bölgeye gidip gelmeye başlamıştım. Köy yaşamına olan özlemim, kendi sebzemi, kendi buğdayımı üretme arzum ağır bastı ve köye yerleşmek amacıyla araştırmalar yapmaya başladım. Şehirde ekolojik yaşam konusunda çalışmalar yaptım. Başka bir dünya mümkün diyen insanlar ile bir araya geldim. Birçok ekoköy kurulması çalışmalarına katıldım. Nihayet 8 arkadaşla birlikte ekoköy kurmaya karar vererek Bayramiç Muratlar köyünde evler ve araziler satın aldık. Sonrasında Bayramiç Yeniköy Ekolojik Yaşam ve Tohum Derneği'ni kurduk. Eko köyümüzde ulusal ve uluslararası gönüllülerle 10 yıl boyunca yaşadık. Çeşitli etkinlikler yaptık. Bunların başında permakültür buluşmaları ve ekolojik mimari atölyeleri gelir. Bayramiç tohum takas ve yerel ürünler şenliklerinin temelini burada attık. Tabi köye yerleşince ilk olarak barınakların yapılması, tuvaletler, banyo, mutfak, kiler gibi yapıların oluşturulması için çalışmalar yaptık. Mesleğim gereği taştan ve yapı tekniklerinden anlıyor olmam, bu işlerin yapılmasını kolaylaştırdı. Barınaklar bitince bu sefer gıda üretimiyle ilgili çalışmalar yapmak istedik ama çok tecrübeli değildik. Bu aşamada köylü bilgelerle, özellikle köylü kadınlarla çalıştık. Onlardan çok şey öğrendik. Sebze tohumlarının bulunması, ekilmesi, fide yapılması, bahçe yapılması konusunda birlikte çalıştık. Çevremizdeki köylüler ile geliştirilmiş olduğumuz sıcak ilişkiler sayesinde Kazdağları ekoloji mücadelesinde köylüler ile birlikte mücadele edebildik.
'KÖYLÜLER YAŞADIKLARI YERDE DOYDUKLARI ZAMAN HAVASINA, SUYUNA VE TOPRAĞINA SAHİP ÇIKIYOR'
- Yerel tohumlar ve tarım konusundaki çalışmalarınız nasıl şekillendi?
"Kendi ekmeğimi yapabilmek ve tavuklarımı beslemek için buğdaya ihtiyacım vardı. Önce yerel buğday arayışına girdim ve ilk olarak sarı buğdayı buldum. Bunların ilk ekimlerini 2008 yılının sonbaharında yaptım ve bugün aradan geçen bunca yıl içerisinde yaklaşık 40 çeşit buğdayı artık büyük alanlara ekiyorum. Bunları her yıl hasat ediyorum, gerektiğinde başka köylülere ve ihtiyacı olanlara tohum olarak ödünç verebiliyorum. Ertesi yıl onlar benden aldığını geri verip, kendi elde ettikleriyle hem hayvanlarına hem de kendilerine aş yapabiliyorlar. Böylece yerel tohumların yaşaması için daha fazla insanın çalışmasını sağlamış oluyorum. Buğday dışında domates, biber ve birçok sebze tohumu ile ilgili çalışmalar da yapmaya devam ediyorum. Yaşamımın büyük kısmını çiftçilik kaplasa da yaşadığımız coğrafyada havamıza, toprağımıza, suyumuza sahip çıkma adına bir ekoloji mücadelesinin de içindeyim. Köylerde yerel ekonominin güçlü olması çok önemli. Köylülerin kendi gıdasını üretebilmesi, fazlasını satıp ihtiyaçlarını görmesi gerekir. Bu kapsamda topluluk destekli tarım uygulamaları, gıda toplulukları, üretici ve tüketici kooperatifleri ile ilgili çalışmalar yürütüyoruz. Yerel tohumlar ve yerel tatlar bu anlamda çok kritik değere sahip. Haliyle köylüler yaşadıkları yerde doyabildikleri zaman havasına, suyuna ve toprağına sahip çıkarlar. Aksi takdirde herhangi bir maden şirketinin onlara vereceği bir sigortalı iş karşılığında topraklarından vazgeçebilirler."
'BUĞDAY TARIMI DÜNYADA İLK DEFA MEZOPOTAMYA’DA YAPILMAYA BAŞLANMIŞTI'
- Yerel tohumların yaşaması için neler yapıyorsunuz?
"Tohumları bazen farklı illere gönderiyoruz ama daha çok kendi bölgemize yakın köylülere dağıtıyoruz. Kırklareli’nden bir çiftçiye de Diyarbakır’dan bir çiftçiye de gönderdiğimiz oluyor. Geçtiğimiz haziran ayında Güç Hikayeleri projesi kapsamında Diyarbakır'daydım. Etkinlikte anlattığım hikâyenin adı 'Sürgün'dü. 12 Eylül darbesinde devrimci oldukları için işkence gören annem ve babam daha sonra Diyarbakır’dan Konya’ya sürgün edilmişti. Ben de o dönem yaşadıklarımı hikayeleştirdim. Bu hikaye anlatımı etkinliği kapsamında Anadolu’nun en eski buğday çeşitlerinin başak ve tanelerinin bir sergisini yapmıştım. Sergi sonrası çoğalttığım birçok yerel buğday tohumunu Diyarbakır Ekoloji Derneğine hediye ettim. Bu buğday mirasını o etkinlikte Diyarbakır'daki arkadaşlarla paylaşmak benim içinde çok anlamlıydı. Çünkü ilk buğday tarımı Mezopotamya’da 12 bin yıl öncesinde başlanmıştı. Göbeklitepe de gerçekleşen arkeolojik kazılarda rastlanan buğdaylar sayesinde bunu biliyoruz. Ayrıca Diyarbakır’a hikayeler ve yerel tohumlar sayesinde tekrar dönmüş oldum."
"Bunu kısa bir şiir ile ifade etmek isterim.
“12 Eylül'de Babamla birlikte sürgün edildiğimiz zaman, defterimin ortasına küçücük yazılarla bana;
“Seni bekleyeceğim “demişti bu kadim kent.
Ben de unutmadım seni bilesin.
Bil diye geldim sana, tam 40 yıl sonra.
Doyamadım fırından çıkan açık ekmeğinin kokusuna.
Daracık sokaklarında dolaşmaktan bıkmadım hiç.
Sıcağından şikâyet etse de herkes, onu da sevdim.
Anzele’den Hevsel’e akan su gibi berrak ve serinsin.
Ne kadar mert ne kadar cömert ve ne kadar onurlusun sen.
Hayranım ve hasretim sana.
Tam 40 yıl sonra yerel buğdayları bu topraklara teslim ederek büyüttüm beni bekleyişindeki sevdayı."
'OKUYUCULARA KÖY YAŞAMININ GÜZELLİKLERİNİ VE ZORLUKLARINI AKTARMAYA ÇALIŞTIM'
- Bir kitap yazdınız, içeriğinden bahseder misiniz biraz?
"Evet çok yeni bir gelişme bu, yaklaşık iki ay önce Literatür Hayat yayınlarının “Kendini Bulma serisinden” çıktı kitabım. 'Ekolojik Yaşam: Doğaya Dönüş' adlı kitabımda; şehirden köye geçişimi ve bu süreçte yaşadıklarımı gerçek deneyimlerim üzerinden anlatıyorum. Yerel ekonominin güçlenmesi, sürdürülebilir gıda üretimi ve ekolojik mücadele konularına değiniyorum. Kitapta ayrıca okuyuculara köy yaşamının güzelliklerini ve zorluklarını da aktarmaya çalıştım."
'GERÇEK ÖZGÜRLÜK BİR İNSANIN KENDİ İHTİYAÇLARINI MÜMKÜN OLDUĞU KADAR KENDİSİNİN KARŞILAMASI İLE ELDE EDİLİR'
- Son olarak, köy yaşamının ve ekolojik yaşamın sizin için anlamı nedir?
“Burada Henry David Thoreau’nun çok sevdiğim bir sözünü söylemek istiyorum; “Gerçek özgürlük, bir insanın kendi ihtiyaçlarını mümkün olduğu kadar kendisinin karşılaması ile elde edilir.” Burada ki bu söz çok önemli, özgür olmak istiyorsak daha çok üretmek gerekiyor. Bu anlamda yerel tohumların yaşatılması ve ekolojik bilincin artırılması için projeler geliştirmeye devam ediyorum. Anadolu’nun zengin tarım kültürünü korumak, yerel tarifleri bulmak benim için çok önemli. Ayrıca köydeki yaşamın sürdürülebilir olması için hem sosyal hem de ekonomik olarak kendi kendine yeterli olmak gerekiyor. Doğayla iç içe, sağlıklı bir yaşam sürmek ve kendi gıdasını üretebiliyor olmak köy yaşamının en büyük kazancıdır. Ekolojik yaşam, sadece bireysel bir tercih değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluktur. Doğayla uyumlu yaşamak, bu gezegeni korumak ve gelecek nesillere aktarabilmek için önemli. Bu bilinci yaymak, benim en büyük amacım."