'Demokrasi olmadan jeopolitik kart Türkiye’ye yetmez'

EDAM Kurucu Başkanı Sinan Ülgen: Türkiye’ye yönelik tasarruflarda 2023’e kadar biraz durumu idare edelim havası hâkim. Ukrayna meselesi bile bunu şu ana kadar değiştirmiş değil.

'Demokrasi olmadan jeopolitik kart Türkiye’ye yetmez'

Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi (EDAM) Kurucu Başkanı Sinan Ülgen, yenidünya düzeninde Türkiye’nin konumu konusunda Perspektif gazetesinin sorularını yanıtladı. Ülgen’in görüşlerinin özeti şöyle:

"Biz artık yeni bir evreye girdik, Rusya Ukrayna’da askeri olarak başarılı olur, olmaz; siyaseten çözüm bulunur ya da bulunmaz, ne olursa olsun dünya ve Avrupa jeopolitiği yeni bir evreye girdi. Nasıl bir evre? Rusya’nın yeniden Avrupa’nın geri kalanı için bir tehlike oluşturduğu ve biraz Soğuk Savaş benzeri, bir Rusya-Batı ihtilafının kalıcı zemine oturduğu bir dönem olarak görmek gerekecek bunu. Dolayısıyla netice ne olursa olsun, bunun dünya jeopolitiğine ve özellikle Avrupa güvenliğine kalıcı etkileri olacak.

'AVRUPA TARİHİNİN SERT DÖNÜM NOKTALARI VARDIR, UKRAYNA SALDIRISI DA BUNLARDAN BİRİ'

Yeni dönemin ikinci işareti olarak, Avrupa kanadında bir savunma ve güvenlik paradigması yeniden Soğuk Savaş dönemine benzer şekilde oluşmaya başladı. Tarihsel nedenlerden dolayı savunma bütçesine ek para ayırmak istemeyen Alman toplumu ve siyasetinin çok kısa sürede farklı bir noktaya geldiğini, Almanya’nın NATO kriteri olan savunma harcamalarını milli gelirin yüzde ikisi seviyesine çıkarmaya karar verdiğini gördük. Geriye dönüp baktığımızda dünya ve Avrupa tarihinin sert dönüm noktaları vardır: Arşidük Ferdinand’ın vurulması, Nazi Almanya’sının Çekoslavakya’yı işgali, Berlin duvarının kurulması ve yıkılması gibi. Rusya’nın Ukrayna saldırısını da böyle bir dönüm noktası olarak görüyorum.

Tarihsel olarak Türkiye, Avrupa güvenlik ve savunma mimarisine biraz mütereddit yaklaştı. Türkiye her zaman için asıl savunma mimarisinin NATO olmasını tercih etti haklı nedenlerle. Öte yandan Türkiye’nin, Avrupa’nın kendisine özgü bir savunma kimliği yaratmasını da engelleme kabiliyeti yok. Bu gerçekten hareketle Türkiye, NATO’yu ön plana koymakla beraber, Avrupa Güvelik ve Savunma Politikası’na (AGSP) da bir şekilde entegre olmaya, bir şekilde onun içinde bulunmaya, irtibatlı olmaya çabaladı geçmişte. Bu çabalarının karşılığını da pek aldığı söylenemez.

AGSP’nin gelişiminin önündeki temel engel ise Avrupa ülkelerinin savunma alanına pek de bütçe ayırmak istememeleriydi. Ayrılan bütçe zaten NATO için kurgulanan düzene de gittiği için NATO’dan bağımsız ayrı bir güç unsuru olarak AB’nin bu alanda öngörülen projesine çok da fazla destek yoktu. Şimdi tabii durum biraz değişti. İki nedenden dolayı. Birincisi, Trump. Biden’dan sonra Trump’ın veya Trump benzeri bir Amerikan liderinin gelmeyeceğinin bir garantisi yok.

İkincisi Amerika’nın müesses nizamının, Ukrayna krizine kadarki stratejik bakış açısına baktığımızda, Avrupa Birliği’nin Avrupa coğrafyasındaki güvenlik ve savunma meselelerinde daha ön plana çıkması ve daha fazla sorumluluk üstlenmesi beklentisi içinde olduğunu görüyoruz. Amerika da uzun dönemli stratejik rekabette asıl rakip olarak gördüğü Çin’e ve Doğu Asya’ya odaklanacaktı. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması birdenbire bu parametreyi de değiştirdi. Amerika’nın dikkatini yeniden Avrupa coğrafyasına yöneltti. Ama gene de daha önce bahsettiğim bu iki dinamik, yani Amerika’ya güvenmeme ve Amerika’nın nispeten Avrupa’dan uzaklaşma eğilimi, Avrupa içerisinde bu damarı güçlendiriyor.

'AVRUPA RUSYA’DAN ENERJİ ALANINDA BAĞIMSIZLIĞINI KAZANMASI İÇİN ÇOK CİDDİ FONLAR AYIRACAK'

Macron’un yeni bir dinamizm kazandırdığı Avrupa’nın bir savunma ve güvenlik kimliği olması ve bunu derinleştirmesi yönündeki siyasi proje yürüyor. Avrupa Birliği devlet başkanları bu konuda önemli bir kararın da eşiğindeler. Çok muhtemelen iklim değişikliği ile mücadele ve yeşil dönüşüme ayırdıkları büyük fonlar gibi, şimdi Avrupa’nın bir yandan savunma ve güvenlik alanında ilave yetenek kazanması bir yandan da Rusya’dan enerji alanında bağımsızlığını kazanmasına yönelik çok ciddi fonlar ayrılacak.

Türkiye açısından çıkarılması gereken sonuca gelince; Türkiye, başta da ifade ettiğim gibi hep AB’nin savunma politikası içinde de olmaya gayret etti ama AB, Türkiye’nin bu talebini karşılamadı. İngiltere gibi Avrupa’da askeri kudreti olan bir ülkenin AB dışına çıkması, İngiltere’yi Türkiye’nin statüsü ile eşitledi. Türkiye’nin İngiltere ile birlikte hareket ederek, yeni oluşan Avrupa savunma mimarisi içerisinde kendisine daha iyi bir konum elde etmek için Avrupa’yı zorlaması daha mümkün hale geldi.

'TÜRKİYE'NİN RUSYA'YA İLAVE BİR BAĞIMLILIĞI VAR: SURİYE'

Bu tabii Türkiye’nin aslında karşılaşmak istemediği bir zorluğa işaret ediyor. Çünkü Türkiye’nin Rusya ile iyi ilişkiler içerisinde olması Türkiye’nin avantajına. Kaldı ki ortada Rusya’ya enerjide ve turizmde bir bağımlılık da var. Diyeceksiniz ki; birçok Avrupa ülkesinin de bağımlılığı var özellikle enerji kanadında. Fakat Türkiye’nin diğer NATO ülkelerinde olmayan ilave bir bağımlılığı söz konusu ki o da Suriye. Bunun üstüne Türkiye ekonomisinin bugün içinde bulunduğu durumu eklediğinizde, Türkiye’nin Rusya’ya yönelik sert bir yaptırım rejimine taraftar ve taraf olması mümkün değil. Ancak Türkiye ister istemez, geçmişte yürüttüğü denge politikasını kalibre etmek durumunda, aynı denge politikasını yürütmesi mümkün değil. Ortada çok ağır bir vaka var. Rusya’nın BM şartını ihlal ederek komşusu bir ülkeye saldırması, toprak bütünlüğünü ihlal etmesi söz konusu. Türkiye de buna tepkisiz kalamaz.

Buradan temel sorun; eğer ki Ukrayna meselesinde yakın dönemde bir çözüm olmayacaksa ve Rusya-Batı ilişkisi ihtilaflı biçimde ve hatta artan gerilim üzerinden devam edecekse, Türkiye’nin denge politikası da zorlanmaya başlayacaktır. Bu jeopolitik konjonktür içinde Rusya-Batı ilişkisi daha da ihtilaflı hale gelecek olursa, o zaman Türkiye dahi bu kalibre edilmiş denge politikasını devam ettirmekte zorlanabilir ki bu da kötü haber tabii Türkiye için.

Rusya-Ukrayna savaşının ne şekilde sonuçlanabileceğine dair bir iki senaryo üzerinden bunu analiz etmek lazım. Olumsuz senaryodan başlayalım. Askeri olarak baktığımızda iki ülke arasındaki güç asimetrisi o kadar net ki, Ukrayna’nın gösterdiği direniş çok takdire şayan olmakla beraber, en nihayetinde Rusya’nın askeri hedeflerine ulaşması yönünde çok büyük bir engel olduğunu düşünmüyorum. Rusya’nın eninde sonunda, gecikme de olsa daha büyük kayıplar da verse askeri hedeflerine ulaşacağını düşünüyorum.

Öte yandan her askeri operasyonun bir de siyasi hedefi vardır. Buradaki siyasi hedef ne? Gördüğüm kadarıyla Rusya Kiev’de Zelenskiy yerine kendisine yakın bir rejimi iktidara getirmek ve hatta o rejimle bir barış anlaşması yapıp uluslararası kamuoyuna ilan etmek isteyecektir. Bunun karşılığında ne olacak? Zelenskiy, umarım siyasi kulvarda devam edebilir. Devam edebilirse böyle bir girişim sonrasında çok muhtemelen karşımıza bir sürgünde hükümet modeli çıkar Ukrayna için. Yani bir yanda kukla bir hükümet, diğer yanda da sürgünde bir hükümet. Ukrayna gibi büyük bir coğrafyaya sahip, 42 milyonluk nüfuslu, yüzde 70’i Batı ile ülkesinin entegre olmasını isteyen bir ülkede kukla hükümet modelinin istikrar getirmesi kanaatimce mümkün değil.

O zaman ne olacak? Ona karşı mukavemet başlayacak. Gerilla savaşı mı silahlı direniş mi, ne denirse artık. Kaldı ki Ukrayna’nın coğrafyası da bu direnişin dışarıdan destek alması için çok daha avantajlı. Ukrayna bir Afganistan değil. Buradaki iç mukavemete destek daha rahat olacaktır Avrupa içerisinden, Polonya’da Romanya’dan. O nedenle maalesef Avrupa’nın göbeğinde Irak hatta bir Afganistan gibi yabancı savaşçı boyutunun olacağı bir istikrasızlık odağı olacak bu coğrafya. Uzun yıllar boyunca böyle devam edeceğini düşünüyorum. Rusya oradan çekilmediği sürece tabii. O kukla hükümetin meşruiyet sağlaması mümkün değil.

Olumlu senaryo ne? Seçilmiş Zelenskiy hükümetinin Rusya ile barış anlaşması yapması, önce ateşkes ardından Barış anlaşması yapması. Ama bu da kolay değil.

Bugün ABD ve Batı’nın dünyada yaptığı birçok hata var. Ve bütün bunlar da haklı olarak eleştirilerimizin odağında olmalı. Ancak bu eleştiriler başka bir gerçeği ortadan kaldırmıyor. Hukukun üstünlüğü, demokrasi, insan hakları, çok seslilik, kadın hakları vs. alanlarda en iyi devlet ve toplumsal sistemi yaratmış olanlar da bu Batılı ülkeler.

Türkiye’de Avrasya-Rusya-Çin kanadını destekleyenlerin, maalesef bu desteklerin arkasında biraz da Türkiye’ye yönelik gelecek vizyonlarına dair işaretler alıyorum. Nedir bunlar? Türkiye’nin geleceği bu Avrasya tarzı yönetim anlayışı doğrultusunda şekillensin. Temel özgürlüklerin daha kısıtlı olduğu, daha bize özgü bir demokrasi anlayışı hâkim olsun. Oysaki Türkiye, Batı’ya yaklaşırsa, Batı ile bu ilişkiler zenginleşirse demokratikleşme yönünde baskılar da ister istemez artacaktır.

Bugün değişen konjonktür Türkiye’ye Batılı ülkeler ile sorunlarını daha yapıcı bir zemin üzerinde ilerletme fırsatının kapısını aralıyor. Ama Türkiye bu ilişkiyi yalnızca jeopolitik düzlemde devam ettiremez. Bu ilişkiler manzumesinin güçlenmesi, içeride atacağı adımlara da bağlı. Bu ikisini birlikte yürütemeyen Türkiye’nin alacağı mesafe daha sınırlı olacaktır. Üstelik bu saptama yalnızca demokratik hak ve özgürlüklerle de ilgili değil. Ekonomik refahımız ile de ilgili.

İki saptama yapmak lazım. Birincisi, bu yeni bir dönem ve bu yeni dönem içerisinde gerçekten de Soğuk Savaş’a benzer bir konumlanma olacak. Nasıl Soğuk Savaş’ta coğrafi konumu Türkiye’nin avantajıydı, bu stratejik rekabet içerisinde jeo-stratejik önemi ön plana çıkıyordu, şimdi benzer bir durum da önümüzdeki vadede ortaya çıkacak. Ama burada şöyle bir ihtirazı kayıt da yapmak lazım. Tek başına yeniden konumlanma Soğuk Savaş dönemindeki gibi olmayacak. Neden? Bir kere dünya değişti. Aynı şartlar aynı etkiyi yaratmayacak.

'ŞİMDİKİ KUTUPLAŞMA OTORİTER SİSTEMLERE KARŞI DEMOKRASİ KÜLTÜRÜNE SAHİP ÜLKELERİN'

Soğuk Savaş’taki kutuplaşma ideolojik kutuplaşma idi. Komünizme karşı kapitalizm diyelim. Şimdiki kutuplaşma otoriter sistemlere karşı demokrasi kültürüne sahip ülkelerin kutuplaşması. Doğrudur-yanlıştır yorumunu yapmıyorum ama yapılan tespitler ve izlenen politika dünyanın, en azından ABD yönetiminin buna yönelik bakış açısına sahip olduğunu gösteriyor. O nedenle sadece jeo-stratejik kart ile Türkiye’nin bu yenidünya düzeni içerisinde arzuladığı yeri sağlama alması bence mümkün olmayacak.

Bir fırsat var muhakkak ama bu fırsatı gerçek anlamda sahaya geçirebilmek ve bu potansiyeli realize edebilmek için Türkiye’nin jeo-stratejik kartın ötesinde demokrasi kartını da kullanması lazım. Şu an gündeme getirilen Türkiye’nin hangi kutba ait olduğuna dair soruların sorulamıyor olması lazım. Yani Türkiye otoriter sistemlere mi yakın duracak kendi iç düzeni itibarıyla, özgürlükçü ülkelere mi yakın duracak? Bu sorunun artık Türkiye’ye sorulmuyor olması lazım. Bu da bazı tercihleri beraberinde getiriyor.

'​​2023 SEÇİMLERİ YURT DIŞININ TÜRKİYE’YE BAKIŞINDA ÖNEMLİ BİR ETKEN'

Rusya-Ukrayna ihtilafından bağımsız olarak gerçekten de 2023 seçimlerinin yurt dışının Türkiye’ye bakışında önemli bir etken haline geldiğini görüyoruz. Zaten seçim tarihinin nispeten yaklaşmasının getirdiği bir durum var. İkincisi, 2002’den bu yana Türkiye’de bir siyasal değişimin olabilme ihtimalinin yükselmiş olması da var. Olur ya da olmaz ayrı konu. Anketlere bakınca siyasal değişim ihtimalini görüyorsunuz, bunu yurt dışı muhataplarımız da görüyor. O nedenle birçok açıdan hem Amerika hem Avrupa aslında artık Türkiye’ye yönelik bekle gör politikasına girdi. Bunun izdüşümü ne oluyor? Şu oluyor; Türkiye’ye yönelik tasarruflarda ne çok olumlu ne de çok olumsuz işler yapılıyor artık ve 2023’e kadar biraz durumu idare edelim havası hâkim. Ukrayna meselesi bile bunu şu ana kadar değiştirmiş değil.

2023’e kadar konjonktürün çok değişeceğini düşünmüyorum ama tabii ki Türkiye bunu fırsata dönüştürmek isterse, bunu sadece değişen jeopolitik üzerinden değil içeride atacağı adımlar üzerinden yapması gerekecek. Seçime kadar yapılır mı? Açıkçası şu ana kadar o konuda çok heyecanlı bir sinyal almış değiliz."

Türkiye rusya nato ukrayna jeopolitik