Prof. Dr. Turgut Tarhanlı: Siber saldırılar savaş suçu kapsamında değerlendirilmeli

Prof. Dr. Turgut Tarhanlı: Siber saldırılar savaş suçu kapsamında değerlendirilmeli
Prof. Dr. Turgut Tarhanlı, İsrail’in Lübnan’a yönelik siber saldırılarını değerlendirdi. Tarhanlı, telsiz saldırıları ile uluslararası hukuk kurallarının çiğnendiğin belirterek, saldırıların savaş suçu kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini söyledi.

Seda TAŞKIN


ANKARA- İsrail'in Lübnan'da Hizbullah'a yönelik telsiz ve çağrı cihazlarına gerçekleştirilen siber saldırılara yönelik tartışmalar devam ederden, gözler uluslararası hukuk alanına çevrildi. Hukukçulara göre Uluslararası İnsancıl Hukuk, savaş sırasında siviller ve savaşanlar arasında ayrım gözetmeyi zorunlu kılıyor.

Konuya ilişkin Artı Gerçek’e konuşan Prof. Dr. Turgut Tarhanlı, Lübnan’daki çağrı cihazları ve telsiz aletlerine yönelik saldırıların savaş suçu kapsamında değerlendirilebileceğini belirterek, “Savaş hileleri”nin uluslararası insancıl hukuk bağlamında yasaklanmamış olduğunu dile getirdi. Tarhanlı, yapılan saldırının İsrail cephesinde çok önceden planlandığına işaret ederek, “Uluslararası hukuk kuralları çiğnenmiştir” açıklamasında bulundu.

İsrail’in 23 Eylül Pazartesi günüden bu yana ülkeye yönelik gerçekleştirdiği saldırılarda Lübnan Sağlık Bakanlığı verilerine göre 650 kişi öldü. Saldırılar devam ederken, Hukuk Profesörü Turgut Tarhanlı, saldırıların uluslararası hukuk boyutunu, BM Güvenlik Konseyi’nin saldırılara yönelik tutumunu ve izlenilmesi gereken hukuki süreci anlattı.

Prof. Dr. Turgut Tarhanlı’nın sorularımıza verdiği yanıtlar şu şekilde:

Lübnan'daki telsiz saldırıları savaş suçu kapsamında değerlendirilebilir mi? Uluslararası hukukta savaş suçunun tanımı nedir ve bu saldırının bu kapsama girip girmediğini nasıl değerlendirirsiniz?

Lübnan’daki çağrı cihazları ve telsiz aletlerine yönelik saldırılar savaş suçu kapsamında değerlendirilebilir. Ancak bunun bazı ilkeler göz önünde tutularak yapılacak bir değerlendirme olması gerekir. Bu konudaki temel kalkış hattı, söz konusu eylemlerin Uluslararası İnsancıl Hukuk kurallarına uygun olup olmamasının değerlendirilmesiyle başlar. Bu hukuk alanı, bir silahlı çatışmada muharip (savaşan, çarpışan) konumunda olmayan kişilerin ve yerlerin çatışmaya maruz bırakılmasının, hedef alınmasının, hasmâne bir muameleyle karşılaşmasının önlenmesine ilişkin hukuki yükümlülüğe dair kuralları kapsar. 1949 yılında kabul edilip devletlerin taraf olmasına açılan dört Cenevre Sözleşmesi ve onlara ek 1977 yılında kabul edilen iki Protokol bu alanın temel uluslararası hukuk kurallarını içerir.

‘SİBER SALDIRILAR SAVAŞ SUÇU KAPSAMINDA’

İsrail tarafından, Lübnan’da, özellikle Hizbullah hedeflerine yönelik olduğu ileri sürülen o siber saldırılar savaş suçu kapsamında, öncelikle bu açıdan değerlendirilmelidir. Denilebilir ki, Hizbullah silahlı bir devlet dışı aktör olarak, özellikle İsrail’e yönelik farklı silahlı saldırılarda bulunuyor olması onu uluslararası hukuk bakımından meşru bir hedef haline getirmez mi? Bu soruyu, Gazze vakası dışında düşünerek, kendi bağlamında cevaplamak gerekir.
“Savaş hileleri” uluslararası insancıl hukuk bağlamında yasaklanmamıştır (bkz.

…Uluslararası Silahlı Çatışmaların Mağdurlarının Korunmasına İlişkin Protokol/I. Protokol, 1977, m.37/2). İsrail’in, o elektronik cihazların Hizbullah tarafından tedarik edilmesinde “üretici” paravan bir şirketin ardında durarak taraf olduğu ve cihazların Hizbullah’ın eline geçmesini sağladığı medyada geniş olarak yer aldı ve İsrail tarafından da aksi iddia edilmedi. Bu, muhtemel bir savaşta kullanılacak bir taktik anlamında, “savaş hilesi” olarak nitelenebilir.

‘PLANLARIN İSRAİL CEPHESİNDE ÖNCEDEN HAZIRLANMIŞ OLDUĞU ANLAŞILIYOR’

Ancak İsrail’in bu komplosunun bu yılın bahar aylarında gerçekleştirildiği de medyada yer aldı. Dolayısıyla üzerinde düşünülüp, bu cihazların kullanılması halinde nerede, kime karşı ve nasıl bir stratejik darbe yaratacağına dair planların İsrail cephesinde çok önceden hazırlanmış olduğu anlaşılıyor. Bu olgu, cihazların patlama düzeneğine sahip kılınmasını sağlayan bir İsrail müdahalesi ışığında değerlendirildiğinde, acaba uluslararası insancıl hukukla bağdaşır kabul edilebilir mi?

‘ULUSLARARASI HUKUK KURALLARI ÇİĞNENMİŞTİR’

Lübnan’da, art arda gerçekleştirilen bu şiddet eylemlerini sadece birer “savaş hilesi” olarak tanımlamak yetersiz kalacaktır. Zira, bir savaş hilesi oluşturan eylemlerin de uluslararası hukuk kurallarına aykırılık oluşturmaması gerekir. Bu vakadaki en belirgin aykırılık, yine uluslararası insancıl hukuk kuralları ışığında değerlendirildiğinde, şöyle özetlenebilir: insaniyet ve askeri gereklilik dengesi, muharip olan ve olmayanlar bakımından ayrım gözetilmesi ve kuvvete baş vurma eyleminde ölçülülük/orantılılık ile ilgili ilkeler bakımından, açıkça uluslararası hukuk kuralları çiğnenmiştir.

‘SİVİLLER VE MUHARİPLER ARASINDA AYRIM GÖZETME İLKESİNİN İHLALİDİR’

Bu konuda, konvansiyonel silahların kullanılarak ya da siber bir saldırıda bulunularak gerçekleştirilen kuvvet kullanma eylemlerinin değerlendirme kıstasları farklı değildir. İsrail açısından, sadece o elektronik cihazlara yönelik bir kuvvet kullanma eylemi sonucunda, Lübnan’da yaratılan insani ve maddi kayıplar ve tahribat askeri gereklilik ilkesiyle uyumlu bir sonuç doğurmadığı gibi, Hizbullah’ın İsrail için oluşturduğu tehdidin önlenmesi bağlamında ölçülü/orantılı bir müdahale de değildir. Nitekim daha sonra İsrail tarafından gerçekleştirilen havadan ve denizden saldırıların sürmekte olması da bunun göstergesidir ve bu saldırıların tümü, bütüncül olarak, uluslararası hukuka uygunluk denetimine tâbi tutulmayı gerektirir. İlâveten, o cihazları taşıyan kişilerin Hizbullah üyesi olduğu varsayımından hareketle patlatılması eylemi de, bunun gerçekleştiği sırada o cihazları taşıyan kişilerin hangi şartlarda ve nerede bulunduklarının umursanmadığı anlamına gelir. Bu durum, açıkça siviller ve muharipler arasında ayrım gözetme ilkesinin ihlâlidir.

BM Güvenlik Konseyi'nin bu saldırıya savaş suçu demekten kaçınmasının ardındaki nedenler ne olabilir? Konseyin karar mekanizması ve bu tür durumlarda savaş suçu demekten kaçınmasının uluslararası hukuktaki sonuçları nedir?

BM Güvenlik Konseyi’nin bu eylemleri birer “saldırı fiili” olarak nitelemesinden önce, bu organ Soğuk Savaş’ın ardından, BM kurucu antlaşması olan Şart (Charter) metninde bu organa tanınan yetkiler arasında bulunan, bir “saldırı fiili”nin (act of aggression) teşhisine dair yetkilerini (Şart, m.39 ve devamındaki hükümler) kullanmaktan âciz bir konuma yeniden sürüklenmiş görünüyor.

BM’de, 25 Eylül’de düzenlenen Güvenlik Konseyi toplantısında, Lübnan temsilcisi açıkça, Lübnan’ın “bâriz bir egemenlik ve insan hakları ihlâline” maruz kaldığını vurgulamış; ülkenin “elektronik siber saldırının ve hava ve deniz saldırılarının mağduru” olduğunu beyan etti. Bu beyanın kendisi bile, Şart hükümleri ışığında Güvenlik Konseyi’nin re’sen toplanıp konuya ilişkin olarak, Şart’ın VII. Bölüm hükümleri çerçevesinde karar almasını gerektirirdi. Bu olamadığı ve etkili bir uluslararası kamu düzeni tesis edilemediği sürece devletler ya da devletler ve devlet dışı aktörler arasındaki çıkar ve güç ilişkilerine paralel, çok taraflı değil fakat büyük ölçüde iki taraflı denklemlere dayanan devlet politikaları rol oynayacak, oynamaya devam edecektir.

whatsapp-image-2024-09-28-at-12-21-11.jpeg
Turgut Tarhanlı

Bu tür telsiz saldırılarının savaş suçu olup olmadığını belirleyecek yetkili organ veya makam hangisidir? Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) veya başka bir uluslararası organ bu konuda karar verebilir mi?

Yetkili olduğu ölçüde, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin bir kuvvet kullanma eylemi sırasında savaş suçları ile karşılaşıldığı konusunda tespitlerde bulunması mümkündür. Zira “savaş suçları”, Mahkeme’nin yargılama yetkisine dahil dört suç kategorisinden biridir. Diğerleri ise; Soykırım suçu, insanlığa karşı suçlar ve saldırı suçudur. Elbette, Mahkeme bu yetkilerini kullanırken BM Şartı’nın ilgili hükümlerini de göz önünde tutmak, onlarla tutarlı olmak durumundadır.

İsrail’in sorumlu tutulması için uluslararası hukukta hangi delil standartları geçerli olur? Lübnan'ın İsrail'i suçlama iddiasında nasıl bir hukuki süreç izlenmelidir?

Hizbullah, siyasi ve askeri kanatları olan bir devlet dışı aktör olarak nitelenebilir. Ancak Lübnan devleti ülkesinde, özellikle güney bölgelerde ve Beyrut dahil diğer bazı yerlerde de etkili ve sürekli bir denetimi elinde tutan bir aktördür. Bu vasfı, bir devletin (örneğin İsrail) onunla bir silahlı çatışma içinde bulunulması sırasında uluslararası hukuk ve özellikle uluslararası insancıl hukuk kurallarının uygulanmasına riayet edilmesi yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz. Tabii, o şartlar dahilinde, o yükümlülüğe riayet Hizbullah bakımından da geçerlidir.

‘YETKİLİ TÜM UNSURLARIN HUKUKEN SORUMLU TUTULMASI MÜMKÜN’

İsrail’in, gerek Gazze gerek Lübnan/Hizbullah’a yönelik saldırılarının sonuçlarının özellikle ve öncelikle sivillerin ve sivil hatta insani yardım merkezlerinin maruz kaldığı saldırıların uluslararası hukuk bakımından hem Devlet hem de o devletin yönetiminden sorumlu karar yetkisine sahip yetkililerinin ve sahada bu eylemleri gerçekleştiren tüm unsurlarının bireysel olarak sorumlu tutulmaları hukuken mümkündür. Ancak bu hukukun uygulanma ya da uygulatılma gücünün, bu yönde bir iradenin uluslararası düzeyde, etkili bir devletler uygulamasıyla da yakından ilgili olduğu gözden uzak tutulamaz.

Bu bağlamdaki temel çelişki, şu sırada (aslında epeydir) vahim derecede uluslararası kamu düzenini kuran ve sürdürülmesine zemin oluşturmaya ilişkin normatif düzenin çözüldüğü, bir kırılma yaşadığıyla ilgili görünüyor. Peki, bu bir “geçiş” dönemi olarak mı görülmeli? Doğrusu, henüz bu yönde bir tahlile güç verecek emareler görülmüyor.

‘YÖNETİMLERE KARŞI İÇ MÜDAHALE HATTI ÖNEMLİ BİR UNSURDUR’

Bu nedenle, BM’nin uygulamasında, bugüne kadar gördüğümüz üzere, devletler düzenine rağmen, birçok yerel vakanın uluslararası yaptırım ve giderim mekanizmalarıyla donatılarak etkili bir işleve sahip kılınması örneklerinin yol gösterici olmasını dileyelim. Yurttaş katılımına açık demokratik toplumlarda, yönetimlere karşı bu iç mücadele hattı da, bu yönde önemli bir unsur olabilir. Fakat o da, geçmiş ile bugün arasında bir simbiyosis yaratmadan, ancak olguları kendi bağlamı içinde değerlendirebilme şuuru sayesinde mümkün.

Sonuç olarak, Gazze ve Lübnan vakalarını hem birbirinden çok ayrı düşünmemek hem de uluslararası hukuk, insancıl hukuk ve insan hakları hukuku bakımından farklarını teşhis etmek gerekiyor.

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar